Yedi Güzel Adam
Türkiye'nin en faydalı topluluğundan birisi Yedi Güzel Adam arkadaş grubu. Haklarında çok yazılar yazıldı hatta dizi filmlere konu oldu. Lise yıllarında bir araya gelen ve genç neslin neler yapabileceğini en iyi şekilde gözler önüne seren bu arkadaş grubunun Türk Edebiyatında söz sahibi olacağını şüphesiz o yıllarda sezenler vardı. Nitekim haklı da çıktılar. Yedi Güzel Adam'ın en sadık isimlerinden birisi Nuri Pakdil, dillere pelesenk olan Yedi Güzel Adam için şu değerlendirmelerde bulunuyor:
“Yedi Güzel Adam’la tanışmamız Maraş
Lisesindeki öğrencilik yıllarımda başlamış, arkadaşlığımız, Ankara’da ve
İstanbul’da gitgide artarak, yoğunluk kazanarak bugünlere gelmiştir. Yedi Güzel
Adam olarak anılan bizler, gerçekten olağanüstü bir arkadaş topluluğuyduk.
Sohbetlerimizde gündeme getirmediğimiz hiçbir konu kalmazdı. İdeolojik bağlamda
Türkiye’deki ve izleyebildiğimiz kadarıyla tüm dünyadaki oluşumları algılamaya
çalışırdık, üzerinde düşünmeye, tartışmaya çalışırdık. Şunu vurgulamak isterim:
İdeolojimiz ortaktı. Hepimiz sapına kadar İslâm devrimcileriydik.”
Kahramanmaraş’ta Bugün Gazetesi olarak Kahramanmaraş’ın değerli edebiyatçılarından Yazar Mehmet Gören’in kaleminden Yedi Güzel Adam’ın neferlerinden Nuri Pakdil’i sayfamıza taşıdık. İşte o röportajımız:
Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız? Nuri Pakdil kimdir?
Maraş’ta, 1934 yılında doğdum. Rahmetli annem Vecihe Hanım ilkbahar aylarının birinde çok güzel, güneşli bir günde dünyaya geldiğimi söylemişti. Ben de, güzel İstanbul’umuzun Müslüman olduğu günü (29 Mayıs), doğum günüm sayıyorum. Ulema yetiştiren, köklü bir ailenin çocuğuyum. Annem rahmetli Vecihe Hanım, babam rahmetli Emin Efendi Hoca’dır. Babamın babası, Maraş Cami-i Kebir, Nebeviye Medresesi müderrislerinden, Nakîbuleşraf, El Hac, El Hafız, Esseyyid Muhammed Emin Efendi’dir. Annemi ve babamı, ödünsüz Müslümanlıklarıyla ve beni bu bilinçle yetiştirmeleriyle tanıyorum. İdeolojik ilk mürebbiyem annemdir. Bu bağlamda, bir anımı paylaşayım: Bir gün okul dönüşünde anneme, bize okulda büyük adamlar olarak öğretilen bazı adları saymaya başladım. O adlardan birini söyler söylemez, annem şiddetle azarladı beni. “Bir daha o adı ağzına almayacaksın” dedi. Çok şükür o gün o adı son söyleyişim oldu. Ziya Efendi amcam, Şapka Devrimi’nden sonra başına bir defa bile şapka koymamış, şapka giymenin zorunlu olması nedeni ile evimizin yakınındaki Hacı Veli Camisine gidip gelirken şapkayı elindeki maşayla tutmuştur. Ziya Efendi amcam Şapka Devrimi’nden sonra çarşıya inerek Kapalıçarşı’daki küçük kardeşi Emin Efendi Hoca’nın manifatura mağazasına da uğramaz olmuştur. İlkokula geç gönderildim. Ailemin beni ilkokula geç göndermesinin nedeni, ‘Tanrı Öğretisi’ ile ‘Resmi Öğretinin’ çatışması olarak görülebilir. Aslında, sadece benim ailem değil, bütün Müslüman aileler aynı kaygıyı yaşamıştır. Cumhuriyet okullarında okuyanların çoğunluğunun Batı hayranı, din düşmanı ve Batılı emperyalistlerin işbirlikçisi olarak yetişmeleri; kendi halkının değerlerini değil, Batılı sömürgecilerin dayattığı değerleri (kapitalist, faşist ve sosyalist değerleri) savunmaya başlamaları, Müslüman ailelerin Cumhuriyet okullarına ilişkin kaygısının boşa olmadığını göstermektedir. Ben, antikapitalist, antifaşist, antinazist, antisiyonist, antiemparyalist ve en önemlisi de Türkiye üzerine ait olmak üzere antifravunist bir bilince ve iradeye sahibim. Bugün, onurlu bir insan olabilmek, ancak, ciddî olarak antikapitalist ve antifiravunist olmakla mümkündür. Zaten benim devrimciliğimin temelini bu ilkeler bağlamında İslâm dinine olan sarsılmaz bağlılığım oluşturur.
Yazarlık serüveniniz nasıl başladı? Sizi yazarlığa teşvik eden-edenler oldu mu?
Lisedeyken Hamle adında iki veya üç sayı çıkan bir dergi çıkarttım. Bu dergi bir lise dergisi olmanın ötesinde geniş yankı buldu. Anketler yapıyor, Türkiye’nin o dönemdeki ünlü yazarlarına mektuplar yazarak görüş alıyorduk. Ayrıca Maraş’ta çıkan Demokrasiye Hizmet Gazetesi’nde de sanat, edebiyat sayfaları düzenliyordum, orada da çeşitli müstear adlarla yazılar yazıyordum. Ben bu gazetede sadece makale değil, yazdığım günlüklerden örnekler yayınlıyordum. Üstat Necip Fazıl'ın kitaplarının ve Büyük Doğu Dergisi'nin, ideolojik bağlamda ufkumun açılmasına ve yazarlık oluşumuma büyük etkisi olmuştur. Bir şair, bir piyes yazarı, bir üslupçu yazar olmasıyla birlikte, çok duyarlı bir tarih bilincine sahiptir. Tarih bilinci içinde düşünmeye onunla ulaştık. Onurla itiraf etmeliyiz ki o bizim üstadımızdır. Benim bugünkü tarih itibari ile yayınlanmış 41 kitabım bulunmaktadır.
Yazarın toplumdaki görevi nedir? Bir yazarın dikkat etmesi gereken kurallar nelerdir?
Ülke; yazarla bozulur, yazarla düzelir. Ülkemizde Batıcılığın buyruk kesildiği dönemlerden başlayarak bize kadar uzanan süreçte, her şeyde yabancılaşma deneylerini görüyoruz. Batı Emperyalizminin ya da Marksçı emperyalizmin savunucusu olan yazarlar, bu yabancılaşma denemelerinin uygulayıcıları oldular. Halk düşmanlığında yarıştılar, halkı umutsuz, çaresiz bırakmak, halkın gencini yaşlısıyla dövüştürmek istediler. Batıcı yazarlar, Marksçı yazarlar, Batılı emperyalist devletlerin nöbetçileri olarak, ülkemizde yerli düşünceye dayalı girişimler başlamasın diye halkın inançlarına, halkın gönlündeki kutsal değerlere saldırmaktadırlar. Yerli yazarlar, yabancılaşma birikimi düşün tutsaklığını kaldırmak için, kaynaklarımıza dönme gereğine inanmışlardır. Hepsi, Yaratanın başlangıçta ve sonuçta kutsadığı emeğin savunucularıdır. Yazmak, uzun yürüyüşe başlamaktır. İnsanlığın yükünü, çokluk, yazarlar taşıyabilmişlerdir. Yazarlar, halkları birbirlerine yaklaştırmak için çaba harcamalılar. Yazar, ulusunun varoluş sorusunu cevaplayan kişidir. Yazar, çağını etkilemesi, çağına katkıda bulunması oranında önemlidir. Özgürlük savaşımına bir kelimeyle bile olsa katkı sağlayanlara, selam olsun. Yerli düşünce düşmanlarına karşı, Batı saldırganlığına karşı yapıtlarıyla bir direniş üssü oluşturan yazarlarımıza selam olsun.
Okumanın yazar olunması üzerinde etkisi nedir?
Okuyunca, düşünmeye de başlarız. Bir yazıyla düşünüyorsunuz bazen. Yani düşünme özelliğinizin birden farkına varıyorsunuz bir yazıyı okurken. Bir şiir sizi alıp bir yerlere götürüyor, düş kurma diye bir güç bulunduğunu fark ediyorsunuz kendinizde. Bir öykü ile bir romanla insanların toplum içindeki durumunu, değişik davranışları, yeryüzünün görüp bilmediğiniz bölgelerindeki çeşitli özellikleri görüyorsunuz. Sınırsız bir görme, gösterme gücü olduğunu anlıyorsunuz sanatın. Ve hepsinden önemlisi, sanatla tanışık olunca sizin de bakışınız, görüş ufkunuz değişiyor, o eski sıkışık hâlden kurtuluyorsunuz. Gereksiz kendinize güvenmeniz de, gereksiz hissettiğiniz eksiklikler de kayboluyor, daha bir esnek, daha bir hoşgörülü, daha bir sağlam konumlu buluyorsunuz kendinizi. Bu planda meselelere bakmanın daha sağlıklı olduğunu düşünüyorsunuz. Okuyalım yerli düşünceyi savunan ozanları, yazarları. Ancak böyle sıklaşır saflar. Halkın dostu, onun savunucusu yazarların eserlerini okuyalım. Göneniriz yerli düşünceyi savunan yazarları, halkı seven yazarları okudukça.
Yazar ile insan arasında nasıl bir ilişki vardır? Genel olarak işlediğiniz konular nelerdir?
İnsanı anlamaya, insanı yorumlamaya çalışan yazarlara ilgi duyuyorum. Bir yazarı, bir şairi takip edebilmem için, önce o yazarın, o şairin diline özen göstermesi gerekir. İnsanı anlamaya, yorumlamaya çalışması gerekir. Ele aldığı konuları uygarlık bağlamında değerlendirmesi gerekir. Kendine ve okuyucusuna saygılı olması gerekir. Bir de ne olmaması gerektiğini söyleyeyim: putperest ve firavunist olmaması gerekir. Bir yazar, siyasetle iç içe olsa bile, özgür kalmalıdır. Bir yazar, çalışmalarında toplumsal sorunların hepsine aynı ölçüde, yoğun biçimde eğilmelidir, tüm toplumsal olaylara ve insan ilişkilerine yoğun ilgi göstermelidir. Şu soruyu, her yazarın, sürekli olarak kendi kendine sorması gereklidir: Ben bu ulusun bir parçası mıyım, bu ulusun ulusal değerlerini savunuyor muyum, ulusumdan yana mıyım yoksa sömürgecilerin uyguladıkları yabancılaştırma girişimlerinin farkında olmadan yürütücüsü müyüm?
İyi bir yazar nasıl olmalıdır sizce? Yeni yazmaya başlayanlara ne gibi tavsiyeleriniz olabilir?
Yazar çağının tanığıdır. Çağına tanık olan sanatçı, önce savaşları körükleyen kara-siyasa ile kirli mülkiyet ile hesaplaşacak, dirençle, insanı sömüren karas-iyasaya, kirli mülkiyete karşı koyacaktır. Bir yazar, yaşadıklarından sorumludur çünkü. İyi bir yazar, yazarken neyi gerektiriyorsa rahatlıkla yapabilmelidir. Büyük yazar, eninde sonunda, parçalar zinciri. Dilbilgisi tutsaklığından kurtularak yürür kendi özgün yolunda. En büyük fetih, insanı yeniden anlama, onun tüm ruhsal gereksinimlerini ona hissettirme eylemi olabilir. Gerçek yazar da, tüm hayatını, insana içindeki bilgeliği hissettirmeye adamış yazardır. İyi balık avlayan gibidir iyi yazar da! Yazar, direnmede iyice pişmedi mi, balık avına çıkmamalıdır; açmalı kitabını, saatlerce değil, günlerce okumalıdır.
Yedi güzel adam ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Yedi Güzel Adam’la tanışmamız Maraş Lisesindeki öğrencilik yıllarımda başlamış, arkadaşlığımız, Ankara’da ve İstanbul’da gitgide artarak, yoğunluk kazanarak bugünlere gelmiştir. Yedi Güzel Adam olarak anılan bizler, gerçekten olağanüstü bir arkadaş topluluğuyduk. Sohbetlerimizde gündeme getirmediğimiz hiçbir konu kalmazdı. İdeolojik bağlamda Türkiye’deki ve izleyebildiğimiz kadarıyla tüm dünyadaki oluşumları algılamaya çalışırdık, üzerinde düşünmeye, tartışmaya çalışırdık. Şunu vurgulamak isterim: İdeolojimiz ortaktı. Hepimiz sapına kadar İslâm devrimcileriydik. Biz her zaman, yazmayı ve düşünceyi önceledik. Edebiyat Dergisi’nde yazan arkadaşlar, uygarlığımızı canlandırma gereğinin bilinci içinde yazıyorlardı. Bu çalışmalar, geriye dönüş değil; aksine çağı, geleceği uygarlık yaklaşımıyla saptama, yorumlama ve ulusumuzun konumunu belirleme eylemiydi. Edebiyat dergisi Bütüncek, bu yaklaşım içindeydi. Zamanla farklı kulvarlarda ilerleyenlerimiz oldu, ama herkes yapmak istediğini en iyi yapanlardandı. Öykü yazan iyi öykücü, şiir yazan iyi şair, deneme yazan iyi denemeci oldu.
Geriye dönüp baktığınızda şunu da yapsaydım, dediğiniz bir şey var mı?
Ben hep inandıklarımı yazdım. Yazdıklarımla hayatım özdeştir. Bugün yeniden dünyaya gelmiş olsam bugüne kadar yaptıklarımı aynen gene yapardım. Yaptıklarımdan pişmanlık duyduğum hiçbir şey yoktur.
Gençlere ne gibi öğütler vermek istersiniz?
Ben Türkiye’nin, özellikle Ortadoğu için tartışılmaz önemde bir işlevi olduğunu görüyorum ve bu bağlamda gençlerimize hep umutla bakıyorum ve önemsiyorum. Böyle bir tarihsel sorumluluğa muhatap olan gençlerimiz çok okumalı, kendilerini çok iyi yetiştirmeli ve mutlaka bir yabancı dil öğrenmelidir. Tercüme edilmiş bütün klasikleri, titizlikle okumalıdır. Türk yazarlarına gelince, başta Üstat Necip Fazıl’ın piyesleri, şiirleri, romanları, denemeleri, hatıraları, polemikleri titizlikle okunmalıdır. Zaten insan bir okumaya başladı mı yeni yazarlar keşfetmeye kendini alıştırmış olur. Gençlerimizin mümkün olduğunca hiç kimseyle tartışmamalarını, düşünmelerini ve başkalarını da düşündürmelerini istiyorum. Çünkü bu insanlar o kadar yanlış şartlamalarla parçalanmış durumdalar ki, bunları yumuşaklıkla yapıştırabiliriz birbirlerine. Zaten Kur’an-ı Kerim’de ‘Hiç düşünmez misiniz?’ ayeti yer almaktadır. Düşünen insan bu niteliği nedeni ile her şeye tanık oluyor demektir.
Nuri Pakdil’in yayımlanmış eserleri şunlar: “Şiirleri: Sükût Suretinde (1997), Ahid Kulesi (1997), Osmanlı Simitçiler Kaside (1999) Denemeleri: Biat (I, 1973; II, 1977; III, 1981), Bağlanma (1979), Bir Yazarın Notları (I, II, 1980; III, 1981; IV. 1982), Edebiyat Kulesi (1984), Arap Saati (1997), Derviş Hüneri (1997), Klas Duruş (1997), Otel Gören Defterler I-Çarpışan Sesler (1999), Otel Gören Defterler 2-Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada (2000), Otel Gören Defterler 3-BüyükSorgu (2001), Otel Gören Defterler 4-Simsiyah (2002), Otel Gören Defterler 5- Ateş Hattında Harf Müfrezeleri (2003), Otel Gören Defterler 6-Yazmak Bir Mucize (2005). Oyunları: Umut (1997), Put Yapımevleri (1980), Korku (1997), Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş (1982).”