15 asır öncesini yazdığı roman karakterinin kaderini yaşadı
Kahramanmaraş'ın ilk 500 yılını anlattığı Germanicia Güzeli romanında yazar Ali Avgın, Dorkon karakteri için yazdığı rolü, asırlar sonra 7,7 ve 7,6 şiddetindeki Kahramanmaraş depremleriyle bizzat yaşadı. 11 saat enkaz altında kalan yazar, 'Kitapta, idam edilecek delikanlı ölümü iliklerine kadar hissetsin diye ölüm emri vermek için eli havada dakikalarca bekleyen ve depremde de kendi eli havada kalan Dorkon'un yaşadıklarını yaşadım. Enkazdan çıkınca ben de günlerce alçılı elim havada gezdim' dedi
Röportaj: Narin Demirci
“Germanicia semaları bir anda kızıl toz bulutlarıyla kaplandı. Meydan, bir beşik gibi sallanmaya, insanlar rüzgâr karşısında kalmış bir başak tarlası gibi gidip gelmeye başladı. Herkes önce başının döndüğünü zannetti. Sonra kulakları yırtarcasına büyük bir gürültüyle mermer sütunlar birbiri üzerine devrilmeye başladı. Çaresiz çığlıklar gökyüzünde yankılanıyordu. Ortalık toz duman, göz gözü görmüyordu. Kalabalıklar şaşkın, şuursuzca her biri bir tarafa koşuyor; kimi bir yakınına sarılmış ağlıyor, kimi sığınacak bir yer arıyordu. Sanki mahşer kurulmuş, can pazarı yaşanıyordu. Bu gizemli kenti; büyüleyici güzellikleriyle, efsunlu sırlarıyla, asırlarca toprağın derinliklerine gömecek Büyük Germanicia Depremi bütün şiddetiyle başlamıştı...”
Bu ifadeler Ali Avgın’ın 15 asır öncesini anlattığı son romanı Germanicia Güzeli’nin final bölümüne ait. Kitabı okuyup bitirdiğinizde Osmanlı padişahlarından Yavuz Sultan Selim’in bir şiirini anımsıyorsunuz ister istemez. Yavuz; şiirinde, aslanlar benim kahır pençem altında inlerken, bir ceylan gözlüye mağlup oldum minvalinde, “Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan/ Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek” diyor. Ve günün birinde yeşil bir ceylan gözünü andıran çıban başıyla tezahür ederek aslan pençesi gibi beş koldan saran şirpençe hastalığı onun ölümüne neden oluyor. Yazdığı şiirle sanki bu illete yenik düşeceğini biliyormuşçasına kaleme alıyor Yavuz. Germanicia Güzeli kitabını okuduğumda da ilk anımsadığım şey buydu diyebilirim. Zira 571 yılında gerçekleşen Büyük Germanicia Depremi’nden 15 asır sonra 6 Şubat 2023’te de aynı bölgede yani Kahramanmaraş’ta asrın felaketi olarak nitelendirilen 7,7 şiddetindeki o büyük deprem gerçekleşiyor. Kahramanmaraşlı yazar Ali Avgın ise romanında depremi anlattığı final sahnesinde kitabın karakterlerinden Dorkon’u betimlediği anı bizzat kendisi yaşıyor. “Dorkon 15 asır sonra benden intikamını aldı” diyen yazar, “Kitapta Dorkon’un ölüm sahnesinde depremin ardından eli havadaydı. 15 asır sonra gerçekleşen o büyük Kahramanmaraş depreminde enkaz altında kaldım. Ve ben de alçılı vaziyette günlerce tıpkı onun gibi elim havada gezdim” ifadeleriyle tarihin tekerrür ettiğini ve yazdığı roman karakterinin kaderini yaşadığına işaret ediyor.
O aslında bir muhasebeci, mali müşavir. İşi rakamlarla ve sayılarla. Ancak bir taraftan Kahramanmaraş Musiki Cemiyeti’nde neyzenlik yaparken diğer taraftan da yazı işleriyle ilgileniyor. 1982 yılından beri çeşitli gazetelerde köşe yazıları yazan Ali Avgın, 2014 yılından beri kendini romanlara adayarak 2017’de ilk kitabı Han Duvarları’nı okuyucuyla buluşturdu. Romanda Faruk Nafiz Çamlıbel’in meşhur Han Duvarları şiirinin gerçek hikayesinin işlendiğinin ve kitabın yüzde 80’inin gerçek olduğunun altını çizen Avgın, ardından Kayıp Sevda ve son olarak Germanicia Güzeli’ni yayınladı. Yazdığı romanlar için yıllarca araştırmalar yapan, tarihi mekanları ziyaret ederek ortalama yüzde 70’i gerçek kitaplar kaleme alan Avgın, muhasebecilikten romancılığa geçiş sürecini ve diğer romancılardan farkını anlatıyor.
“Kentin unutturulmuş kültürel değerlerini gün yüzüne çıkarmak gibi bir misyon edindim”
1976 yılından beri muhasebecilik yapan Ali Avgın, mesleğin rakamsal sıkıcılığından kaçmak için önce musikiye sonra edebiyata sığınıyor. Musiki cemiyetiyle birlikte konserlerde neyzenlik yapıyor. Sanat ona göre bir dinlenme durağı. “Mesleğimiz hesap ve matematik işi ve zihnen çok yorucu olduğundan edebiyat benim için bir nevi teneffüse çıkmak gibi. Bir yandan da musiki cemiyetine devam ediyorum. Mesleğimdeki yoruculuğu böyle güzelliklerle dengelemek istiyorum” diyor. Önce kısa makalelerle giriyor yazın dünyasına ve ilk yazısı 1982 yılında yayınlanıyor. Ancak şimdilerde kendisini romanlara adayan bu yazara, yıllarca devam eden bu durumun nasıl olup da kendisine roman dünyasının kapılarını sonuna kadar açtığını soruyoruz. “Roman yazma fikri tamamen tevafuk oldu” diyen Avgın o süreci, “Zaten musikiye karşı da bir istidadım olunca bir Kahramanmaraşlı olarak kentin unutulmuş, unutulmaya yüz tutmuş hatta unutturulmuş kültürel değerlerini gün yüzüne çıkarmak gibi bir misyon edindim kendime. Görev bildim” şeklinde anlatıyor.
Ali Avgın’ı roman yazmak için heyecanlandıran olay
Şehrin kültürel tanıtımında eksiklik mi gördüğü noktasındaki merakımızı ise “Kültürel değerlerimiz aşikare olmuş olsaydı buna ihtiyaç duymazdım” diye yanıtlıyor yazar. Her eserinin bir ihtiyaca cevap vermek için yazıldığının altını çizerken ilk kitap çalışmasının nasıl başladığını ve bir araştırma sürecinin nasıl roman yazarlığına evrildiğini de şu sözlerle aktarıyor: “Musikiyle iç içe olduğum için 2000’li yıllarda Kahramanmaraş’ta bir zamanlar bir Mevlevihane olduğunu öğrendim ve bunun üzerine araştırma yapmaya başladım. Oranın vakfiyesini bulduk. Kapalı Çarşı içerisinde bin metrekarelik bir alan. Buranın bir dergâh olduğunu ve 18.yy’ın ikinci yarısında Mevlevihane’ye dönüştüğünü belgeleriyle bulduk. Sütçü İmam Üniversitesi’nden Öğr. Gör. Mesut Bilginer de Osmanlı arşivinden o Mevlevihane’nin Osmanlıca yazışmalarını temin etti ve bundan Maraş Mevlevihanesi üzerine bir araştırma kitabı yazmak için çalışmaya başladık. Ancak bu araştırmayı yaparken o Mevlevihane’nin son şeyhi Şeyh Selim Dede’nin hayattaki son ailesini bulduk. Ve oranın şair Faruk Nafiz Çamlıbel’in meşhur Han Duvarları şiirinin ‘Garibim namıma Kerem diyorlar/ Aslı’mı el almış haram diyorlar/ Hastayım derdime verem diyorlar/ Maraşlı Şeyh oğlu Satılmış’ım ben’ dizelerinde geçen Maraşlı Şeyh oğlu Satılmış’ın o Mevlevihane şeyhinin oğlu, Maraş’ın bir evladı olduğunu öğrendik. Bu beni çok heyecanlandırdı ve olayı romanlaştırmaya karar verdim. Böylelikle araştırma kitabı olarak yola çıktığımız süreç romana dönüştü. Maraş Mevlevihanesi kitabı daha sonra çıktı.”
“Han Duvarları şiirinin hikayesine sadık kaldım”
Her ne kadar gazetelerde köşe yazıları yazmış olsa da roman dilinin ağırlığı ve kurgusu altında ezilmemek için Büyükşehir Belediyesi’nin yazarlık atölyesine başlıyor Ali Avgın. Ve iki yıl devam ediyor. “Bir yandan kursa devam ederken bir yandan da zihnimde romanı kurguluyordum” diyen yazar, “Han Duvarları romanının yüzde 80’i gerçek hikayedir. Ayrıca Han Duvarları şiirinin hikayesine de sadık kaldım. Böylelikle kitap 2017 yılında yayınlandı” ifadelerini kullanıyor.
İkinci romanın yazılmasına Ömer Tuğrul İnançer vesile oldu
Romanlarındaki akıcı üslubunu ise musikiye olan ilgisine bağlıyor ve “Her kelimenin bir musikisi vardır. O yüzden kelimeleri o ahenge göre dizme gayreti içindeyim” diyerek sözcüklerin su gibi akması, okuyucuyu yormaması gerektiğinin altını çiziyor. Kitaplarını, duygu yoğunluğu bakımından “Ağlama garantili” olarak değerlendiren Avgın, “Aslında romanlarımızı alanlara kitapla birlikte mendil hediye etmeliyiz” diyerek tebessüm ediyor. İkinci romanı ‘Kayıp Sevda’nın da yaşanmış bir hikâyeden oluşturulduğunu kaydeden yazar, kitabın yazılmasına sebep olan kişinin ise Ömer Tuğrul İnançer olduğunun altını çizerek şunları aktarıyor: “Han Duvarları ve Maraş Mevlevihanesi kitapları yayınlandığında tasavvuf büyüğümüz Ömer Tuğrul İnançer Efendi’ye İstanbul’daki dergahta takdim ettim. Bana ‘Allah emsallerini artırsın’ dedi. Onun bu sözü bana sanki ‘Bu kitapların emsallerini hazırla’ der gibi geldi. O aşkla Kayıp Sevda’ya başladım. Bu kitapta da 1925’deki Maraş’ı anlattım. Yasaklı yılların gizemli aşkı. Ezanın yasaklandığı, şapkadan dolayı insanların asıldığı dönemleri. 1925’ten 1940’lara kadarki dönemi anlatan bir roman. O yüzden ikinci romanın yazılmasına Ömer Tuğrul İnançer vesile oldu diyebilirim.”
“Beynimde romanla geziyorum”
Gerçek hikayeleri romanlaştırmanın ağır yüklerini ve araştırma sürecinde neler yaşadığını sorduğumuzda ise en az birkaç yıl hazırlık yaptığını belirterek, “Beynimde bir romanla geziyorum” diyor. “Romanı kâğıda yazmadan önce zihnime yazıyorum” cümlesiyle günlük yaşantısının bile bambaşka bir hâl aldığını vurgulayan Avgın, “Gün içerisinde bazen şaşkınlaşırım ben. Çünkü aklıma o an romanla ilgili ya da karakterle ilgili bir şey gelmiştir. Ya da günlük yaşantımda karşılaştığım bir olayı veya kişiyi romanın bir tarafında işleyebiliyorum. İlham verebiliyor bana. O yüzden günlük hayatta algılarım açık ve bazı şeyleri romanlarıma malzeme yapabiliyorum. Ayrıca eserlerim Maraş rayihalı olduğu için kentin romanda geçen sokaklarını dolaşırken hayal ile gerçeğin yerini değiştiririm. Şehirdeki evler, arabalar bir anda yok olur gözümde ve ben hayalimde oluşturduğum bir kentte dolaşmaya başlarım. Bunlar da bambaşka bir ruh haline girmemi ve betimlemeleri daha iyi yapmamı sağlıyor” ifadelerine yer veriyor.
“Soylu bir Roma kızının hem raks etmesi hem de hüzünlenmesini çok merak ettim”
Kahramanmaraş’ın mozaik Germanicia Antik Kenti’ni konu alan ve çok konuşulan son romanı Germanicia Güzeli serüveninin de tek kare fotoğrafla başladığını belirtiyor yazar ve o süreci şu sözlerle anlatıyor: “Kahramanmaraş Müze Müdürü Ahmet Denizhanoğulları bana bir fotoğraf gösterdi. Mozaiklerle tıpkı sema eder gibi işlenmiş bir kadın resmiydi bu. Bir ucu tasavvufa dayanınca merak ettim. Tabi fotoğraftaki kız sema etmiyordu ama bende bir sempati oluşturdu bu kare. Ellerinde zil olan soylu bir Roma kızıydı fotoğraftaki. Üzerindeki kıyafetlerden hafif meşrep bir kadın olmadığı da belliydi. Oynuyordu ama yüzünde bir hüzün vardı. Soylu bir Roma kızının hem raks etmesi hem de hüzünlenmesini çok merak ettim. Bu yüzden Germanicia mozaikleri üzerine kitaplar okumaya başladım. Germanicia üzerine yazılmış tebliğleri okudum. Durum böyle olunca romanda işleyecek öyle çok konu çıktı ki karşıma. Mesela Hristiyanlıktaki Nesturilik mezhebinin kurucusu 400’üncü yıllarda Germanicia doğumlu. Ve bu kişi 4 yıl Bizans’ta, İstanbul’da en büyük din adamı olmuş. O dönemde Ayasofya yeni açılmış ve Nesturilik mezhebi tek tanrı inancına daha yakın. Bunların felsefesinde Hz. Meryem, Tanrı anası değildir. Dolayısıyla Germanicia doğumlu olan bu din adamını romanımda işledim. Çünkü bu çok önemli bir noktaydı.”
“Gerçek Hristiyanlar gibi düşündüm ve öyle kaleme aldım”
Ayrıca Germanicia Güzeli romanında çeşitli tarihi olaylara da yer verdiğinin altını çizen Avgın, meşhur Eshab-ı Kehf olayının da Kahramanmaraş’ın ilk 500 yılında yaşandığını ve dolayısıyla kitabında bu konuya da geniş yer verdiğini aktarıyor. “Yedi uyurlar Maraş’ın 400’üncü yılında uyanıyor ve ben Eshab-ı Kehf’in Germanicia ile bağını kurarak anlattım” diyen yazar şöyle devam ediyor: “Eshab-ı Kehf’in Maraş’ta olduğunu araştırmalarımda da hep buldum. Kitabı yazarken İncil hep masamın üzerindeydi. İncil’de Eshab-ı Kehf’in nasıl geçtiğini araştırdım. Bin 500 yıl öncesini yazmak o kadar zordu ki. Çünkü İslami terminolojiyi kullanamıyorsunuz. O dönemi gerçek Hristiyanlar gibi düşündüm ve öyle kaleme aldım. Çünkü mozaikleri geziyorum, açık açık haç işareti yok. Ancak Nesturi oldukları ve zulümden kaçtıkları için mozaikleri resmederek sembolleştirmişler. Mesela mozaiklere horoz resmi yapmışlar. Araştırmalarımda horozun haksızlığa başkaldırmanın sembolü olduğunu öğrendim. Sembollerle inançlarını duyurmaya çalışmışlar. Çoban, Hz. İsa’yı; ceylan ise saflığı remz edermiş.”
İşte yazarına roman karakterinin kaderini yaşatan olay
Romanında yer verdiği karakterin kaderini yaşadığı olaydan ve kitapta o olaya nasıl yer verdiğinden de bahseden Avgın şunları kaydediyor: “Kitabın kapağındaki Germanicia Güzeli dediğimiz kız, sevmediği bir komutanın oğluyla evlenmek zorunda kalır. Esas sevdiğine kavuşamaz. Sevdiği oğlan da kızın resmini mozaiklerle işler. Bir şekilde kız ve daha sonra komutan olan kocası, kentin ileri gelenlerinden olan o mozaiklerin bulunduğu villa sahibini ziyarete geldiğinde mozaikleri görür ve oradaki kadının eşi olduğunu anlar. Komutan, karısının resmini mozaiklerle işleyen delikanlı için ölüm kararı verir. Halk, Germanicia meydana toplanır. Komutan ve karısı ölümü en iyi izleyecekleri yere geçerler. Ortaya bir kütük koyulmuş ve delikanlının başı kesilecek. Zalim komutan Dorkon, delikanlı ölüm hissini iliklerine kadar hissetsin diye, ölüm emrini vermek için elini havaya kaldırır ve öylece uzun süre bekler. Sonunda baş parmağını yere çevirip cellada ölüm emrini verecekken büyük bir gürültüyle Germanicia depremi meydana gelir ve Dorkon’un eli havada kalır. Benim kitapta bu şekilde anlattığım olay 521 yılında gerçekleşiyor. Ve 15 asır sonra benim Germanicia Güzeli kitabım yayınlandıktan bir buçuk yıl sonra aynı kentte, aynı bölgede, aynı şiddette büyük bir deprem oldu. Asrın felaketinde kitabın yazarı olarak bendeniz o depremde, o duyguları bizzat iliklerime kadar yaşadım. 11 saat enkaz altında kaldım. Uzun bir tedaviden sonra tekrar hayata döndüm. Kitapta deprem olduğunda Dorkon’un eli havada kalmıştı. Galiba 15 asır sonra intikamını aldı benden. Ben de alçılı vaziyette günlerce tıpkı onun gibi elim havada gezdim.”
YASAL UYARI: İzinsiz, kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz.