Programın "Mahir
Ünal arafta mı?" şeklindeki sabit sorusuna Ünal, "Soruları olan herkes araftadır. Eğer kendi cevaplarınızı
arıyorsanız, sorularınız var demektir. Sorularınız varsa, sorularınızın
cevaplarını bulana kadar araftasınızdır. Ama bu, şu anlama gelmiyor;
sorularınızın cevaplarını bulmanız, sorularınızın bittiği anlamına gelmiyor.
Hani entelektüel diyorlar ya, entelektüel cevapları olan kişi değildir,
entelektüel sağlam soruları olan kişidir." yanıtını verdi.
"AK Parti kurulduğundan beri üzerine inşa olunan bir kavram var; 'dava'. Mahir Ünal'ın davası nedir?" sorusu üzerine Ünal, şunları söyledi: "Herkesin bir davası mutlaka vardır. Bizim davamız ne? Biz neyin mücadalesini veriyoruz? Aslında bizim davamızı belirleyen şey, kim olduğumuzla ilgili. Mahir Ünal olarak işin aidiyet noktasında, zihnim, düşüncem nereye ait diye baktığımda ben nebevi bir kültüre aitim. Çünkü ben öncelikle Müslüman'ım. Peygamberimin çizdiği istikamet ve Kur'an-ı Kerim'in bana gösterdiği yol var. Bunların hepsi kimliğimizin temellerini oluşturuyor. Kimliğimizin temelleri de amaçlarımızı, mücadelemizi, var oluş kavgamızı oluşturuyor. Bugün, baktığınızda üç şey ile karşılaşıyorsunuz. Aidiyet karşıtlığı ve milliyetsizleştirme, cinsiyetsizleştirme, dinsizleştirme. Bu üçünü kavgaların, şiddetin ve savaşın sebebi olarak görüyorlar."
"AK PARTİ,
TARİHİN İÇİNDEN AKIP GELEN BİR DUYGU"
Genel Başkan Yardımcısı Ünal, sözlerine şöyle devam etti:"AK Parti, 2001'de kurulmuş bir
parti değil. AK Parti, partilerden bir parti değil. AK Parti, tarihin içinden
akıp gelen bir duygu, bir fikir, bir değer, bir inanç, bir dava. Bugün oluşmuş
bir şey değil.
AK Parti, bir
millet hareketi. AK Parti, milletimizin yüzde 40, yüzde 50 oyunu alabiliyorsa,
bu aziz milletin kendi iddiasını, kendi davasını, kendi kavgasını, kendi
inancını, kendi mücadelesini ve kendi misyonunu bugün siyasal olarak AK
Parti'ye yüklemiş olmasından kaynaklanıyor. Yıllarca bu topraklarda siyaset
kirli ve bulaşık bir şey olarak gösterildi. 'Siyasete bulaşma' dediler çünkü
siyasete bulaşmak demek aslında iradenizi ortaya koymanız anlamına geliyor. Siz
sandığa gidip bir irade ortaya koyuyorsunuz. 83 milyon insanın tek tek iradesi
orada bir millet iradesine dönüşüyor. Siyaset kurumu sandıktan aldığı bu millet
iradesini devlete yansıtıyor."
Ünal, burada temel sorunun "Devletle ilgili kararları kim verecek?" olduğunu ifade
ederek, "Devletle ilgili kararları,
millet iradesinin taşıyıcısı olan siyaset kurumu verecekse o zaman siyasetin
itibarsızlaştırılması, siyasetin kirli ve bulaşık gösterilmesi birtakım
seçkinlerin, kendini devletin sahibi zannedenlerin işine geliyor." dedi.
"BUNUN
SİYASET KARŞITLIĞIDIR"
Elönü'nün, "Bu
mantığa bakarsak, muhalefet şu anda siyaset yapmıyor?" şeklindeki
sorusu üzerine Ünal, şu değerlendirmede bulundu: "Devletin bütün kurumlarını, devleti, Anayasa'yı gayrimeşru ilan
etmek, aslında darbeye zemin hazırlama faaliyetidir. Çünkü Anayasa'nın,
devletin, kurumların meşru sayıldığı bir zeminde siyaset yapılır. Gayrimeşruluk
iddiasının olduğu bir yerde siyaset yapamazsınız.
Siz, 15 Temmuz
darbesine 'tiyatro' diyeceksiniz. 15 Temmuz'dan sonra yapılan referandumu,
gayrimeşru ilan edeceksiniz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni gayrimeşru
ilan edeceksiniz 'saray rejimi' diyeceksiniz. 'Sarayın polisi' diyerek emniyet
güçlerini, 'sarayın yargısı' diyerek Türk yargısını, 'saray rejimi' diyerek
bizatihi bu milletin seçtiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni ve
Cumhurbaşkanı'nı gayrimeşru ilan edeceksiniz, sonra da siyaset yaptığınızı
söyleyeceksiniz. Bunun adı siyaset değil. Bunun adı tam tersine, siyaset
karşıtlığıdır. Milletin iradesi ile iktidara gelemeyeceğini anlayanların,
antisiyaset yaparak, kurumların meşruiyetini sorgulayarak demokrasiyi
müdahaleye açık hale getirme işi bugün yaptıkları tam olarak.
Bugün AK Parti'yi
eleştiren CHP'nin geçmişteki eylemlerine baktığımda 367 kararı gibi bir
saçmalık karşısında ne yapmış? Başörtüsü yasağında ne yapmış? Darbelerde ne
yapmış? Baktığımda, gördüğüm bir şey var. Milletle kavga eden, milletle
mücadele eden ve bugün de aynı alışkanlığını sürdüren vesayetçi bir akıl
var."
"MUHALEFET,
BAŞKA BİR YERDEN KONUŞUYOR"
Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, "Muhalefet milli değilse, iktidar ne yapacak? Kendi muhalefetini
mi üretecek?" sorusu üzerine, şunları anlattı: "Siz Doğu Akdeniz'de, Mavi Vatan'dan kaynaklanan haklarınızı
koruyorsunuz. Bakıyorsunuz muhalefet Yunan tezlerini savunuyor. Libya'da Hafter
ile birlikte hareket ediyor. Üstelik Serrac Hükümeti BM tarafından tanınmış,
meşru hükümet. BM'nin tanıdığı meşru hükümete 'cihadist' diyor, darbeci
Hafter'in daha seküler olduğunu ifade edip, onu destekliyor. Suriye'de Esed'i
destekliyor. YPG'ye, PYD'ye 'Türkiye'ye mi saldıracak?' diyor. Türkiye'nin
hiçbir milli meselesinde, Türkiye'nin yanında durmuyor. Biden'ın iç siyasete
dönük açıklamalarından medet umuyor. ABD'den demokrasi dileniyor. Ermenistan'a
destek için giden 500 PKK'lı teröristi görmüyor, kalkıp uluslararası alanda
'Türkiye cihadistleri Azerbaycan'a götürmüştür.' diye açıklama yapıyor.
Geçmişe dönüp
baktığınızda Suriye krizinde, MİT tırları operasyonu ile birlikte FETÖ ile
beraber hareket edip 'Türkiye'nin Lahey'de yargılanmasına zemin hazırlayabilir
miyim?' diye bakıyor. Tabii ki içeride muhalefet sonuna kadar yanlış gördüğü
şeyleri eleştirecektir ama Türkiye'nin siyaset üstü meselelerinde kenetlenmesi
gereken muhalefet, başka bir yerden konuşuyor. Bu tabii zaman içinde milli
güvenlik sorununa dönüşüyor."
"BEN BUNLARIN
(VATANDAŞ) HAKLARINI TWİTTER'IN İNSAFINA MI BIRAKACAĞIM?"
Tanıtım ve Medya Başkanı olarak özellikle Twitter'da daha
etkin olması gerektiği yönünde yorumların geldiğini anlatan Ünal, "Ben açıkça şunu söylüyorum. Ben,
Tanıtım ve Medya Başkanı olarak Facebook ya da Twitter'ın müşteri temsilcisi
değilim. Dolayısıyla benim Twitter'a ya da Facebook'a kullanıcı bulmak gibi bir
görevim yok. Ben Twitter'a ve Facebook'a diyorum ki 'Gel benimle hukuki, mali
muhataplık oluştur.' Sosyal medya yasasını çıkardır. Dedik ki 'Bizimle hukuki,
mali muhataplık oluşturun.' YouTube bunu kabul etti, temsilci açıyor ama
Twitter temsilcilik açmıyor. Benim vatandaşlarım aynı zamanda Twitter'ın
kullanıcıları. Twitter'ın kullanıcısı olan vatandaşlarımın haklarını kim
koruyacak? Ben bunların haklarını Twitter'ın insafına mı bırakacağım?"değerlendirmesinde bulundu.
Birilerine siber veya dijital vatandaş bulmak durumunda
olmadıklarını, kullanıcı durumundaki vatandaşların haklarını korumak için
mücadele ettiklerini belirten Ünal, bilişim suçlarına bakan mahkemelerin
bununla sonuna kadar mücedele ettiğini, dolayısıyla gelecek müzakere sürecinin
işin nereye gideceğini göstereceğini söyledi.
Sosyal medya üzerinden yapılan hakaretlere ilişkin
şimdiye kadar 17 dava açtığını anlatan Ünal, akla hayale gelmeyecek
hakaretlerin yer aldığını, mahkemelerin yükünü artırmamak adına bunlarla ilgili
yasal süreç başlatmadığını aktardı.
Açtığı 17 davanın hiçbirinin sonuçlanmadığını, hatta birinde
siyasetçilerin konumlarından dolayı bu tür şeyleri eleştiri olarak kabul etmesi
gerektiğinin belirtildiğini ifade eden Ünal, hatta en ağır hakaretlere
takipsizlik kararı verildiğini dile getirdi.
Geçmişte yazdığı bazı şiirlerin dergilerde yayınlandığını
belirten Ünal, "Yazar olduğumu
söyleyemem ama biraz Kahramanmaraşlı olmaktan, havasından, suyundan kaynaklanan
birkaç şiir, yazı yazmışlığımız var." dedi.
Kahramanmaraş'ın, şiirin ve edebiyatın başkenti olmayı
hak eden bir şehir olduğunu dile getiren Ünal, şunları kaydetti: "Bu sizi etkiliyor haliyle. Ben 14
yaşıma kadar Kahramanmaraş'taydım, sonra eğitimime İstanbul'da devam ettim ama
Kahramanmaraş'ı hiç unutmadım. Çünkü ben şuna inanıyorum, insan rüyalarını
doğduğu şehirde görür. O yüzden insanın doğduğu şehre bir bağı vardır. 2011'de
milletvekili oldum. Kahramanmaraş'ı yeniden hayal etmek diye toplantılara
başladık. O dönemde Cumhurbaşkanımızın desteğiyle, 7 Güzel Adam dizisi çekildi.
Dizi, şiiri, edebiyatı yeniden Türkiye'nin gündemine taşıdı. Kahramanmaraş'ta
muhteşem bir edebiyat müzesi yaptık. Elbistan'a Şehir Müzesi yaptık. Şehir
Müzesi'nde amacımız, o şehirde çocukların şehirlerinin tarihine ilişkin bir
hafızaları oluşsun."
"Siyasette
dostluk var mı?" sorusu üzerine Ünal, şunları söyledi: "Siyaset
bir takım oyunu. AK Parti'yi güçlü kılan yol arkadaşlığıdır. Genel Başkanımız,
Cumhurbaşkanımız yol arkadaşlığına ve yol arkadaşlığının hukukuna çok dikkat
eder. Bugün AK Parti'den ayrılan ve bu yol arkadaşlığını terk edenlere
baktığımızda, mesela bu hareketin Başbakan yaptığı ve konuşmasında da 'Önce
refik, sonra tarik.' diyen bir Başbakan vardı. Şimdi şu soruyu sormak gerekir?
Şimdi önce arkadaş, sonra yol diyorsanız, o zaman siz, Recep Tayyip Erdoğan
Cumhurbaşkanı olduktan sonra Recep Tayyip Erdoğan'ın yol arkadaşlığını
bıraktınız, Recep Tayyip Erdoğan'ın yol arkadaşlarını alıp başka bir yola mı
girmek istediniz? Yani o gün 10 milyon üyesi olan bir partiyi kendi yolunuza
çekmek ve o insanlara da 'Gelin sizle yol arkadaşı olalım.' dediğinizde, o siyasi
hareketin lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın yol arkadaşları sizinle birlikte
yürüyecek mi zannettiniz? Bugün kurduğu partinin 12 bin üyesi var. Geçmişte 10
milyon üyesi olan bir partiyi 'Önce refik, sonra tarik.' diyerek başka bir yola
taşımaya çalıştı."
Ünal, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la 2007'de tanıştığını
anımsatarak, o günden bugüne Erdoğan'ın yol arkadaşlarının hukukunu ihlal
ettiğine tanık olmadığını söyledi. Erdoğan'ın samimiyetten, gayretten,
hassasiyetten ve sahiciliğinden hiçbir zaman taviz vermediğini dile getiren
Ünal, Merkez Yürütme Kurulu'na baktığında genel başkan yardımcılarının eskiden
gelen dostluklara sahip olduğunu ifade etti.
AK Parti'de dostlukların kıymetli olduğuna dikkati çeken
Ünal, sözlerini şöyle sürdürdü: "12
bin üyesi olan partinin genel başkanının 10 milyon üyesi olan bir partiyi adeta
zimmetine geçireceğini düşünmek şaşırtıcı her şeyden önce. Ayrıca, son
kongresinde verdiği sözlerin tamamını unutup 3 yıl bekledikten sonra hiç o
sözleri söylememiş gibi tekrardan siyaset yapıyor olmak, şaşırtıcı. Kendi
siyasal çizgisinde kırmızı çizgileri olduğunu söyleyenlerin bugün o kırmızı
çizgilerini tek tek çiğnemeleri şaşırtıcı."
"CHP'NİN
GÜNAH GALERİSİ ÇOK GENİŞ"
Mahir Ünal, CHP teşkilatlarına yönelik taciz iddialarına
ilişkin soru üzerine, CHP'nin kendisiyle yüzleşememek gibi bir sorunu olduğunu
dile getirdi. Ünal, şunları aktardı: "Bu
bugünkü bir mesele değil. CHP aynaya bakmakta zorlanıyor. CHP geçmişteki
darbeci anlayışı, özgürlük karşıtı, vesayetçi anlayışı... CHP'nin geçmişte o
kadar geniş bir günah galerisi var ki. CHP hiçbir zaman bununla yüzleşmedi,
yüzleşmeyi de düşünmedi. CHP 1960 darbesi ve darbenin şartlarını oluşturan o
siyasal diliyle yüzleşmedi. CHP sonrasında maalesef her daim kendisi iktidar
olamasa bile fikri olarak iktidardaydı zaten. Bu dönemleriyle CHP hiçbir zaman
yüzleşmedi. Şu anda CHP kendi içindeki krizlerin üzerine yatarak, kulağının
üzerine yatarak, bunları yok sayarak bir süre sonra bunların unutulacağını
düşünüyor. CHP'nin kriz yönetiminin algoritması çok basit. Kriz seninle
ilgilisiyle hiç konuşma. Sorun başka birisiyle ilgiliyse sürekli konuş. Bu,
sürdürülebilir bir şey değil. Dönüp CHP'nin kendi içindeki tacizle tecavüzle
yolsuzlukla yüzleşmesi gerekiyor. Eğer bununla yüzleşmezse bu taşınabilir bir
şey olmaktan bir süre sonra çıkacak."
Genel Başkan Yardımcısı Ünal, taciz mağdurlarını
savunanların farklı ithamlara maruz kaldığını ifade ederek, konuşmasını şöyle
sürdürdü: "Mağdur kadınlarla ilgili
konuşmaya başladığınız anda da sizi istismarla suçluyorlar. 'Buradaki travmayı
tetiklemeyin.' Evet, doğru. Bir televizyonun program yapımcısı eşine şiddet
uyguluyor sonra Mustafa Kemal Atatürk'ün süveterini giyip televizyona
çıkıyorsa, o kadıncağız sesini duyuramıyor, o tarafta herhangi bir taciz ve
şiddet olayı olduğunda bütün kadın dernekleri susuyorsa bu mağdurla ilgili kim
ne yapacak? Bu insan sesini nasıl duyuracak? O mağdura birisi sahip çıkınca,
'Mağduru siyasete alet ediyorsunuz.' diyorlar. Bu mağdurun hukukunu neden
savunmuyorsunuz? CHP'nin son dönemde içine düştüğü durum birçok açıdan
önümüzdeki süreçte akademisyenlerin üzerinde ciddi anlamda çalışacağı bir konu
olarak önümüzde duruyor."
"CHP, EZANIN
TÜRKÇE OKUNMASI FİKRİNDEN VE DÜŞÜNCESİNDEN VAZGEÇMEMİŞTİR"
Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından düzenlenen Şeb-i Arus Töreni'nde Kur'an-ı Kerim'in Türkçe okunmasına
ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.
Ünal, CHP'nin kendisiyle yüzleşmeme davranışının altında
yatan motivasyonun partide hiçbir değişimin gerçekleşmemesi olduğunu belirterek,
şunları söyledi: "CHP, fırsat
bulduğunda 1940'larda ne yaptıysa bugün aynısı yapmak isteyecektir. Orada öyle
bir öfke var ki... Yassıada, Demokrasi ve Özgürlükler Adası haline getirildi.
Orasıyla ilgili o kadar çok hikaye dinledim ki... Bir tanesi kanımı dondurdu. O
dönemde CHP'li seçkin ailelerin, cuntacılardan izin alarak asker kıyafeti giyip
oradaki kendi ifadeleriyle 'düşükler' dedikleri mahkumlara, Demokrat
Partililere işkence yaptıklarını dinledim. Bu nasıl bir nefrettir? Bu kültüre,
bu tarihe, bu inanca hasılı bu millete dair her şeye karşı 1940'ta, 1950'de,
1960'da ne hissediyorlarsa, o günkü projeleri, fikirleri ne ise bugünkü
projeleri ve fikirleri aynı. Bugün imkanını bulduğunda, o gücü ele geçirdiğinde
CHP 1940'larda, 1950'lerde yapmak istediği her şeyi hayata geçirecektir. CHP,
ezanın Türkçe okunması fikrinden ve düşüncesinden vazgeçmemiştir. CHP, ibadetin
Türkçe olması fikrinden vazgeçmemiştir. CHP, bu milletin değerleriyle,
inançlarıyla mücadele etme fikriden vazgeçmemiştir. CHP, dün neyse bugün de
odur. Bakın İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Ankara Büyükşehir Belediyesini
kazandılar. Şimdi geçen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı'nın tavrını gördüm
bir videoda. Oradaki grup başkanvekilini nasıl susturduğunu 'Kapatın
mikrofonunu, alın onun elinden...' O dil, tam da o otoriter diktatöryal dil,
aynısını burada İstanbul'da da görüyorsunuz. O kürsüye oturduklarında, birazcık
kendilerini muktedir hissettiklerinde 1940'ta, 1950'de, 1960'ta ne varsa
bunları tekrar hayata geçirmekten bir adım geri atacaklarını asla
zannetmiyorum."
AİHM'İN DEMİRTAŞ
KARARI
Ünal, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) eski HDP
Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkındaki kararına ilişkin soruya ise şu
yanıtı verdi: "AİHM, İspanya Yüksek
Mahkemesi'nin 2017'de 11 Katalon liderle ilgili verdiği cezalara ilişkin ne
demiş? 13-20 yıl hapis cezası verildi bu liderlere. Bunlar silahlı silah terör
örgütü mü kurdular, İspanya'yı bölmeye mi çalıştılar? Hayır. Referandum çağrısı
yaptılar, referandum gerçekleştirdiler. Suçları bu insanların referandum
çağrısı ve referandumu gerçekleştirmek. İspanya Yüksek Mahkemesi 13-20 yıl
arası hapis cezası verdi. AİHM, bu konuyu gündemine bile almadı. Türkiye'ye
gelelim. Bu ülkenin şehirlerinin sokaklarına el yapımı patlayıcıları belediyelerin
iş makineleriyle kim yerleştirdi? Bu örgüt yerleştirdi. Bu ülkenin şehirlerinde
kim özerklik ilan etti? Bunlar yaptı. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin
kudreti olmasaydı, özerklik ilan edip Güneydoğu'yu Türkiye'den koparmışlardı.
'HDP bir Abdullah Öcalan projesidir.' sözünü kim söyledi? 6-7-8 Ekim olaylarını
kim başlattı? 53 kişinin katlinin sorumlusu kim? Bütün bu süreçlerde 'PKK nasıl
Abdullah Öcalan'ın projesiyse HDP de Abdullah Öcalan'ın projesidir.' diyen,
'Abdullah Öcalan'ın heykelini dikeceğiz.' diyen, 'Biz PYD ve YPG'ye
yaslanıyoruz.' diyen ve bütün bunların suç sayılmadığı bir ülkede mi
yaşıyoruz?"
YORUMLAR