12 Eylül 1980 yılında belediye başkanlığı yaptığı sırada karşılaştığı askeri darbede şuana kadar hiç kimseyle paylaşmadığı özel bilgileri Bugün Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mesut Tuğrul’a anlatan Uncu; “o gece yayladaydım, sabaha karşı saat 04.00’da yayladaki evimize bir yüzbaşı geldi. Yüzbaşı ile birlikte sabaha karşı Maraş’a doğru gelirken o zaman şehrin girişi olan Aslanbey Mahallesine geldiğimde asker cemselerini görünce bir askeri müdahale olduğunu anladım.” Dedi.
Sıkıyönetim Komutanı Haznedaroğlu ile görüştükten sonra
evine gönderildiğini ve 15 gün sonra tekrar karargaha çağrıldığını dile getiren
dönemin Belediye Başkanı Ahmet Uncu şöyle konuştu, “dönemin Valisi ve Jandarma
Alay Komutanının olduğu ortamda Haznedaroğlu Paşa bana belediye başkanlığı
görevime devam etmemi istedi. Bende teşekkür ederek sivil bir siyasetçi
olduğumu ve askerin tayin ettiği bir belediye başkanı sıfatını taşımak istemeyeceğimi
söyleyerek affımı istedim. Önce şaşırdılar ve sonra kimi önerdiğimi sordular.
Bende dönemin DSİ Bölge Müdürü İsa Kalkan’ın yapabileceğini söyledim ve görevi
ona tevdi ettiler” dedi.
12 Eylül darbesinde halkın neden sokağa çıkmadığı
sorusunu da örnek vererek anlatan Uncu; “Sıkıyönetim demek halkın özgürlüğünün
‘yok’ olması demek. Kahramanmaraş’ta vatandaşlar yaz aylarında Valilik
istikameti güneşli olduğu için gölge olan valiliğin karşı istikametten
yürürlerdi. Bir gün karşı istikamette bulunan binanın önünde bir zabıta arabası
durdu, halk o gölge yeri bırakıp hepsi güneşli yerden gitmeye başladı.
Ordumuz şanlı bir ordu, hepimizin göz bebeğidir ve bizi
bu günlere getirmiştir. Ama aynı ordu öyle işler yapmışki, bilhassa
Cumhuriyet’le beraber asker korkusunu millete sindirmişlerdir. Buna bir örnek
vereyim; Bertiz biliyorsunuz 25 parça köyden oluşan dağlık bir alandır. Orada
şunu çok duydum; ‘Ahmet Bey, Bertiz 3 jandarmaya teslim olur’ bu cümleye aklım
almıyordu, nasıl olurda koskoca bir köy 3 jandarmaya teslim olur. Bugün bile
bunu düşünemezsiniz. O dönemde şunu söylüyorlardı; bir yere bir jandarma
geldiğinde diğer yerlere de geleceği hesap edilerek herkes ayakta beklermiş.
Yani askerin eli şefkatli, merhametli olduğu zaman bu milletin gözbebeğidir.
Ama eli değnekli olduğu zaman vatandaşın vay haline.”
Darbelerin koalisyon dönemini de birlikte getirdiğine
değinen Uncu, darbelerin ardından oluşturulan koalisyonlarda en çok oy alan
partinin lideri Başbakan diğerlerinin de yardımcısı olduğunu hatırlatarak, bir
Başbakanın diğer partiye verilen bakana söz geçiremediğini de söyledi. Ayrıca
Uncu Sıkıyönetim döneminde köyleri dayaktan geçiren Bekçi Hüseyin adında kısa
boylu bodur bir görevliyle koca Kahramanmaraş’ın gücünün yetmediğini dile
getirdi.
BİR BEKÇİ
HÜSEYİN’E KİMSENİN GÜCÜ YETMEDİ
12 Eylül darbesinin gerçekleştiği dönemde Kahramanmaraş
Belediye Başkanlığı görevinde bulunan eski Belediye Başkanı ve Milletvekili
Ahmet Uncu, darbenin 37. Yıl dönümünde bilinmeyenleri sadece Kahramanmaraş’ta
Bugün Gazetesine anlattı. Uncu, “bana Sıkıyönetim belediye başkanlığı görevime
devam etmemi istedi. Ben ise sivil bir politikacı olarak bu görevi
yapamayacağımı söyledi. Bu kararımdan da asla pişmanlık duymadım” dedi.
12 Eylül 1980 darbesinde Kahramanmaraş Belediye
Başkanlığı yapan Ahmet Uncu görev yaptığı 32 aylık Belediye Başkanlığının
darbeyle sonlandığını ifade etti. 1980 darbesinin 37. Yıl dönümünde
Kahramanmaraş’ta Bugün Gazetesinin sorularına içtenlikle cevap veren Uncu, bu
zamana kadar hiç kimseyle paylaşmadığı ve darbecilerle arasında geçen
konuşmaları da sadece Bugün Gazetesine anlattı.
Darbelerle birlikte gelen sıkıyönetimlerin halka her
zaman sıkıntı oluşturduğunu da hatırlatan Uncu, sıkıyönetim zamanında bizzat
şahit olduğu olayları da değerlendirdi. Uncu, hiç kimsenin gücünün yetmediği
bir Bekçi Hüseyin’den söz etti. 3 jandarmanın Bertiz’i nasıl teslim alacağı
algısının oluştuğunu anlattı.
Ayrıca Uncu 12 Eylül darbesinde öyle bir örnek verdi ki;
içler acısıydı: “vatandaşlarımız yaz aylarında Trabzon Caddesini kullanırken
genellikle Valilik istikameti güneşli olduğu için karşı tarafı kullanırdı.
Fakat karşı taraftaki bir apartmanın köşesinde bir zabıta aracı görse, güneşli
havaya rağmen hepsi Valilik istikametine geçerdi.
Ordumuz şanlı bir ordu, hepimizin göz bebeğidir ve bizi
bu günlere getirmiştir. Ama aynı ordu öyle işler yapmışki, bilhassa
Cumhuriyet’le beraber asker korkusunu millete sindirmişlerdir. 1980 ihtilali
gelmeden önceki gün yani 11 Eylül 1980 tarihine kadar ülke genelinde büyük bir
anarşi varken ihtilal günü Türkiye süt liman olmuştur. Hiçbir karşıtlık
yapamadılar. Bu da askerin milletin üzerinde tokat gibi çıktığını gösteriyor.”
Dedi.
İşte 1980 darbesinin 37. Yıl dönümünde yaşanılan o acı
hatıralar;
12 Eylül darbesini
nerede öğrendiniz?
12 Eylül 1980 darbesinin gerçekleştiğinde Kahramanmaraş
Belediye Başkanıydım. O gün yaylada bulunuyordum, saat 04.00’da babam beni
uyandırdı ve bir yüzbaşının geldiğini söyledi. Bende bu saatte neden
geliyorsunuz diye sert davrandım. Aşağıya indiğimde içerisinde yüzbaşı iler
birlikte 2 askerin olduğu bir jeep vardı. Yüzbaşı bana çok saygılı davrandı ve
bir şey söylemedi. O dönemde şehrin giriş yeri olan Aslanbey Mahallesine saat
05.00’ra doğru geldiğimde ana yollarda cemseler görünce bir askeri müdahale
olduğunu anladım. Kahramanmaraş’ın sıkıyönetim komutanı Yusuf Haznederoğlu’nun
yanına götürdüler. Haznederoğlu bana direk olarak, askerin müdahale ettiğini,
bu müdahaleden dolayı beni çağırdıklarını, benimle bir sorunlarının olmadığını
ve beni misafir edeceklerini söyledi. Saat 07.30’a kadar Sıkıyönetim
komutanlığında bekledikten sonra eve gideceğimi ve daha sonra da yaylaya tekrar
dönebileceğimi söyledi. Bende önce eve sonra da belli bir süreçten sonra
yaylaya gittim.
Darbeden sonra
nasıl bir süreç işledi?
Darbeden 15 gün sonra konseyin aldığı bir kararda bütün
belediye başkanlarını sıkıyönetim komutanları ve valiler değerlendirerek
değişimini istediler ve yerine geleceklerinde tespitini yaptılar. Ben evdeydim,
Yusuf Paşa beni arayarak komutanlığa davet etti. Dönemin Valisi ve Jandarma
Alay Komutanı da Yusuf Paşa’nın yanındaydı. Bana; Vali Bey direkt olarak ‘Ahmet
Bey; sizinle bir problemimiz yok, sizin görevinize devam etmenizi istiyoruz, bu
kararı size tebliğ etmek için buraya davet ettik’ dediler. Ben öyle bir yükün
altına girecek bir insan değilim sivil bir siyasetçiyim, sorumluluklarımız var.
‘Ben bu teklifinizden dolayı çok mutlu oldum, böyle bir güveni vermekten dolayı
sevindim ama ben sivil bir siyasetçiyim. Bir sivil politikacı olarak askerin
tayin ettiği bir belediye başkanı sıfatını taşımak istemem. O bakımdan benim
affımı istiyorum’ dedim ve şaşırdılar. Arkasına ilave ettim; ben seçilmiş bir
belediye başkanıyım, yarın partili vatandaşlarımızdan dolayı bir şikâyet
olduğunda sizinle çelişebiliriz’ diyerek affımı istedim. Bana kimi tavsiye
edeceğimi sorduktan sonra dönemin DSİ Bölge Müdürü İsa Kalkan beyin bu işe daha
iyi olacağını söyledim. Kendileri de memnun oldular ve İsa Kalkan’ı belediye
başkanı olarak görevlendirdiler.
Sıkıyönetim Komutanlığı darbe sürecinde Türkiye’de ilk
görevine devam etme teklifini Erzurum Belediye Başkanı Nihat Kitapçı’ya
yapmıştı. Kitapçı’da bunu kabul etmişti. Kitapçı daha sonra Anavatan
partisinden milletvekili ve devlet bakanlığı da yapmıştır. Ben görevi kabul
etmeyerek tarafsızlığımı ortaya koydum.
“Yineki
darbecilerim teklifini kabul etmediğim” dediğiniz oldu mu?
Kesinlikle, çünkü sivil kadroların askeri dönemde
emrivaki içerisinde görevini yapması düşünülecek bir şey değil. O dönemlerin
adamı olmadım olamazdım da. Çok gönül rahatlığı içerisinde görevimi bıraktığımı
söyleyebilirim. Şuana kadarda bu gerçeği ilk defa sizinle paylaşıyorum.
Darbe sürecinde
Kahramanmaraş’ta halka zulüm yaptılar mı?
Bu soruya iki yönlü cevap vermek lazım. Biri; müdahale
etmiş bir ordu, o müdahalelerden dolayı sıkıyönetim var. O sıkı yönetim halk
için devamlı sıkıntılı olmuştur. Çünkü sıkıyönetimle halkın “hürriyeti yok”
demektir, sıkıyönetimlerde kesinlikle halk baskı altında yaşamaktadır. Bir
örnek vereyim; yaz aylarında ve son baharlarda vatandaşlar Trabzon Bulvarında
yürürken Valilik istikametinde güneş olduğu için hep karşı taraftan yani gölge
olan apartmanların olduğu yerden giderdi. Öyle şeylere şahit oldumki, Valiliğin
karşısındaki apartmanın bir köşesinde bir zabıta gördüğünde vatandaşın hepsinin
güneşli taraftan yani Valilik istikametinden gittiğini gördüm. Çünkü asker bir
korku ortaya koymuştur ve askerin bu elinin şefkatli olmaması vatandaşı çok zor
duruma düşürmüştür. Askerlerin sıkıyönetimle beraber ortaya koyduğu politikalar
her zaman vatandaşın sıkıntılarını artırmıştır. Öyle şeyle oluyorki; mesela bir
bekçi Hüseyin vardı. Bekçi Hüseyin bilhassa köylerde camilerden anons
yaptırarak vatandaşları köy meydanında toplar ve silahlarının teslim edilmesini
isterdi. Bekçi Hüseyin’in elindeki silahlı olanların bilgisi ise Suriye’den
yurda silah sokarken yakalanan kaçakçılardan olurdu. Bekçi Hüseyin o bilgileri
alarak vatandaşa gidiyor ve ısrarla silahlarını teslim etmesini isterdi,
vatandaşta gayet doğal bir şekilde korkusundan silahını vermek istemiyordu. O
bekçi Hüseyin kısa boylu biriydi ve tek başanı Muhtarı, köylüyü ‘yalan
söylüyorsunuz’ diye döverdi. Ben yıllardır; Sıkıyönetim döneminde
Kahramanmaraş’ın bir Bekçi Hüseyin’e gücü yetmediğini, bir bekçi Hüseyin’in
Kahramanmaraş’a yettiğini söyledim. İşte darbe sürecinin en küçük örneği buydu.
Darbeler hakkında
neler söylemek istersiniz?
Türkiye, bilhassa 1850’den itibaren Batılaşma kavgası
içerisine girmiştir. Batılılaşma döneminde, batının fikrini, sanayisini,
kalkınmasını, batıdaki yönetimi ve batının daha demokratik bir şekilde
yönetildiği kesindi. Bunların alınması gerekirken biz batının yaşantısını
aldık, onların yaşantısına özendik. Bu olay Cumhuriyet döneminde de yaşandı.
1960 ihtilali biliyorsunuz bir partiye yapıldı. Bu ihtilali de şöyle
değerlendirmek lazım; Demokrat parti 3 dönem seçim kazanmıştı. 1960’daki
ihtilal olmasaydı yine Demokrat parti kazanabilirdi veya kaybedebilirdi.
1960’da darbe olmasaydı 1965’te olabilirdi. Burada hak sahibi vatandaştır. 1960
darbe sürecinde bir partinin siyaset yapması yasaklandı, Yassı adada gelişen
olayların olmaması gerekirdi. Bir Başbakan asıldı, iki bakan asıldı. Çoğunlukla
parti yöneticilerine cezalar verildi ve ne kazandı Türkiye? Kazandığı bir şey
olmadı, çünkü istikrar ortadan kalktı. Türkiye’nin en önemli meselesi
istikrardır. İstikrar olmadan Türkiye’yi kalkındırmak, demokrasi içerisinde
istenilen seviyeye getirmek asla mümkün değil.
Bu ihtilaller, muhtıralar Türkiye’nin hem demokrasisine
sıkıntı getirdi hem koalisyonlar oluşmasına neden oldu. Koalisyonlar bu
memleketi batırdı desem çok doğrudur. Çok acılı bir dönemdi ve benim siyaset hayatımın
da yüzde 85’i bu dönem içerisinde gerçekleşti.
Öyle bir şey oluyorduki; en çok oy alan Başbakan
oluyordu. İkinci ve üçüncü en çok oy alan liderler de Başbakan Yardımcısı
oluyordu. Aldıkları oya göre de bakanlık veriyorlardı. Her parti kendi bakanlığını
kurtarılmış bölge olarak değerlendiriyordu. Bir başbakan düşünün ve bu başbakan
diğer partilerin bakanlarına söz geçiremiyordu. Onlardan bir talebi olacak
olursa o partinin genel başkanı yani başbakan yardımcısına söylüyor o da bakana
iletiyordu. Allah aşkına bakın Türkiye’nin geçmişte nasıl yönetildiğini,
Türkiye koalisyonlardan çok çekti, askeri müdahaleler her zaman koalisyonları
ortaya çıkardı. Bugün istikrar olmasa Türkiye bu yerlere gelmezdi?
12 Eylül darbesine
millet neden direnmedi, neden sokağa inmedi?
Aslında bu konu çok uzun ama kısaca anlatmaya
çalışacağım. Asker devamlı devleti yönetmeye çalıştı. 1889’da kurulan bir ittihat
ve terakki dönemi var ve o dönemde Enver, Cemal ve Talat paşa adında 3 paşa
önde. Talat paşa asker değil diğer asker olan iki paşanın rütbeleri albay bile
değildi. Enver Paşa albay rütbesinde olmamasına rağmen Genel Kurmay Başkanı
olmuş ve sonradan paşa unvanını almıştır. Bunu duyan Cemal Paşa Şam’da
yıldızını kendi takmıştır. Türkiye böyle şartların içindeydi. İttihat Terakki, Türkiye’de çok şeyin kaybetmesine neden oldu.
Ordumuz şanlı bir ordu, hepimizin göz bebeğidir ve bizi
bu günlere getirmiştir. Ama aynı ordu öyle işler yapmışki, bilhassa
Cumhuriyet’le beraber asker korkusunu millete sindirmişlerdir. Buna bir örnek
vereyim; Bertiz biliyorsunuz 25 parça köyden oluşan dağlık bir alandır. Orada
şunu çok duydum; ‘Ahmet Bey, Bertiz 3 jandarmaya teslim olur’ bu cümleye aklım
almıyordu, nasıl olurda koskoca bir köy 3 jandarmaya teslim olur. Bugün bile
bunu düşünemezsiniz. O dönemde şunu söylüyorlardı; bir yere bir jandarma
geldiğinde diğer yerlere de geleceği hesap edilerek herkes ayakta beklermiş.
Yani askerin eli şefkatli, merhametli olduğu zaman bu milletin gözbebeğidir.
Ama eli değnekli olduğu zaman vatandaşın vay haline.
1980 ihtilali gelmeden önceki gün yani 11 Eylül 1980
tarihine kadar ülke genelinde büyük bir anarşi varken ihtilal günü Türkiye süt
liman olmuştur. Hiçbir karşıtlık yapamadılar. Bu da askerin milletin üzerinde
tokat gibi çıktığını gösteriyor.
15 Temmuz darbesi
sizce neden başarılı olamadı?
15 Temmuz meselesi kesinlikle bizim için ‘bir var olma ve
yok olma’ meselesidir. Aklıselim düşünmek gerekir, ‘iktidar şöyleydi, böyleydi,
iktidar bunlarla birlikteydi, iktidar bunlara fırsat verdi’ gibi bunların hepsi
konuşulsun. Bunların dışında iktidarın Türkiye’yi demokratik bir şekilde
yönetmediğini, insan haklarına saygılı olmadığını, gazetecilerin
tutuklandığını, halkın ikiye ayırma gibi bir politika ortaya koyduklarını ve
ekonomide de başarılı olmadıkları söylenir. Ama Allah aşkına 15 Temmuz darbe
girişimindeki olaylar iç siyasetle anlatılacak bir tarafı yok. Var olma ve yok
olma meselesidir. 15 Temmuz meselesi başta Allah’ın yardımı sonra aklı selim
ordu komutanlarının tavır ve duruşları ve daha önemlisi milletin tavrı. İşte
millet tanklara nasıl çıkıp durdurulacağını, topa tüfeğe karşı nasıl göğsünü
siper ettiğini, bu memleket için canını nasıl verdiğini ve vereceğini ortaya
koymuştur.
Eğer darbe gerçekleşseydi şurada sizinle röportaj
yapmamız bile mümkün değildi. Bu olayların bu şekilde şahsi meselelere
dönüştürülmesi olayların gelecek için tedbir alınmamasına neden olur. CHP
lideri 15 Temmuz için ‘kontrollü darbedir’ diyor. Nasıl kontrollü darbe oluyor,
kendisi demokrasi mitinglerinde vardı. CHP lideri o söyleminin tutmadığını
görünce, vatandaşa inandıramadıklarından dolayı bu defa Kanun Hükmünde
kararnamelere sataştı. Kontrollü darbe lafına kimse inanmaz.
Siz siyasette1960
darbesi hariç tüm darbe ve muhtıraları gördünüz. 15 Temmuz’dan sonra bir
darbenin daha olabileceğini düşünüyor musunuz?
Fetullahçılık bu memlekette inanç konusunda, eğitim
konusunda ve yurt dışına açılma konusunda ortaya koydukları sevinçli, samimi
gibi görünen hareketin ne olduğunu çok ciddi bir şekilde anladık. Bu terör
örgütü apaçık söyleyeyim, Türkiye’de ne kadar istihbarat birimi varsa hepsini
ele geçirmişler. Ne kadar üst seviyede kadro varsa onları da ele geçirmişler.
Bunları yaparken de hakkı olan kimseye kulp takıp iftiralarla görevinden
uzaklaştırıp yerlerine kendi adamını yerleştirmişler. Hepimiz şahidiz; bütün
üst düzey kadrolarda öyle bir yapılanmışlarki, bunları yaparken de biz, ‘işte
namazlı abdestli adamlar kadrolara geliyor’ diye seviniyorduk.
Fetullahçıların çok gizli bir teşkilat olduğunu
davalarla, iddianamelerle öğreniyoruz. Bunların böyle yapmalarını
düşünemiyoruz. Bunları yaparken de kimlerin haklarını yemişler hepsi bir bir
ortaya çıkıyor. Ülkemiz inşallah böyle bir olayla karşılaşmaz.
Ülkede bir daha darbe hiç olmaz demek doğru bir cümle olmaz. Ama bu milletin 15 Temmuz’da gösterdiği iradeyi her zaman ortaya koyacağı için, bu milletin bu sahipliğinden dolayı ihtilal olacağını zannetmiyorum.
(KAHRAMANMARAŞ'TA BUGÜN GAZETESİ / MESUT TUĞRUL)
YORUMLAR