Aşılama hakkında doğru bilinen 7 yanlış
Belirli bakteri veya virüslerin zayıflatılmış halinin, herhangi bir parçasının veya etkisizleştirilmiş toksininin vücuda verilmesi ve böylece koruyucu antikorlar ve hafıza cevabının oluşturulması işlemi olan aşılama, daha önce ölümcül olan birçok hastalığın kökünün kazınmasını sağlayan bir koruyucu sağlık uygulaması olarak önemini her daim koruyor.
Acıbadem International Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İhsan Şehla hem birey hem toplum sağlığı açısından görünmeyen faydaları, görünen ve nispeten çok daha hafif yan etkilerinden kat kat fazla olan aşılama işlemiyle ilgili doğru bilinen yanlışlar hakkında bilgiler verdi.
“Aşı yaptırmaya gerek yok, vücut çocukluk çağında bazı enfeksiyonları geçirsin ki bağışıklık sistemi doğru gelişsin”
Bu görüş ilk bakışta mantıklı ve doğru gibi görünse de çok sorunlu! Kızamık, suçiçeği, difteri, çocuk felci ve benzeri hastalıklardan iyileşen çocuklarda elbette bir bağışıklık gelişiyor. Ancak sırf aşılatılmadığı için, bir anda salgına dönme ihtimali çok yüksek olan bu hastalıkları atlatamayıp hayatını kaybeden ya da iyileşemeyip sakat kalan çocuklar açısından bakıldığında durum böyle değil. Çocukları koruyucu bir seçenek varken “kendisi iyileşsin” riski hiçbir sorumlu ebeveynin almak istemeyeceği bir risk.
“Bu hastalıklarla karşılaşan çocukların büyük kısmı iyileşiyor, sadece bağışıklık sistemi bozuk ya da kronik hastalığı olan çocuklar etkileniyor. O zaman sadece bunlar aşılansın”
Bu da yanlış ve bilimsel temelden yoksun bir yaklaşım. Bu hastalıklara bağlı ölüm ve sakatlık gelişmesi için önceden bir sorunun olması gerekmiyor. Önceden sağlıklı ve hiçbir hastalığı olmayan çocuklarda da sakatlık veya ölüm gerçekleşebiliyor. Bağışıklık sistemi gelişsin diye bir çocuğu bu hastalıklara maruz bırakmak bir ülkenin kendi ordusu savaş tecrübesi kazansın diye güçlü düşman bir ülkenin askerlerinin ülkeyi işgal etmesini beklemeye benziyor. Düşmanı iyi tanımak ve anında reaksiyon vermek, saldırıya uğramak ve kayıp vermekten daha az maliyetli bir strateji. Aşılar da bağışıklık sistemine düşmanlarını tanıtmak açısından bulunmaz fırsatlar.
“Aşılar 1 yaşından küçük çocuklarda ölüm ve sakatlık oranlarını azaltmıyor neden 1 yaşından önce aşılama olsun?”
Tıbbın, aşıların ve bebek bakımının çok gelişmesinden sonra bile bu iddiaları öne sürmek konu hakkında yeterli bilgi sahibi olunmadığını gösteriyor. Örneğin boğmaca hastalığının en çok etkilediği grup 1 yaşın altındaki çocuklar. Bugün dünyada ilk 2 ay boyunca aşısız olduğu için duyarlı bebekleri korumak için bilim otoriteleri evde beraber yaşayan yetişkinlerin de önceden aşılanmasını öneriyor, buna “Koza Stratejisi” adı veriliyor. Örneğin aşılamanın iyi olduğu bölgelerde tetanoz hastalığına bağlı bebek ve çocuk ölümleri çok az görülüyor ve bu sadece hijyen ve iyi bakımla açıklanabilir bir tablo değil. Ayrıca, özellikle 6-36 ay arası çocuklarda en sık menenjit nedeni olan iki bakteriye (H.influenza tip B ve Pnömokoklar) karşı geliştirilmiş aşılar sayesinde bugün bu bakterilere bağlı menenjit çok azalmış durumda. Bu aşılar sadece menenjiti değil zatürre, sinüzit ve kulak iltihabını da azaltan etki gösteriyorlar.
“2 yaşından önce bu kadar yabancı maddeyi vücuda vermek yanlış”
Bebeklerin bağışıklık sistemi gelişmeye devam etse de yeni doğmuş bebeğin de etkili bir bağışıklık sistemi var. Çevremizde bu bağışıklık sistemini uyaran ve olumlu/olumsuz etkileyen milyonlarca partikül mevcut. Bunlar soluduğumuz havada dolaşan polenler, kimyasal maddeler, duman, su damlacıkları vb. olabildiği gibi annenin yediklerinden sütüne geçen maddeler veya bebeğe verilen besinler de olabilir. Bu kadar yoğun bir bombardımana maruz kalan bir organizmanın, sayısı 20'yi bulmayan aşılardan daha fazla etkilenmesini beklemek hem akla hem de şimdiye kadar milyarlarca doz yapılarak ciddi tecrübe sahibi olunan aşılarla ilgili bilimsel sonuçlara uygun değil.
“Aşılar ve içeriğindeki cıva, alüminyum gibi maddeler otizm ve/veya beyin hasarına sebep olmaktadır”
Aşılar ile ilgili sorun olduğunu iddia eden görüşlerin hiçbiri bilimsel ölçütleri baz almıyor. Örneğin, Andrew Wakefield’in 1998 yılında Lancet’te yayınlanan ve süt çocukluğu döneminde verilen KKK (Kızamık Kızamıkçık Kabakulak) aşısı ile otizm arasında ilişki olduğunu öne süren çalışma, metodu ve verileri toplama şekli yanlış olduğundan daha sonra geri çekildi. Üstelik ne bu çalışmada ne de sonra birçok ülkede yapılan çalışmalarda aşı ile otizm ilişkisi kanıtlanabilmiş değil. Danimarka’da 1991-1998 yılları arasında dünyaya gelen 537.303 çocuğun aşılanma durumu ve otizm tanısının incelendiği çalışmada ise KKK (kızamık-kızamıkçık-kabakulak kombine aşısı) aşısı yaptıran ve yaptırmayanlarda otizm için görece risk açısından hiçbir fark rapor edilmedi. Otistik çocuklarda aşılanma zamanı ile otizm gelişimi açısından bir ilişki de saptanmadı.
“Grip aşısı Gullian Barre Sendromu'na (GBS – ilerleyici kas zayıflığı veya felci ile seyreden akut hastalık) sebep oluyor”
Bu inanış da bilimsel verilerle yalanlanmış durumda. ABD’de 1976 yılında meydana gelen domuz gribi salgını sırasında 100.000’de 1 oranında Guillain-Barre Sendromu (GBS) gelişen olgu bildirildi; fakat yapılan araştırmalar aşı sonrası ortaya çıkan bu patoloji oranının GBS’nin toplumdaki sıklığının altında olduğunu; aşılanmamış olup grip geçirenlerde GBS’nin daha yüksek sıklıkla ortaya çıktığını ortaya koydu.
“Gelişmiş ülkelerin alt yapısı iyi olduğundan aşılara ihtiyaç yoktur”
Kontrol altında diye düşünülen bir hastalığın aniden ortaya çıkıp yayılabileceği, Japonya, Avustralya, İsveç gibi ülkelerde tecrübe edildi. 1974 yılında Japon çocuklarının yüzde 80’ine boğmaca aşısı uygulanmakta iken aynı yıl bütün ülkede sadece 393 boğmaca olgusu rapor edildi, boğmaca ile ilişkili tek bir ölüm bile rapor edilmedi. Daha sonra aşılanma oranları düştü ve sadece yüzde 10 çocuk aşılanır hale geldi. Bunun sonucunda 1979 yılında 13.000’den fazla kişi boğmacaya yakalandı ve hastaların 41’i hayatını kaybetti. Rutin aşılamaya dönüldüğünde ise hastalık sayıları yeniden düştü. Yani ülkenin gelişmişlik seviyesi aşılama yaptırılması gerekliliğini ortadan kaldırmıyor.