Her nesle rehber Celaleddin Ökten
Ömrü vefa edenler Osmanlı'yı uğurlamış, Cumhuriyet'i karşılamış. Bu toprakların en derin kırılmaları yaşanıyor. Hemen bağrına basanlar var yeni rejimi. Küsüp içine kapananlar ise sessizce izliyor tarihin seyrini. İnzivaya çekilmek yerine yel değirmenleriyle savaşmayı tercih eden pek az kimse var. İşte onlar kendi dünya ve ahiret tasavvurlarıyla her neslin öncüsü oluyor.
MUHAMMED ARİF İNCEGÜL
Ömrü vefa edenler Osmanlı'yı uğurlamış, Cumhuriyet’i karşılamış. Bu toprakların en derin kırılmaları yaşanıyor. Hemen bağrına basanlar var yeni rejimi. Küsüp içine kapananlar ise sessizce izliyor tarihin seyrini. İnzivaya çekilmek yerine yel değirmenleriyle savaşmayı tercih eden pek az kimse var. İşte onlar kendi dünya ve ahiret tasavvurlarıyla her neslin öncüsü oluyor. Bu vasıfların şahsiyet kazandığı rehber isimlerden biri, Mahmud Celalleddin Ökten. İlmiyle amil, 'hocaların hocası', imam hatip okullarının müessisi nam-ı diğer Celal Bey.
Ne teslim olmak ne de toplumdan kaçmak… Meşakkatli yolu seçenlerin rehberidir, Ökten Hoca. Osmanlı'nın medrese eğitimiyle Cumhuriyet’in modern tedrisatını harmanlar. Mütedeyyin, pozitif ilimlere hâkim, Hakk'ı âli tutan bir nesil inşa etmektir gayesi. Ömrünün son demlerine kadar kürsüden de minberden de inmez. Arapça muallimi, psikoloji teorisyeni, filozof, mutasavvıf Celaleddin Hoca, imam hatiplerin açılması için yıllarca mücadele eder. Gayret ve sabırla amaca matuf olur. Doğu'yu Batı kadar tanır. Davadan vazgeçmek isteyene celallenir: "Dindar görüneceğiz diye mutaassıp olmayın! 'Aydın' desinler diye de taviz vermeyin.” Velakin, son demlerinde kurumların, hayalinin gerisinde kaldığını fark eden de odur. Özel bir okulda pozitif ilimlerle İslami ilimleri öğretmeyi tahayyül eder. Bu hayali gerçekleştirmek onun talebelerine nasip olur ancak.
Şehre sığamamak
Celalleddin Hoca, 1882 yılında Trabzon’da dünyaya gelir. Hocalığın rızık kaygısıyla değil fahri olarak yapıldığı seneler. Babası Salih Zihni Efendi, yörenin ilimde ve ticarette tanınan kimseleri arasındadır. Yedi yaşında öksüz ve yetim kalan oğul, şehirdeki bütün medreseleri başarıyla tamamlar. Babaannesinin nezaretinde büyüyen Ökten, bir süre sonra şehre sığamaz. İlim aşkıyla yanıp tutuşur. İlk gençlikte Trabzon Merkez Camii imametini üstlenir. Akrabalar İstanbul'a gitme istediğini duyunca, "Seni evlendirelim." derler. Cennet mekân hoca, "İlla İstanbul'a gidip okuyacağım. Benim evleneceğim kız henüz doğmadı hem." diye cevaplar. Hakikatte öyle olur. Bu diyalogdan çok seneler sonra eşi Mahmude Hanım ile hayatları birleşecektir. Kendisi otuz dokuz, refikası ise on yedi yaşındadır. Kızları Dr. Hümeyra Ökten Hanımefendi aralarındaki uyumu Nevin Meriç'e 'Dindar Bir Doktor Hanım' kitabında aktarıyor: "Babam hocalıktan alınınca anneanneme haber göndermiş. İşimi kaybettim. Belki kızınızı vermek istemeezsiniz. O ise, 'Biz kızımızı hocanın vazifesine değil, şahsına veriyoruz.' diyerek dedemin uzun süredir babamın sertliği sebebiyle tereddüt ettiği izdivaca müsaade eder. Babam otoriter, merhametliydi. Annem zeki ve çalışkan biriydi. Yaş farkı aralarında bir defa bile mesele olmamıştır."
"Fransızca ve cebir kitapları için cep saatimi sattım ”
Celaleddin Ökten Hoca, İstanbul'a ulaşır ulaşmaz Şekerci Han'da bir oda tutar. Fatih Camii'nde medrese eğitimine başlar. Öte yandan Darül-Muallimin'e yazılır. Tek başına geldiği şehirde geçim zorluğu yaşadığı da olur. Matematik ve Fransızcayı geliştirmek için azami gayret sarf eder. Maddi imkânsızlıklara nasıl göğüs gerdiğini ise evlatlarına, "Cep saatimi sattım Fransızca ve cebir kitapları için." sözüyle anlatır.
Darül-Fünun'da felsefe ve edebiyat alanında ihtisas yaparken İstanbul Sultanisi'nde (İstanbul Erkek Lisesi) Arapça hocalığına başlar, ancak rejim değişikliği ve inkılaplar Arapça derslerinin lağvedilmesiyle kendisini gösterir. Sene 1929’dur… Celal Hoca'nın "Bu yaştan sonra cehenneme seccade seremem." diyerek bazı teklifleri geri çevirdiği de vakidir. Onun hayatında önemli yer tutan bir ihtisas alanı daha vardır: Rüyalar… Mananın önce kalbe sonra dile döküldüğü bir ilimdir rüyalar onun için. Kendisine bu ilmi zerk eden kişi Nureddin Cerrahi Tekkesi şeyhlerinden Fahreddin Efendi'dir. Hayatı boyunca muhabbet ehliyle temasını sürdürür. Rıfai Dergâhı, Kaşgari Dergâhı tekke ve zaviyeler kapalıyken bile onun gibi sadık dostlarının çabasıyla mahzun kalmaz. Her gülü koklar lakin, Fahreddin Efendi'ye intisap eder. Rüya tevil edebildiğini duyanlar yolunu keser. O kadar çok soru soran olur ki, bir gün dayanamayıp şeyhine dönüp, "Bunun bir parçasını benden geri al." diyerek nükte eder. İşte en dara düştüğü vakitlerde Rahmani rüyalarla hayatı ışır. Rüyasında kendisine bir somun ekmek uzatılır. Sabah zevcesi Mahmure Hanım'a, "Müjde, bana yakında iş teklif edecekler." der. Bir zaman sonra kendisine Cağaloğlu Kız Orta Mektebi'nde yurt bilgisi öğretmenliği verilir. Tenzil-i rütbe olsa da talebelerinden uzak kalmak istemez.
Derdi sadece maişet olmadığından felsefe çalışmalarını sürdürür. İslam felsefesi üzerine öğrencilerini aydınlatır. Zahiren Celal Hoca kravatlı, şapkası başında baştan aşağı modernleşmeye ayak uydurmuş görünür. Sakalını tüm 'yobaz hocalar' yaftalarına aldırmadan, ömrü boyunca kesmez. Evine adım attığında Şam hırkasını, takkesini kuşanır. II. Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında Türkiye ikili parti sistemine nihayet geçmeyi başarır. Celalleddin Hoca'ya imam-hatip kursu açılması için teklif gelir. Ökten on aylık kursla sadece ezan öğrenilir kanaatindedir. Ama hemen kolları sıvar. Sene 1949… Kursa o kadar az talep olur ki müfettişler geleceği zaman sokaktan işçi bulur. Onlara yevmiyelerini verir, sıralara oturtur. Gel zaman git zaman, sadece elli kişi kursu tamamlar. İlgisizliğin kaynağını gençlerde değil devrin ilim ehlinde arar. Yakın arkadaşları Nurettin Topçu, Mehmet Akif Ersoy, Tevfik İleri, Fuat Başgil gibi isimlerle 'dini bilen genç' meselesini durmaksızın tartışması bundandır.
Celal Hoca, ziyaretinde Fahreddin Efendi'den gençlerin dinî ilimlerin tamamını öğreneceği bir mektep olsa dileğini şöyle dile döker: "İtalyan mektebi, Fransız mektebi var. Siz neden Arapça tedrisat adı altında bu gibi bir din-diyanet öğreten okul açmıyorsunuz? Siz de böyle bir okul açsanız." Ökten bu sözü emir telakki eder. Derhâl bir imam-hatip okulları nizamı hazırlayıp Ankara'ya yollar.
"Peygamber sevgisi ehl-i beyt muhabbeti bu okullarda öğretilsin"
Günler, aylar geçer. Yılmadan maarif vekilliği ile temasını devam ettirir. Asla ümidini kaybetmez. Bürokrasi onu vazgeçirtmez. Bahaneler, geri çevirmeler sürse de o niyetini diri tutar. Derken rüya ile aydınlanır yine yolu. Şeyhi, gördüklerini, meselenin Hazreti Ali'ye muhabbet besleyen bir kişi tarafından çözüleceğine yorar. Dahasını öğrenmek istediyse de öğrenemez şeyhinden.
Ankara'ya aynı taleple ulaşır. O gün umutla beklerken birisi hiddetlenip, "Artık anla seni oyalıyorlar. Bakan gelmeyecek. Sen usan diye uğraşıyorlar." deyiverir. Hocanın cevabı, neden her nesle öncü olduğunun işareti niteliğinde: "Ben üzerime düşeni yapıyorum. Allah katındaki, kullar yanındaki mesuliyetimi üzerimden atıyorum, gerisinin hesabını başkası verir." der. Sabırla beklemeye devam eder. İçeriden mührün sesi işitilir. Vekaleten vazifeyi yapan biri imzayı atmıştır. Celaleddin Hoca, mütebessim, "Sen ne güzel evlatsın. Allah razı olsun." diye dua eder. O kişinin cevabı ise rüyanın ayniyle vuku bulmasıdır sanki: "Kıymetli hocam, ne olur bizi duada unutma. Bakma bende namaz niyaz yoktur. Fakat büyüklerimizden gördüğümüz kadarıyla Hazreti Ali'yi severiz. Allah sizin gibi hocaefendilerden razı olsun. Bizler cahil yetiştik. Sizin açtığınız mekteplerde, yeni nesil hem Allah muhabbetini hem Hazreti Peygamber ve ehl-i beytinin muhabbetini bizden daha iyi öğrenir."
"İstanbul'da bir imam-hatip okulu açılsın. Başına Celaleddin Ökten geçsin." denildiğinde 1950 olmuştur tarih. Ökten, yarım asırdır zaten öğretmenlikle meşguldür. Emekli olmak yerine o vazifeyi kabul eder. İki partili sistemin meyvesi 'İlim Yayma Cemiyeti' faaliyetlerini sürdürüyordur. Ama 'cami tamiri, şadırvan yapımı cemaati artırmaz.' bunu iyi bilir hoca. Bu sebeple dinî eğitim meselesini sürekli gündemde tutar. Yedi yıllık imam-hatip okulu fikri artık kulağa daha hoş geliyordur. Ömrünün hazan mevsimi yoktur Ökten'in. Yetmiş yaşında İstanbul İmam-Hatip Lisesi'ni Vefa'da bir konakta eğitime açar. İlk okulların depolara attığı kırık sıraları tamir eden birkaç gönüllü marangozun alın teri, okullarından kaçıp yardıma gelen talebeler eliyle tabii…
Allah ile ahit yaptım
Hayatının son günlerine kadar ilimle meşgul olan Celaleddin Ökten, on beşi talebelik, elli beşi hocalık olmak üzere tam yetmiş sene davasının sadık neferi olarak kalır. 21 Kasım 1961'de Hakk'a yürümeden birkaç gün öncesine kadar Soğanağa Camii'nde İhya vaazlarını sürdürdü. Kitap okurken göğsüne saplanan hafif bir ağrıyla ölüm anı gelir. İmam-hatiplerde Arapça'nın yetersiz kaldığını düşündüğü için Millî Eğitim Bakanlığı'na yetmiş yaşında dava açar. Vefatıyla dava da mahzun kalır. Oğlu Prof. Dr. Sadeddin Ökten onun öğrenme ve öğretme aşkını Serkan Bilge'ye verdiği röportajda şöyle dile döküyor: "Allah'la ahid yaptım, derdi. 'Allah'la ahidleşilir mi?' Başka kimle ahidleşilecek?' Babam diyor ki: 'Ya Rabbi senin bu kitabının lisanını bana nasip eyle, ben de ölünceye kadar senin kitabının dellalı olayım."