Usturlap yapımcısı Cebrail Çukurkaya'nın amacı, İslam'ın bilime katkısını anlatmak
Bir zaman yolcusu o. Sanatı bilimle birleştiren ve bugünden yola çıkarak milattan öncesine kadar giden bir yolcu hem de. İslam bilim tarihini araştırarak geçmişte kullanılan zaman aletlerini yeniden yapan ve ağırlıklı olarak usturlap çalışmaları gerçekleştiren Cebrail Çukurkaya sanatını, İslam'ın bilime olan katkılarını anlatmak için icra ediyor.
Röportaj: Narin DEMİRCİ
Usturlap yapımcısı Cebrail Çukurkaya’nın adeta kutsal bir mabedi andıran atölyesinden içeri girerken sanki kulaklarınıza şair Cahit Zarifoğlu’nun fısıldadığını hissediyorsunuz. Şair, “Bir duruşu olmalı insanın. Bir bakışı, bir anlayışı, bir aşkı, bir davası olmalı” diyor ya; işte o atölyede duruşu da görüyorsunuz, anlayışı da, aşk ile yapılan çalışmaları da, davayı da. İşlevine herhangi bir etkisi olmamasına rağmen aletlerin görünmeyen kısımlarını bile aslına uygun olması için nakış gibi işleyen bir adanmışlık onunkisi. Ve İslam’ın bilimi her zaman desteklediğini haykırmak istiyor. Hem de öyle bir haykırmak ki, atölyenin bütün taş duvarları, yaptığı bütün eserleri tüm hücrelerinize kadar hissettiriyor size o sessiz çığlıkları. Ve saygıyla eğiliyorsunuz imza atılan eserler ve o adanmışlık karşısında.
Çocukluk yıllarında başlıyor ondaki üretme arzusu. “Hep makine mühendisi olmak istemiştim” diyerek bahsediyor o yıllarda kurduğu hayallerinden. Sanata karşı özel bir ilgisi olan Çukurkaya, hat ile giriyor el sanatları dünyasının kapısından. Sonra kaligrafi, ahşap oyma ve kalemkârlıkla devam ediyor. Bir gün yolu İslam, Bilim ve Teknoloji Müzesi'ne düşüyor ve İslam bilim tarihine ilgi duymaya başlıyor. Böylelikle öğrendiği bütün sanat dallarını taçlandırarak usturlap yapmaya başlıyor. Kendisini İslam bilim tarihinde kullanılan zaman aletlerini yapmaya ve onları duyurmaya adayan Çukurkaya, atölyesinin kapılarını açarak birçok insanın adını bile bilmediği bir alanda çalışmak isteme nedenlerini ve usturlap serüvenini anlatıyor bize.
“Bazen hayallerini yakıp evini ısıtman gerekiyor”
Atölyesinin kapısından içeri girerken sizi karşılayan o mistik eserlerini görünce anlıyorsunuz onun kendisini neden “Ben zamandan bir şeyler almaya çalışan biriyim. Geçen zamanı elle tutulur, gözle görülür bir objeye çeviriyorum” diye tanımladığını. Kamu görevlisi olarak çalışan ve mesaiden arta kalan zamanlarını da zaman aletleri yaparak değerlendiren Cebrail Çukurkaya’nın çocukluk zamanlarından da bugünlere taşıdığı şeyler var elbette. Hayalleri gibi, el hünerleri gibi… Sanatçı o yıllar için, “7-8 yaşlarındayken çam kabuğundan araba, traktör ve pikaplar yapardım. Ayrıca pervaneler de yaptığım olurdu. Rüzgâr estikçe dönerdi. Arkasına küçük teyp motorları takardım. Döndükçe ikisi de döner, elektrik üreterek küçük ampulleri yakardım. Bunun üzerine hayaller kurardım. Ancak ülkemizde insanın yapmak zorunda olduklarıyla, yaptıkları arasında çok farklar var maalesef. Türkiye’de hayalini gerçekleştirmek biraz zor. Bazen hayallerini yakıp evini ısıtman gerekiyor. Fakat bazı hayaller yakılmıyor elbette” diyor.
“İnsan uğraştığı sanatın ruhunu alıyor”
Sanatla ilgili hayallerinden vazgeçmeyen ve sanatı bir türlü bırakamayan Çukurkaya, sanatın insan hayatına dokunuşundaki etkisinden de söz etmeden geçmiyor. Bir büyüğünün “İnsanın mesleği ne olursa olsun meşrebi sanat olsun” sözünü aktaran sanatçı, “Çünkü sanat insanı zarifleştiriyor biraz. Yaşantısına estetik katıyor. İnsan uğraştığı sanatın ruhunu alıyor. Onunla insanlığını, yaşantısını, dünyaya bakış açısını taçlandırıyor” diyor. Sanat ve estetiğin yanında hayallerin de önemine vurgu yaparak “Hayaller gerçeklerin hammaddesidir” diyen zaman yolcusu, “Önce hayalini kurarsınız sonra gerçeğini yaşarsınız. Ve şu var ki, hayalini kurmadığınız hiçbir şeyi yaşamazsınız. ‘Hayal aleminde yaşama’ derler ama bu gelecek planına engel koymaktır. Her şey hayallerle başlar” ifadelerini kullanıyor.
“9. ve 10. yüzyıldan kalan zaman aletleri yapıyorum”
Zaman ölçen aletler yapan bir zaman yolcusu olan Çukurkaya, zamanla yarıştığının da altını çiziyor. “Bir nevi zaman avcısı gibiyim zamandan bir şeyler koparmaya çalışan” diyen sanatçı, “Sloganım da ‘Zamandan Geriye Kalan’. Çünkü yaptığım aletler de zamanla, zaman ölçümüyle alakalı” ifadesine yer veriyor. Kullandığı sloganına ilişkin olarak da açıklama yapan zaman yolcusu, “Usturlap ile gündüz güneşin yüksekliğine bakarak yerel saat bulunuyor, gece ise yıldızlara. 9. ve 10. yüzyıldan kalan zaman aletleri yapıyorum. Yani o zamandan bu zamana kalan aletleri. Aynı zamanda da onları yaparken kendi zamanımı veriyorum. Ortaya çıkan eser hem benim zamanımdan geriye kalan hem de o tarihten kalan bir zaman aleti oluyor” diyor.
Öğrendiği sanat dallarını usturlapta birleştirdi
Şimdilerde pirinç madenlerini adeta bir nakkaş gibi işleyerek usturlaplar yapıyor olsa da arka planda 13 yıllık bir sanat geçmişi bulunuyor aslında. El sanatlarına hat ile başladığını kaydeden Çukurkaya, sanat geçmişi için şunları söylüyor, “Ortaokul yıllarında elimde mürekkep eksik olmazdı. Divitli kalemlerle şekilli yazılar yazardım. Yazıya karşı o yıllardan beri ilgim vardı. Hat sanatından sonra kaligrafiye başladım. Sonrasında ahşap oyma ile tanışarak kıl testere kullanmasını, Şanlıurfa’da bakır işlemesi yapan bir ustadan da kalemkârlığı öğrendim. Kalemkârlık, metal üzerine yapılan işlemeciliktir. Böyle sanat dallarını bilip, bilim tarihiyle de tanışınca parçaları birleştirerek usturlap yapmak istedim.”
“Yerel saat ve namaz vakitleri usturlap sayesinde hesaplanıyordu”
Kendisini ve sanatını, tanıtımına adadığı ve “Bir gökyüzü bilgisayarı” olarak nitelediği usturlap hakkında detaylı bilgi vermeyi de ihmal etmiyor. “Astronomi ölçümlerinde kullanılmış tarihi bir ölçüm cihazıdır. Güneş, Ay, gezegen ve yıldızların konumlarını belirlemek için kullanılır” diyor usturlap için ve “Ayrıca yerel saat ve İslam dininde namaz vakitleri usturlap sayesinde hesaplanıyordu. Bazı matematik problemlerinin çözümlenmesinde de kullanılırdı” cümlelerine yer veriyor. Usturlabın tarihinden de bahseden sanatçı, “İlk olarak milattan önce 240 yılında Apollonios ve yine milattan önce 150 yıllarında Hipparkos tarafından keşfedildi ve Batlamyus tarafından kullanıldı. Philoponos’un altıncı yüzyılın ilk yarısında bu aletten bahsettiği batılı kaynaklarda bildiriliyor. 9. yüzyılda Harran’daki büyük üniversitede Abbasi halifelerinin ilim ve kültüre verdikleri önemle usturlap hakkında çeşitli eserlerin yazıldığı da biliniyor. Bu konuda yazılan en eski kitap 829-830 senelerinde Bağdat’ta ve 833 senesinde Şam’da çalışan Ali bin İsa’ya ait. Başka bir rivayete göre de usturlabı ilk keşfeden ve bu konuda ilk kitap yazan kimse Abbasi devri astronomi alimlerinden İbrahim el-Fezari’dir. İslam dünyasında ilk kullanan da kendisidir” diyor.
Usturlaplar geliştirilerek mekanik saatin temelleri atıldı
Biruni gibi alimlerin, yıldızların yerini bir çark ile belirleyen mekanik usturlaplar da geliştirdiklerini sözlerine ekleyen ve bunların Şamin ve Ez-Zerkali tarafından geliştirilerek mekanik saatin temelinin oluşturulduğunu kaydeden Çukurkaya, usturlabın tarihini anlatmaya şu sözlerle devam ediyor, “12. yüzyılda Şerafeddin el-Tusî usturlaba yeni bir şekil vererek baston şeklinde bir usturlap geliştirmiştir. 1365’te Fransa’da doğan Jean Fusoris de Avrupa kıtasındaki ilk usturlabı yaptı. 17. yüzyıla kadar Avrupa’da yoğun olarak kullanılan usturlap 18. yüzyıldan sonra yavaş yavaş önemini kaybetti. Doğu ülkelerinde ise kullanımı 20. yüzyıla kadar devam etti.”
“Osmanlı tarihinde adına usturlap yapılan tek padişahtır II. Bayezid”
Usturlap yapmaya sadece merakla başladığını belirtiyor ve “Sonra kendi kültürümüzde hangi usturlapların olduğunu araştırdım” diyor. Osmanlı dönemine ait yaptığı çalışmalardan da bahseden Çukurkaya, “Osmanlı dönemindeki usturlaplardan birkaç tanesini yaptım. 17. yüzyıldan ve 1678 tarihli çalıştığım usturlaplar var. Hatta II. Bayezid döneminde yapılan bir usturlap var. Osmanlı tarihinde adına usturlap yapılan tek padişahtır. Onun adına yapılmış olan iki usturlaptan 1506 tarihli olanı çalıştım” şeklinde konuşuyor.
Bir müze gezisiyle başlayan bilim yolculuğu
Onu bir zaman yolcusu olmaya ve İslam bilim tarihini araştırmaya iten sebep ise bir müze gezisi. İslam Bilim Tarihi Araştırmacısı Prof. Dr. Fuat Sezgin’in açılmasına öncülük ettiği İslam, Bilim ve Teknoloji Müzesi'ne yapmış olduğu bir gezi, onu İslam bilim dünyasının tılsımlı alanının tam da ortasına bırakıveriyor. O gizemli alanı anlatırken bile içindeki heyecanı gözlerine yansıyan Çukurkaya şöyle konuşuyor, “Müzede yaklaşık 40 usturlap var. Onları görünce bende bir merak doğdu haliyle. O dönemlerde bunun nasıl yapıldığını merak ettim. Zaten yaparken pek teknolojik bir şey kullanılmıyor. Keskin uçlu kalemini bile kendin yapıyorsun. İlkel yöntemle çekiçle vura vura yapılan bir iş bu. Fuat Sezgin kendi kültürümüzün bilim tarihi açısından örnek bir şahsiyet. Ve bunu dünyaya anlatmak için ömrünü vakfetmiş bir insan. Hayatını İslam’ın bilime olan katkısını anlatmaya adamış. Güneş nasıl Doğu’dan doğuyorsa, Batı’ya da bilim hep buradan, Anadolu’dan, Orta Doğu’dan gitmiş. Ben de kendi payıma düşen kadar bunu devam ettirmeye çalışıyorum.”
Cezeri’nin şifre mekanizmalı kripto kutusunun birebir aynısını yaptı
Sadece usturlaba değil İslam bilim aletlerinin hepsine sevdası olan sanatçı, usturlap haricinde Cezeri’nin şifre mekanizmalı kripto kutusunu ve kıblenüma çalıştığını da sözlerine ekliyor. Yaptığı diğer bilim aletleri hakkında da bilgi veren zaman yolcusu, “Cezeri 1200 yılında yaşamış Artuklu bir saray mühendisi. Çok fazla bilim aleti yapmıştır. İlk robotik teknolojiyi de yapan kişidir. Dört şifre göbekli bir kutusu var. Cezeri’nin yaptığı mekanizmanın desenlerine kadar birebir aynısını yaptım. Bir de cep boy bir kıblenüma çalışmam mevcut. O da yine 17. yüzyıl eseridir. O dönem büyükşehirlerinin yer aldığı bir daire var. Pusulayla birlikte kullanılan bir alet. Hangi şehirdeyseniz o şehirden açısal olarak kıble yönünü gösteriyor. Yaklaşık 6 santimetre çapında. Aynı zamanda bir güneş saati” diyerek içindeki aparatın kaldırıldığı zaman güneş saatine dönüştüğünü kaydediyor.
“Bilinmeyen bir alan seçtim ki farkındalık oluşturabileyim”
Yaptığı işin ticari bir karşılığı olmadığını söylerken “Zaten ismini bile pek bilen yok” cümlesini de ilave ediyor. Ancak yaptığı işin adının çoğu kimseler tarafından bilinmemesi onu yıldırmıyor. O inanmışlığı gözlerinden okuyabiliyorsunuz. “İsmini bilen yok, ben de tam da bu yüzden yapıyorum bu işi zaten” diyor ve şöyle devam ediyor, “Bilinmeyen bir alan seçtim ki farkındalık oluşturabileyim. Bir çığır açalım, bir şeyler anlatalım. Önce kendi çevremle başladım anlatmaya. Usturlabın ismini duymayanlara onun bir gökyüzü atlası olduğunu anlatıyorum. Böylelikle halka genişliyor.”
“Bilim İslam’dan ayrı değil din insanı köreltmez”
Bilinmeyen bir alanda gezinip çalışmalar yaparken, “Buna ne gerek var? Aç saatine bak diyenler oluyor” cümleleriyle çok sık karşılaştığını da vurguluyor. Ancak ona göre en az tarih bilgisi kadar önemli bilim tarihi de. Çünkü yapmak istediği şey İslam’ın hiçbir zaman bilimin karşısında olmadığını anlatmaya çalışmak. Verdiği çabası da, mücadelesi de, davası da bu. “Nasıl ki tarih öğreniyorsak bunları da bilmemiz lazım. Tarihimizle nasıl övünüyorsak bilimin de geldiği bir tarih var” diyen Çukurkaya, “Telefonda saatlerimize bakıyoruz. Ama saat o duruma gelene kadar hangi evrelerden geçti bunları bilmek istemiyoruz. Halbuki bunları bilmek lazım. Saatin ve takvimin de tarihidir bu. Bilim İslam’dan ayrı değil. Din insanı köreltmez. Aksine teşvik etmiştir. Bunu anlatmayı kendime bir sosyal sorumluluk olarak addettim” cümlelerini kullanıyor.
“Oxford’un bilim tarihi müzesindeki usturlapların büyük kısmı İslam coğrafyasından”
Usturlabın çıkış yerinin İznik olduğunu da özellikle belirterek Bursa’da ve daha ziyade İznik’te usturlaba sahip çıkılması gerektiğini vurguluyor sanatçı. İznik’te bu alanda çalışma olmadığını üzülerek anlatan Çukurkaya, “Usturlabın çıkış yeri İznik olmasına rağmen orada yaptığım araştırmalar neticesinde hiçbir şey bulamadım. Usturlaba dair İznik’te hiçbir tema yok. Biz değerini bilmesek de usturlap çok değerli bir alet. Avrupa’da çok rağbet görüyor. Oxford’un bilim tarihi müzesi var. Orada çok ciddi usturlap koleksiyonu mevcut. Ve oradaki usturlapların büyük bir kısmı İslam coğrafyasından giden usturlaplar. Mesela II. Bayezid için yapılan usturlap Avrupa’da çok ciddi rakamlara satıldı” diyerek Türkiye coğrafyasında usturlabın öneminin kavranması ve bu noktada harekete geçilmesi konusuna işaret ediyor.
“Usturlabı ilk çıkış yeri olan İznik’ten yeniden tanıtmaya başlamak istiyorum”
İznik’te mutlaka usturlaba dair çalışma yapılması gerektiği söyleyen Çukurkaya, “İznik’te bireysel de olsa usturlaba dair bir şeyler yapmak istiyorum. Mesela İznik’in girişinde bir usturlap heykeli ya da usturlaba dair herhangi bir şey olmalı. Çünkü çıkış yeri orası. Ve oradaki müzede ister replika olsun isterse sonradan yapılmış bir usturlap olsun mutlaka yer almalı. Ya da İznik’teki Ayasofya’nın yanına çalışan mekanizmalı bir usturlap yapılması çok güzel olurdu. Hayallerimden biri de bu. Usturlabı ilk çıkış yeri olan İznik’ten yeniden tanıtmaya başlamak” diyerek yetkililere çağrıda bulunuyor.
Bir usturlap yapımında birçok bilim dalı kullanılıyor
Usturlap yapımında geometri, matematik, astronomi, coğrafya gibi birçok bilim dallarının kullanıldığını da kaydeden Çukurkaya, “Bakınca sadece bir dekor ya da alet gibi duruyor ama arka planında muhteşem ilimler var” diyerek şöyle devam ediyor, “Mesela Zerkali ömrünü bu işe adıyor. Bir rasathaneye alet yapımcısı olarak gidiyor ama zamanla oranın sorumlusu haline geliyor. 35 yıl ayın, 25 yıl da güneşin hareketlerini gözlemliyor. Bir ömür bunlar. Araştırdıkça yeni şeyler keşfediyorsunuz. Bu işin bir doyum noktası yok. Yeni şeyler öğrenmek çok keyifli.”
“II. Bayezid usturlabının gümüşten kolyesini yaptım”
Usturlabı günlük hayata indirgeyerek tanıtımına daha fazla katkı sağlayacağı düşüncesiyle takı ve ziynet eşyalarını da yapan sanatçı, “Adı duyulsun diye II. Bayezid usturlabının önyüzünün gümüşten kolyesini yaptım” diyor. Gezdiği şehirlerin tarihi dokularından da takı tasarımları yaptığını belirterek, “Şehirlerin kültürel desenlerinin takı tasarımlarını yapıp yaygın hale getiriyorum” cümlesine yer veren Çukurkaya konuşmasını şöyle sürdürüyor, “İlk gittiğimde bir şehrin genel, kültürel yapılarını gezerim. Kalesi, medresesi, eski mimari yapıları… Oradaki desenlerin derlemelerini yaparım. Konya ile ilgili arşiv oluşturdum mesela. Konya’daki Sırçalı Medresesi’nden kapı kenarındaki bir deseni alarak bileklik çalışmasını yaptım. Yine Konya Beyşehir Eşrefoğlu camiinin minberinin hemen üzerinde 4 halifenin isminin yazılı olduğu ahşap kısım var. Takıya dönüştürdüm. Bursa Ulu Camii’nde kapı üzerindeki bir deseni ve cami içindeki 4’lü vavı da yine takı haline getirdim. Benim hedef kitlem de parası olan değil bu işin ve yapılan eserin değerini bilen kişiler zaten.”
“Emek ile kültürü birleştiriyorum”
Yıllarını el sanatlarına vermiş ve ruhunda sanatın parmak izlerini taşıyan Çukurkaya’ya göre başarının sırrı ise işini severek yapmak. “Benim gözümde başarı kriteri işini severek yapmak” diyen sanatçı, “Zaten severek yapınca çalışıyorum demezsiniz, eğleniyorum dersiniz. Ben de aslında atölyemde çalışmıyorum, eğleniyorum. Atölyem benim eğlence yerim” diyor. Ayrıca yeteneğe değil çalışmaya ve emeğin kutsallığına tüm varlığıyla inanarak, “Benim kadar kim çalışırsa çalışsın bu işi yapar. Yeteneğe inanmıyorum. Ben çalışmaya ve emeğe inanıyorum. Yaptığım iş sadece çok çalışmak. Doğuştan gelen bir yetenek değil. Zamanımı bu işin çıraklığına ve tamamen öğrenmeye kanalize ettim. Güzel bir eser ortaya çıkıyorsa, bu tamamen emekten kaynaklı bir şey. Emek ile kültürü birleştiriyorum” ifadelerini kullanıyor.