Bu ülke darbelerden çok çekti

Bu ülke darbelerden çok çekti

12 Eylül askeri darbenin 37. Yılında gizli kalmış bilgileri ilk kez Bugün Gazetesiyle paylaşan dönemin Belediye Başkanı Ahmet Uncu; “o dönemde bir bekçi Hüseyin vardı, 3 jandarma ile gider tüm köyde silah arama bahanesiyle köylüyü copla döverdi. Sıkıyönetimde hiç kimsenin bekçi Hüseyin’e gücü yetmedi.” Dedi.

12 Eylül 2017 - 22:18 - Güncelleme: 12 Eylül 2017 - 22:21

12 Eylül 1980 yılında belediye başkanlığı yaptığı sırada karşılaştığı askeri darbede şuana kadar hiç kimseyle paylaşmadığı özel bilgileri Bugün Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mesut Tuğrul’a anlatan Uncu; “o gece yayladaydım, sabaha karşı saat 04.00’da yayladaki evimize bir yüzbaşı geldi. Yüzbaşı ile birlikte sabaha karşı Maraş’a doğru gelirken o zaman şehrin girişi olan Aslanbey Mahallesine geldiğimde asker cemselerini görünce bir askeri müdahale olduğunu anladım.” Dedi.

Sıkıyönetim Komutanı Haznedaroğlu ile görüştükten sonra evine gönderildiğini ve 15 gün sonra tekrar karargaha çağrıldığını dile getiren dönemin Belediye Başkanı Ahmet Uncu şöyle konuştu, “dönemin Valisi ve Jandarma Alay Komutanının olduğu ortamda Haznedaroğlu Paşa bana belediye başkanlığı görevime devam etmemi istedi. Bende teşekkür ederek sivil bir siyasetçi olduğumu ve askerin tayin ettiği bir belediye başkanı sıfatını taşımak istemeyeceğimi söyleyerek affımı istedim. Önce şaşırdılar ve sonra kimi önerdiğimi sordular. Bende dönemin DSİ Bölge Müdürü İsa Kalkan’ın yapabileceğini söyledim ve görevi ona tevdi ettiler” dedi.

12 Eylül darbesinde halkın neden sokağa çıkmadığı sorusunu da örnek vererek anlatan Uncu; “Sıkıyönetim demek halkın özgürlüğünün ‘yok’ olması demek. Kahramanmaraş’ta vatandaşlar yaz aylarında Valilik istikameti güneşli olduğu için gölge olan valiliğin karşı istikametten yürürlerdi. Bir gün karşı istikamette bulunan binanın önünde bir zabıta arabası durdu, halk o gölge yeri bırakıp hepsi güneşli yerden gitmeye başladı.

Ordumuz şanlı bir ordu, hepimizin göz bebeğidir ve bizi bu günlere getirmiştir. Ama aynı ordu öyle işler yapmışki, bilhassa Cumhuriyet’le beraber asker korkusunu millete sindirmişlerdir. Buna bir örnek vereyim; Bertiz biliyorsunuz 25 parça köyden oluşan dağlık bir alandır. Orada şunu çok duydum; ‘Ahmet Bey, Bertiz 3 jandarmaya teslim olur’ bu cümleye aklım almıyordu, nasıl olurda koskoca bir köy 3 jandarmaya teslim olur. Bugün bile bunu düşünemezsiniz. O dönemde şunu söylüyorlardı; bir yere bir jandarma geldiğinde diğer yerlere de geleceği hesap edilerek herkes ayakta beklermiş. Yani askerin eli şefkatli, merhametli olduğu zaman bu milletin gözbebeğidir. Ama eli değnekli olduğu zaman vatandaşın vay haline.”

Darbelerin koalisyon dönemini de birlikte getirdiğine değinen Uncu, darbelerin ardından oluşturulan koalisyonlarda en çok oy alan partinin lideri Başbakan diğerlerinin de yardımcısı olduğunu hatırlatarak, bir Başbakanın diğer partiye verilen bakana söz geçiremediğini de söyledi. Ayrıca Uncu Sıkıyönetim döneminde köyleri dayaktan geçiren Bekçi Hüseyin adında kısa boylu bodur bir görevliyle koca Kahramanmaraş’ın gücünün yetmediğini dile getirdi.

 

BİR BEKÇİ HÜSEYİN’E KİMSENİN GÜCÜ YETMEDİ

12 Eylül darbesinin gerçekleştiği dönemde Kahramanmaraş Belediye Başkanlığı görevinde bulunan eski Belediye Başkanı ve Milletvekili Ahmet Uncu, darbenin 37. Yıl dönümünde bilinmeyenleri sadece Kahramanmaraş’ta Bugün Gazetesine anlattı. Uncu, “bana Sıkıyönetim belediye başkanlığı görevime devam etmemi istedi. Ben ise sivil bir politikacı olarak bu görevi yapamayacağımı söyledi. Bu kararımdan da asla pişmanlık duymadım” dedi.

 

12 Eylül 1980 darbesinde Kahramanmaraş Belediye Başkanlığı yapan Ahmet Uncu görev yaptığı 32 aylık Belediye Başkanlığının darbeyle sonlandığını ifade etti. 1980 darbesinin 37. Yıl dönümünde Kahramanmaraş’ta Bugün Gazetesinin sorularına içtenlikle cevap veren Uncu, bu zamana kadar hiç kimseyle paylaşmadığı ve darbecilerle arasında geçen konuşmaları da sadece Bugün Gazetesine anlattı.

Darbelerle birlikte gelen sıkıyönetimlerin halka her zaman sıkıntı oluşturduğunu da hatırlatan Uncu, sıkıyönetim zamanında bizzat şahit olduğu olayları da değerlendirdi. Uncu, hiç kimsenin gücünün yetmediği bir Bekçi Hüseyin’den söz etti. 3 jandarmanın Bertiz’i nasıl teslim alacağı algısının oluştuğunu anlattı.

Ayrıca Uncu 12 Eylül darbesinde öyle bir örnek verdi ki; içler acısıydı: “vatandaşlarımız yaz aylarında Trabzon Caddesini kullanırken genellikle Valilik istikameti güneşli olduğu için karşı tarafı kullanırdı. Fakat karşı taraftaki bir apartmanın köşesinde bir zabıta aracı görse, güneşli havaya rağmen hepsi Valilik istikametine geçerdi.

Ordumuz şanlı bir ordu, hepimizin göz bebeğidir ve bizi bu günlere getirmiştir. Ama aynı ordu öyle işler yapmışki, bilhassa Cumhuriyet’le beraber asker korkusunu millete sindirmişlerdir. 1980 ihtilali gelmeden önceki gün yani 11 Eylül 1980 tarihine kadar ülke genelinde büyük bir anarşi varken ihtilal günü Türkiye süt liman olmuştur. Hiçbir karşıtlık yapamadılar. Bu da askerin milletin üzerinde tokat gibi çıktığını gösteriyor.” Dedi.

İşte 1980 darbesinin 37. Yıl dönümünde yaşanılan o acı hatıralar;

 

12 Eylül darbesini nerede öğrendiniz?

12 Eylül 1980 darbesinin gerçekleştiğinde Kahramanmaraş Belediye Başkanıydım. O gün yaylada bulunuyordum, saat 04.00’da babam beni uyandırdı ve bir yüzbaşının geldiğini söyledi. Bende bu saatte neden geliyorsunuz diye sert davrandım. Aşağıya indiğimde içerisinde yüzbaşı iler birlikte 2 askerin olduğu bir jeep vardı. Yüzbaşı bana çok saygılı davrandı ve bir şey söylemedi. O dönemde şehrin giriş yeri olan Aslanbey Mahallesine saat 05.00’ra doğru geldiğimde ana yollarda cemseler görünce bir askeri müdahale olduğunu anladım. Kahramanmaraş’ın sıkıyönetim komutanı Yusuf Haznederoğlu’nun yanına götürdüler. Haznederoğlu bana direk olarak, askerin müdahale ettiğini, bu müdahaleden dolayı beni çağırdıklarını, benimle bir sorunlarının olmadığını ve beni misafir edeceklerini söyledi. Saat 07.30’a kadar Sıkıyönetim komutanlığında bekledikten sonra eve gideceğimi ve daha sonra da yaylaya tekrar dönebileceğimi söyledi. Bende önce eve sonra da belli bir süreçten sonra yaylaya gittim.

 

Darbeden sonra nasıl bir süreç işledi?

Darbeden 15 gün sonra konseyin aldığı bir kararda bütün belediye başkanlarını sıkıyönetim komutanları ve valiler değerlendirerek değişimini istediler ve yerine geleceklerinde tespitini yaptılar. Ben evdeydim, Yusuf Paşa beni arayarak komutanlığa davet etti. Dönemin Valisi ve Jandarma Alay Komutanı da Yusuf Paşa’nın yanındaydı. Bana; Vali Bey direkt olarak ‘Ahmet Bey; sizinle bir problemimiz yok, sizin görevinize devam etmenizi istiyoruz, bu kararı size tebliğ etmek için buraya davet ettik’ dediler. Ben öyle bir yükün altına girecek bir insan değilim sivil bir siyasetçiyim, sorumluluklarımız var. ‘Ben bu teklifinizden dolayı çok mutlu oldum, böyle bir güveni vermekten dolayı sevindim ama ben sivil bir siyasetçiyim. Bir sivil politikacı olarak askerin tayin ettiği bir belediye başkanı sıfatını taşımak istemem. O bakımdan benim affımı istiyorum’ dedim ve şaşırdılar. Arkasına ilave ettim; ben seçilmiş bir belediye başkanıyım, yarın partili vatandaşlarımızdan dolayı bir şikâyet olduğunda sizinle çelişebiliriz’ diyerek affımı istedim. Bana kimi tavsiye edeceğimi sorduktan sonra dönemin DSİ Bölge Müdürü İsa Kalkan beyin bu işe daha iyi olacağını söyledim. Kendileri de memnun oldular ve İsa Kalkan’ı belediye başkanı olarak görevlendirdiler.

Sıkıyönetim Komutanlığı darbe sürecinde Türkiye’de ilk görevine devam etme teklifini Erzurum Belediye Başkanı Nihat Kitapçı’ya yapmıştı. Kitapçı’da bunu kabul etmişti. Kitapçı daha sonra Anavatan partisinden milletvekili ve devlet bakanlığı da yapmıştır. Ben görevi kabul etmeyerek tarafsızlığımı ortaya koydum.

 

“Yineki darbecilerim teklifini kabul etmediğim” dediğiniz oldu mu?

Kesinlikle, çünkü sivil kadroların askeri dönemde emrivaki içerisinde görevini yapması düşünülecek bir şey değil. O dönemlerin adamı olmadım olamazdım da. Çok gönül rahatlığı içerisinde görevimi bıraktığımı söyleyebilirim. Şuana kadarda bu gerçeği ilk defa sizinle paylaşıyorum.

 

Darbe sürecinde Kahramanmaraş’ta halka zulüm yaptılar mı?

Bu soruya iki yönlü cevap vermek lazım. Biri; müdahale etmiş bir ordu, o müdahalelerden dolayı sıkıyönetim var. O sıkı yönetim halk için devamlı sıkıntılı olmuştur. Çünkü sıkıyönetimle halkın “hürriyeti yok” demektir, sıkıyönetimlerde kesinlikle halk baskı altında yaşamaktadır. Bir örnek vereyim; yaz aylarında ve son baharlarda vatandaşlar Trabzon Bulvarında yürürken Valilik istikametinde güneş olduğu için hep karşı taraftan yani gölge olan apartmanların olduğu yerden giderdi. Öyle şeylere şahit oldumki, Valiliğin karşısındaki apartmanın bir köşesinde bir zabıta gördüğünde vatandaşın hepsinin güneşli taraftan yani Valilik istikametinden gittiğini gördüm. Çünkü asker bir korku ortaya koymuştur ve askerin bu elinin şefkatli olmaması vatandaşı çok zor duruma düşürmüştür. Askerlerin sıkıyönetimle beraber ortaya koyduğu politikalar her zaman vatandaşın sıkıntılarını artırmıştır. Öyle şeyle oluyorki; mesela bir bekçi Hüseyin vardı. Bekçi Hüseyin bilhassa köylerde camilerden anons yaptırarak vatandaşları köy meydanında toplar ve silahlarının teslim edilmesini isterdi. Bekçi Hüseyin’in elindeki silahlı olanların bilgisi ise Suriye’den yurda silah sokarken yakalanan kaçakçılardan olurdu. Bekçi Hüseyin o bilgileri alarak vatandaşa gidiyor ve ısrarla silahlarını teslim etmesini isterdi, vatandaşta gayet doğal bir şekilde korkusundan silahını vermek istemiyordu. O bekçi Hüseyin kısa boylu biriydi ve tek başanı Muhtarı, köylüyü ‘yalan söylüyorsunuz’ diye döverdi. Ben yıllardır; Sıkıyönetim döneminde Kahramanmaraş’ın bir Bekçi Hüseyin’e gücü yetmediğini, bir bekçi Hüseyin’in Kahramanmaraş’a yettiğini söyledim. İşte darbe sürecinin en küçük örneği buydu.

 

Darbeler hakkında neler söylemek istersiniz?

Türkiye, bilhassa 1850’den itibaren Batılaşma kavgası içerisine girmiştir. Batılılaşma döneminde, batının fikrini, sanayisini, kalkınmasını, batıdaki yönetimi ve batının daha demokratik bir şekilde yönetildiği kesindi. Bunların alınması gerekirken biz batının yaşantısını aldık, onların yaşantısına özendik. Bu olay Cumhuriyet döneminde de yaşandı. 1960 ihtilali biliyorsunuz bir partiye yapıldı. Bu ihtilali de şöyle değerlendirmek lazım; Demokrat parti 3 dönem seçim kazanmıştı. 1960’daki ihtilal olmasaydı yine Demokrat parti kazanabilirdi veya kaybedebilirdi. 1960’da darbe olmasaydı 1965’te olabilirdi. Burada hak sahibi vatandaştır. 1960 darbe sürecinde bir partinin siyaset yapması yasaklandı, Yassı adada gelişen olayların olmaması gerekirdi. Bir Başbakan asıldı, iki bakan asıldı. Çoğunlukla parti yöneticilerine cezalar verildi ve ne kazandı Türkiye? Kazandığı bir şey olmadı, çünkü istikrar ortadan kalktı. Türkiye’nin en önemli meselesi istikrardır. İstikrar olmadan Türkiye’yi kalkındırmak, demokrasi içerisinde istenilen seviyeye getirmek asla mümkün değil.

Bu ihtilaller, muhtıralar Türkiye’nin hem demokrasisine sıkıntı getirdi hem koalisyonlar oluşmasına neden oldu. Koalisyonlar bu memleketi batırdı desem çok doğrudur. Çok acılı bir dönemdi ve benim siyaset hayatımın da yüzde 85’i bu dönem içerisinde gerçekleşti.

Öyle bir şey oluyorduki; en çok oy alan Başbakan oluyordu. İkinci ve üçüncü en çok oy alan liderler de Başbakan Yardımcısı oluyordu. Aldıkları oya göre de bakanlık veriyorlardı. Her parti kendi bakanlığını kurtarılmış bölge olarak değerlendiriyordu. Bir başbakan düşünün ve bu başbakan diğer partilerin bakanlarına söz geçiremiyordu. Onlardan bir talebi olacak olursa o partinin genel başkanı yani başbakan yardımcısına söylüyor o da bakana iletiyordu. Allah aşkına bakın Türkiye’nin geçmişte nasıl yönetildiğini, Türkiye koalisyonlardan çok çekti, askeri müdahaleler her zaman koalisyonları ortaya çıkardı. Bugün istikrar olmasa Türkiye bu yerlere gelmezdi?

 

12 Eylül darbesine millet neden direnmedi, neden sokağa inmedi?

Aslında bu konu çok uzun ama kısaca anlatmaya çalışacağım. Asker devamlı devleti yönetmeye çalıştı. 1889’da kurulan bir ittihat ve terakki dönemi var ve o dönemde Enver, Cemal ve Talat paşa adında 3 paşa önde. Talat paşa asker değil diğer asker olan iki paşanın rütbeleri albay bile değildi. Enver Paşa albay rütbesinde olmamasına rağmen Genel Kurmay Başkanı olmuş ve sonradan paşa unvanını almıştır. Bunu duyan Cemal Paşa Şam’da yıldızını kendi takmıştır. Türkiye böyle şartların içindeydi. İttihat Terakki,  Türkiye’de çok şeyin kaybetmesine neden oldu.

Ordumuz şanlı bir ordu, hepimizin göz bebeğidir ve bizi bu günlere getirmiştir. Ama aynı ordu öyle işler yapmışki, bilhassa Cumhuriyet’le beraber asker korkusunu millete sindirmişlerdir. Buna bir örnek vereyim; Bertiz biliyorsunuz 25 parça köyden oluşan dağlık bir alandır. Orada şunu çok duydum; ‘Ahmet Bey, Bertiz 3 jandarmaya teslim olur’ bu cümleye aklım almıyordu, nasıl olurda koskoca bir köy 3 jandarmaya teslim olur. Bugün bile bunu düşünemezsiniz. O dönemde şunu söylüyorlardı; bir yere bir jandarma geldiğinde diğer yerlere de geleceği hesap edilerek herkes ayakta beklermiş. Yani askerin eli şefkatli, merhametli olduğu zaman bu milletin gözbebeğidir. Ama eli değnekli olduğu zaman vatandaşın vay haline.

1980 ihtilali gelmeden önceki gün yani 11 Eylül 1980 tarihine kadar ülke genelinde büyük bir anarşi varken ihtilal günü Türkiye süt liman olmuştur. Hiçbir karşıtlık yapamadılar. Bu da askerin milletin üzerinde tokat gibi çıktığını gösteriyor.

 

15 Temmuz darbesi sizce neden başarılı olamadı?

15 Temmuz meselesi kesinlikle bizim için ‘bir var olma ve yok olma’ meselesidir. Aklıselim düşünmek gerekir, ‘iktidar şöyleydi, böyleydi, iktidar bunlarla birlikteydi, iktidar bunlara fırsat verdi’ gibi bunların hepsi konuşulsun. Bunların dışında iktidarın Türkiye’yi demokratik bir şekilde yönetmediğini, insan haklarına saygılı olmadığını, gazetecilerin tutuklandığını, halkın ikiye ayırma gibi bir politika ortaya koyduklarını ve ekonomide de başarılı olmadıkları söylenir. Ama Allah aşkına 15 Temmuz darbe girişimindeki olaylar iç siyasetle anlatılacak bir tarafı yok. Var olma ve yok olma meselesidir. 15 Temmuz meselesi başta Allah’ın yardımı sonra aklı selim ordu komutanlarının tavır ve duruşları ve daha önemlisi milletin tavrı. İşte millet tanklara nasıl çıkıp durdurulacağını, topa tüfeğe karşı nasıl göğsünü siper ettiğini, bu memleket için canını nasıl verdiğini ve vereceğini ortaya koymuştur.

Eğer darbe gerçekleşseydi şurada sizinle röportaj yapmamız bile mümkün değildi. Bu olayların bu şekilde şahsi meselelere dönüştürülmesi olayların gelecek için tedbir alınmamasına neden olur. CHP lideri 15 Temmuz için ‘kontrollü darbedir’ diyor. Nasıl kontrollü darbe oluyor, kendisi demokrasi mitinglerinde vardı. CHP lideri o söyleminin tutmadığını görünce, vatandaşa inandıramadıklarından dolayı bu defa Kanun Hükmünde kararnamelere sataştı. Kontrollü darbe lafına kimse inanmaz.

 

Siz siyasette1960 darbesi hariç tüm darbe ve muhtıraları gördünüz. 15 Temmuz’dan sonra bir darbenin daha olabileceğini düşünüyor musunuz?

Fetullahçılık bu memlekette inanç konusunda, eğitim konusunda ve yurt dışına açılma konusunda ortaya koydukları sevinçli, samimi gibi görünen hareketin ne olduğunu çok ciddi bir şekilde anladık. Bu terör örgütü apaçık söyleyeyim, Türkiye’de ne kadar istihbarat birimi varsa hepsini ele geçirmişler. Ne kadar üst seviyede kadro varsa onları da ele geçirmişler. Bunları yaparken de hakkı olan kimseye kulp takıp iftiralarla görevinden uzaklaştırıp yerlerine kendi adamını yerleştirmişler. Hepimiz şahidiz; bütün üst düzey kadrolarda öyle bir yapılanmışlarki, bunları yaparken de biz, ‘işte namazlı abdestli adamlar kadrolara geliyor’ diye seviniyorduk.

Fetullahçıların çok gizli bir teşkilat olduğunu davalarla, iddianamelerle öğreniyoruz. Bunların böyle yapmalarını düşünemiyoruz. Bunları yaparken de kimlerin haklarını yemişler hepsi bir bir ortaya çıkıyor. Ülkemiz inşallah böyle bir olayla karşılaşmaz.

Ülkede bir daha darbe hiç olmaz demek doğru bir cümle olmaz. Ama bu milletin 15 Temmuz’da gösterdiği iradeyi her zaman ortaya koyacağı için, bu milletin bu sahipliğinden dolayı ihtilal olacağını zannetmiyorum.

(KAHRAMANMARAŞ'TA BUGÜN GAZETESİ / MESUT TUĞRUL)

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x