Başkan Balcıoğlu, "Fiyatları artırmak yerine piyasayı istikrarlı hale getirmeliyiz"
BLC GROUP Yönetim Kurulu Başkanı Şahin Balcıoğlu, BloombergHT'de katıldığı programda deprem sonrası geçen 11 aylık süre zarfında Kahramanmaraş genelinde yapılan çalışmaları ve son durumu değerlendirdi.
BloombergHT’de Reyhan Baysan’ın sunuculuğunu yaptığı ‘Fokus’ programına katılan Şahin Balcıoğlu, Kahramanmaraş ekonomisi hakkında açıklamalarda bulundu.
“İNSANLAR NE YAPACAKLARINI BİLMİYOR”
Balcıoğlu, ilk olarak; “Problemler hala devam ediyor. Evet, bir deprem oldu. Kimsenin bilmediği bir deprem oldu. Bu depremi kimse bilmediği için de kimin nasıl bir aksiyon alacağını da karar veremedi. Bir şeyler karar verildi, sonra değiştirildi. Sonra başka şeyler çıktı. Birde global Türkiye ile ilgili alınan kararlar var ve bunlar da bizi etkiliyor. Ama biz isterdik ki bir ayda, iki ayda bir karar verilsin. Bu karar doğru bir karar olsun. Ama olmasa bile bir karar verilsin ve bu karar hiç değilse insanlar ne yapacaklarını bilsinler. Şimdi insanlar ne yapacaklarını bilemiyorlar. Sonra bu karar değişiyor. Sonra bu karar tekrar konuşulup bir şeyler yapılıyor. 11 ayı bitirdik. Bu süre zarfında Kahramanmaraş inşa edebilir miydi, inşa edebilirdi. Eğer gideceği yolu bilseydi” dedi.
Balcıoğlu, açıklamalarının devamında ise, şunları kaydetti: “Herkes, her bakanlık diyeyim, her kurum kendince bir şeyler yapıyor, herkes çalışıyor. Yani hiç kimse çalışmıyor, arkasını döndüler dersek yalan olur, günah olur. Bugün sosyal medya gündemi belirliyor. Biz hala orta hasarlı binaların ne olacağına karar vermeye çalışıyoruz. Orta hasarlı binaya karar veren, bilirkişi diye imza atan insanların problemi var Maraş'ta. Sıfatı bilirkişi, altında imzası var ama ne bildiği ile ilgili bu arkadaşlarımızın bizce çok bir bilgi yok. Bu bir eksiklik değil, tamamen yanlış. Bir bina kaç günde yapılır, bir ev nasıl alınır? İnsanlar 20 yıllık, 30 yıllık birikimlerini, tasarruflarını yememiş içmemiş biriktirdiği şeylerle bir ev alır, o da parası yetmez biraz da kredi kullanır, daha birkaç yılda onu öder. Şimdi bu yıkılmış adam ne yapacak bilmiyorum. Birisi gelmiş burası ağır hasarlı demiş. Bununla ilgili o kadar çok örnek var ki Kahramanmaraş'ta. Neresi, nasıl olursa ağır hasarlı olur. Bir defa bunun tarifi yok. Adam yoldan geçerken bakmış ağır hasarlı demiş. Dolayısıyla burada bir uzmanlık sahibi olması gerekiyor.
İnsanlara net bilgi verilmiyor. Dolayısıyla bir bilirkişi evet okumuş, üniversite bitirmiş, üniversiteyi bitirmiş mi bilmiyoruz. Kaç yıldan beri Türkiye'de pandemi yaşıyoruz? Avrupa'yı bilmiyorum ama bizim insanımız bunlar. Okula gitmeyen öğrenciler okul bitirdiler ve diploma aldılar. 1978 yılında yapılan bina için bir rapor okudum. Bilirkişi yine adı bilirkişi sıfatı, daha doğrusu altında imza atmış, nervürlü demir kullanılmamıştır diye ibare kullanıyor ve bu insan tutuklu. Bu söylediği laftan dolayı o insan tutuklu. Nervürlü demir imalatı var mıydı? Türkiye'de öyle bir imalat yoktu ama o okulda bunu öğrendiği için nervürlü demir olması gerekir diye yazmış gitmiş. Çokta umurunda değil insanların. Birçok bina tekrar müracaat edip ya gelin bakın bizim yerimiz ağır hasarlı değil diye. Onlar da ağır hasarlıdan yalnızca orta hasarlıya çeviriyorlar burası az hasarlı demiyorlar. Düşünün bir bina var onu taşıyan yüz tane kolon var. Bu kolonun bir tanesi kırılmış. Sizce nedir bu? Hiç inşaat bilginiz olmasın. Hiç böyle bir yapı bilginiz olmasın. Bir tane kolon kırılmamış o da çatlamış. Bu bina ağır hasarlı mıdır, orta hasarlı mıdır? Yani böyle gariplikler yaşıyoruz. Belirsizlik var, hatalar yapılıyor diyorsunuz ve işleri yavaşlatan bir süreç. İş yürümüyor. Böyle olunca herkes bir taraftan çekiyor.
İş dünyası açısından ise yavaş yavaş arkadaşlarımız işlemlerini yapıyorlar, yürütmeye çalışıyorlar ama yürütürken eleman bulmakta sıkıntı çekiyorsunuz. Bir kısmı ölmüş, bir kısmı şehirden taşınmış olan insanlarla iş yapmaya çalışıyorsunuz usta dediğimiz. Bu tadilat, tamirat, inşaat işlerinde insan bulmak zordu. Şimdi rahatladı herkes. Biraz daha rahat çalışıyoruz. Çalıştığımız şeylerle ilgili satımında zorlanmaya başladık. Neden? Çünkü bizim 1 yıl önce bizden mal alan müşterilerimiz. Biz mal veremeyince bizim en yakın rakibimize gitti ve oradan almaya başladı. Geri getirmek hadi deyince olmuyor. Ufak tefek aksaklıklar da çıkıyor. Yani biz üretimi yaparken bir gün gecikiyor, iki gün gecikiyor. Çünkü makinemizin bir yerinde bir şey kopuyor. Böylece yürümeye çalışıyoruz.
“BİZİ BÜROKRASİYE BOĞMAYIN”
Bize para verin, kredi veren faizsiz olsun böyle bir isteğimiz yok. Bizim isteğimiz net olarak şu. Bizi bürokrasiye boğmayın lütfen. Bir yasa çıkmış bilmiyorum. Ben inşaatçı değilim ama daha sonra düzeldi bu yasa. Şu anda orta hasarlı binaları güçlendirebilirsiniz dediler. Türkiye'de 16 tane 17 tane olan bir mühendisin imzası gerekliymiş. Biz o insanları bulabilir miyiz? İstanbul depreminin konuşulduğu, binlerce konutun, milyonlarca yerin, binanın, inşaatın olduğu bir yerde o insanlar bize düşer mi? Düşmez. Dolayısıyla değişti bu yasa. Üniversitelerden de bunun için izin alınabilir gibi. Bizi kendi halimize bırakın. Değil Birçok mühendis, birçok müteahhit tutuklu. Neden tutuklu? Çünkü duvarın içinden biz sorumluyuz. Sorumluluğu bize ait. Biz taahhüt edelim. Diyelim ki biz bunu yapıyoruz. Bunu kurallarına göre yapıyoruz. Git gel onayla, şunu yap, bunu yap, bilmem ne uzuyor bu işler. Bu işler uzayınca ne oluyor? Bu işler uzayınca biz pazarımızı kaybediyoruz, müşterimizi kaybediyoruz. Türkiye'nin depremden önce yüzde 35 iplerini üreten, yüzde 38 denimi üreten, yüzde 74 çeliği üreten, kapalı çarşıdan sonra en çok altın istenen kenti yalnızca bir şey üretmiyor. Bir sürü üretenin ham malzemesini üretiyor. Denizli'nin, İzmir'in, İstanbul'un, Bursa'nın, Çorlu'nun, Adapazarı'nın ham maddesini biz üretiyoruz.
“SİGORTADAN İŞLETMECİLER OLARAK CİDDİ BİR ZARAR GÖRDÜK”
İşi bırakan arkadaşlarımız var. Mesela geçen hafta bir eski bir dostum, arkadaşım, bir iplik fabrikası vardı, açmayacağım diye karar verdi. Çünkü sigortadan aldığı para o işin yarısını bile karşılamıyor. Yani bırakın işini kurmayı, yerine yenisini yapmayı, yarısını bile karşılamıyor. Biz sigortadan işletmeciler olarak ciddi bir zarar gördük. Bize para vermemek için her yolu denediler ve kanunun kendilerinin çok iyi bildiği bütün açıklığı kullandılar. Yüzde 40'ın üzerinde birkaç firmamızın dışında çok sigortadan para alan olmadı. Bankadan kredi kullanacağız. Sigorta derdimize derman olmadı dedik. Bankaya gittik. Banka bize hayhay kredi veriyim. Siz bizim iyi müşteri missiniz? Ama teminat ne vereceksiniz diyor doğal olarak ve ev yıkılmış, dükkan yıkılmış neyi teminat vereceksiniz? Orada da sıkıntı yaşadık. Şimdi yeni dönemde de yine ekonomik dünyadaki bu ekonomik sıkıntıların bizdeki yansımasıyla bir sürü zamlar var, işte asgari ücret zamlandı. Zamlar olmamalı mı, biz zamlar olmamalı deme şansımız yok. Zamlar olmalı ama zam kullanmanın anlamı alım gücünün artması, daha fazla alabilmesi. Zamdan önce daha fazla alamıyorsanız bu bir zam değil. Ama burada asıl istediğimiz, beklediğimiz şu fiyatları artırmak yerine bizim piyasayı güçlendirmemiz gerekir. Vakti zamanında rahmetli Kemal Derviş yine böyle hazinede para yok, KDV'yi yüzde 20'ye çıkaracağım diye bir düşünceyle odalar birliğine geldiğinde o toplantının sonucunda artırmakla bu toplanmaz. Hazineye para diye bir karar çıktı ve buna Kemal Derviş’de ikna oldu. Biz artırarak olmaz. Bizim hazineye para toplamamız ve herkesin bu işten kazanmasının bir tek yolu var piyasayı açmak ve piyasayı döner hale getirmek. Zamları kapatmak değil, daha düşürüp önünü açmak. Ben şunları size önünüzü açıyorum, buyurun diyebilmeli birileri. Çünkü ben çalışmadığım süre düşünün. Sanayici, iş adamından başlayalım. Bir esnaf şimdi asgari ücretin maliyeti 23 bin lira deniyor. Kağıt üstündeki sigorta servisi, yemeği vesaire eklerseniz 25-28 bin lira civarında. 25 bin lira diye yuvarlak kolay hesap için söyleyeyim. Bir esnafın iki tane elemanı varsa 50 bin lira ona para ödeyecek. Artarsa üç kuruş evine ekmek götürecek. Sizce bugün mümkün müdür? Aynı şey sanayici için geçerli. Sanayici bu paraları ödeyecek, sonra bir iş yapacak ve bu maliyetlere katlanacak. Kime? Türkiye'de zaten alım gücünü düşürdük insanların. Şuan zor alıyorlar. Kira derdinden bilmem ne derdiyle uğraşıyor insanlar. Kış, odun, kömür, ısınmak ile çocuğun hastalığıyla uğraşıyorlar. Şimdi bunların üstüne. Bunları eklediğinizde biz bir fiyat koyduğumuzda ya da sanayici bir fiyat koyduğunda biz dünyada tek satıcı değiliz. Biz Çin'le rekabet ediyoruz. Biz Hindistan'la rekabet ediyoruz. Ve biz yeni Türki Cumhuriyetleri ile rekabet ediyoruz. Ve şu an Maraş'taki bizim müşterilerimizin neredeyse yüzde yetmişi, eski müşterilerimizin neredeyse yüzde yetmişi Çin'den mal alıyor. Bizim fiyat belirsizliğimiz dış piyasada da sorun yaşamamıza neden oluyor. İnsanlara yeniden ticaret öğretiyoruz. İnsanların yeni yılda bir sürpriz beklentisi yok ortak görüş belli oranlarda artışı olarak görünüyor.”