Bloomberg HT’de Zeynep Özyol’un 60 Dakika programına canlı telefon bağlantısıyla davet edilen Şahin Balcıoğlu, “Dünya ile birlikte bir ekonomik sıkıntı yalıyoruz” dedi.
Balcıoğlu, programda yaptığı açıklamada şunları kaydetti;
“Kahramanmaraş birkaç tane ağır şey geçirdi, bir tanesi bildiğimiz depremde o çok kötüydü ve dünyayla birlikte şimdi ekonomik bir sıkıntı yaşıyoruz. Yani dünya yaşıyor, Türkiye yaşıyor, biz de yaşıyoruz ama bizimki biraz farklı. Çünkü biz hala evlerimizi ve iş yerlerimizi tam olarak ayağa kaldıramadık. Tam olarak faaliyete geçiremedik. Bir de bunun sıkıntısını yaşıyoruz. Tabi diğerlerinden farklı. Parasal sıkıntı da daha fazla yaşıyoruz. Neden yaşıyoruz? Çünkü normal iş yaptığımızda işte yüz liralık bir sermayemiz varsa yirmi lira, bir ek destekle, bir krediyle, bir katkıyla yürüyebilecek iken zaten sigortalar dan alamadığımız bir yüzde elli paramız var. Yüz liraya sigorta etmişiz. Sigortacılar bir sürü bir sürü bahane bulup ödememek için her yolu deniyor zaten başınızı vuracağınız herhangi bir merci yok, insanların istemediği sigortanın istediği de bu. Ne kadar uzarsa mahkemeye verirseniz bilmem ne yaparsanız para pul olduktan sonra para ödemek istiyorlar, ödememek istiyorlar.
9. AYINDA HALA SİGORTADAN ÖDEMESİNİ ALAMAYAN YERLER VAR. SİZ BİR HAFTA GEÇ ÖDESENİZ SİGORTANIZ DÜŞER.
Dolayısıyla yüz liraya sigorta ettiğiniz yerde bunun ancak kırk lirasını, belki elli lirasını alıyorsunuz. Elli lira için de tekrar yirmi lirayla olmayacak bir ayağa kalkmak için elli liraya, sonra da sermaye için bir yirmi liraya tekrar ihtiyacınız olacak. O burada daha zor, daha kötü, daha yavaş yürüyor. Yani her yerin yavaş olduğundan daha yavaş yürüyor. Ama ticaret var, dönüyor ama eski hızında değil.
Daha yıkım bitmedi. Bugün sosyal medyada, internette, haber sitelerinde görüyorsunuz Hatay'da yeni cesetler çıkıyor, bir sürü yer daha duruyor. Bir sürü yerin üstü kapandı. Yani ceset aşağıda kaldı. Ben şu kadar yıldır bir Kahramanmaraşlıyım ve Maraş'ın sevdalısı bir insanım. Yürürken, arabayla bir yere giderken duruyorum. Biraz nereden gidecektim? Bu sokaktan mı, bu yoldan mı çıkacaktım, öbür yoldan mı? Çünkü işaretlerini yok. Belirlediğiniz, göz aşinalığı olduğunuz yerler yok. Her şey kaybolmuş. Şehrin ana merkezi yok. Yani bizim bir kocaman Trabzon Caddemiz vardı, yok. Trabzon Caddesi dümdüz bir yer. Birazı birazı yıkılması bekliyor. Yolun kenarına konteynerler dizilmiş. Bazılarında işte cicili bicili şeyler var. Bazıları kapalı, içeride bir şeyler satıyorlar. Böyle bir şey. Toparlanan çok bir şey yok. Daha yasa yok yani 9'uncu aya girdik, doğru düzgün bir yasa yok. Biz isterdik ki altı haftada, iki ayda, bilemediniz sekiz haftada bir yasa çıkarılsın. Doğru olması tabi herkesin arzusu isteğiydi. Ama yanlış bile olsa bir yasa olur. Herkes uyardı işte. Sayın Bakan Kahramanmaraş'a geldi, Bakan orta hasarlı binalar yıkılacak dedi. Kış geldi. Yani insanların zaten başını sokacağı bir yer yok. Hani camiye götüremiyorsunuz? Yıkıldı. Spor salonuna göremiyorsunuz, yıkıldı. Kafasını yağmurdan koruyacak bir yer lazım. Yok hiçbir yer. O insanlara bir yer bulmak varken oraları da yıkacağız diye bir beyanat verdi. Sonra sağ olsun geri değiştirdi, güçlendirebilir isteyenler diye. Ama hiç kimse sorumluluk almıyor. Yani belediyeden ruhsat alan hiç kimse yok diyorsunuz ya, işte bilmem ne imzası diyor. Geçen birisi anlatıyordu Türkiye'de dört beş kişi varmış, o özellikte onun imzasıyla orada hasarlı binaları güçlendirebilir demiş. Nereden bulacağız o adam? Adam zaten İstanbul deprem olacak diye başını kaldıramıyor. İstanbul'da şu kadar bina var, onlarla uğraşıyor. Öyle garip şeyler. Herkes hayatta kalmaya çalışıyor.
Şimdi bizim ev ve işletmelerimizin bürokrasiye sokmadan, işte şu evrakta, şu kağıtta, şu imza ya da şu onay diye sokmadan bize sorumluluk verip ki öyle değil mi bir şey yaparsanız sorumlusu siz olursunuz. Projenizi imza atarsınız, binanızı yaparsınız, arabanızı alırsınız, sorumlusu sizsiniz. Bir yere çarparsanız arabayı kimse suçlayamaz. Biz de sorumluluğu verip bir an önce bizim ayağa kalkmamız, birilerinin sağlaması lazım. Bunu yanlış anlaşılmasın lütfen. Kredi verin, ucuz bedava kredi verin, faizsiz şunu yapın. Bize de böyle bir şey demiyorum. Bürokrasiye bırakmayın, bizim evraka boğmayın bizi. Çünkü ne evrakı alacak adam var nede evrakı verecek. Yani benim işletmedeki evraklarım depremde yıkıldı. Enkaz da birlikte kamyona yüklendi gitti. Bunlarla uğraştırmadan insani sorumluluklarını benim de bir an önce ayağa kaldırıp bir an önce çalışalım, bir an önce iş yapalım, bir an önce ihracat yapalım. Yaptığımız ihracatın faturasını keselim, devlete KDV ödeyelim, devlette kar etsin, bize bir şey vermesin. Biz çalışırsak ödeyeceğiz. KDV’yi. Çalışmazsa ödeyecek miyiz? Ödemeyeceğiz.
Şimdi problem şu geçen yıl Kahramanmaraş. Yüz kırk iki ülkeye ihracat yapmıştı. Bütün sektörleri ile. Ekonomisini ben sizinle ilk kez konuşuyorum. Ne kadar biliyorsunuz bilmiyorum ama birkaç rakam birazdan söyleyeceğim. Ya Maraş batsa da çok önemli değil. Türkiye'nin küçük bir kenti diye düşünmek mümkün ama öyle değil. Yüz kırk iki ülkeye ihracat diyorum. Tekstili. Çeliği, dondurması, biberi, altını. Bunların hepsi başlı başına bir sektör. Şimdi bunlardan üç tanesini söyleyeyim. Tekstilde Türkiye'nin yüzde 35 ipliğini ve yüzde 38 denimini Kahramanmaraş üretiyor. Bu bir avuç şehir. Kullandığınız tüm markalar dahil olmak üzere iyisi kötüsü, ucuzu, pahalısı züccaciyenin tencere, tava, çaydanlık grubunun yüzde yetmiş dördü Kahramanmaraş'ta üretiliyor. O büyük firmaların mührü basılıyor ve firmalara fason çalışılıyor. Böyle bir yüzde yetmiş dört Türkiye üretiminin neredeyse tamamı altın üretiminde. Yirmi iki ayarın Türkiye'de kapalı çarşıdan sonra en çok altın işlenen kenti. Dondurmayı söylemiyorum. Gittiğiniz her ülkede kendi damak tadınızı bulabileceğiniz bir nefes, dinlenecek, soluk alınacak bir yer bulursunuz. Şimdi yüz kırk iki ülkeyi sayın dediğimde kaçını sayabilirsiniz? 10'unu, 20'sini, 30'unu, 40'ını, 50'sini sayarsınız. Gerisi gerisini sayamazsınız. Ve bizim İngilizce bilmeyen, Türkçeyi ancak konuşabilen arkadaşlarımız bu ülkelere gidip ürün satmışlar. Bu çok kolay bir şey değil. Hadi gel al demekle almıyorlar. İkidir uğraşıp satmışlar ve ürünü indirmişler ve her yıl bu ürünü artırarak ihracatı devam etmişler ve buraya gelmiş. Geçen yıl bizim ihracatımız iki kat artmıştı.
Şimdi durum ne? Şimdi çalışmıyoruz ve insanlar en çabuk alabilecekleri yerden. Bizim en büyük rakiplerimizden genellikle Çin'den alıyorlar. Bizim geri girme şansımız var mı? Yok. Ama asıl problem şu dedim ya Maraş batarsa? Çok da önemli değil. Küçücük bir il değil. Öyle. Tekstilden örnek vereyim. Yüzde 35 iplik, yüzde 38 denim dedim. Dokumacı örgü saymıyor. Biz bunu yapamıyorsak, yapamıyorsak, veremiyorsa piyasaya. Denizli'nin, İzmir'in, Bursa'nın, İstanbul'un Çorlu, Çerkezköy'ün Adapazarı, İzmit'in ham maddesini vermiyoruz, yetiştiremiyoruz, veremiyoruz demektir. İki tane yolu var. Ya ithal edeceksiniz. Ki devlet bunu istemiyor. Dolar gitsin gitmesin diyor. Ya da eksik arz olduğu için fiyatlar yükseliyor. Sonuç. Sonuç Dünya ile bu fiyatlarla rekabet etme şansımız yok. Dönüp bakıyorsunuz rakamlara siz bizim masa sandalyemiz doğru düzgün olmadığı için çok sizin kadar takip edemiyoruz. Ama siz biliyorsunuz ihracat düşüyor, ticaret düşüyor, dış ticaret açığı yükseliyor. İşte şunlar artıyor. Hep geriye doğru gidiyor. Neden? Biz piyasaya mal veremiyoruz, ham madde veremiyoruz diye. Ve bunu okumuyor kimse. Niye okumuyor bilmiyorum. Yani bir gün günde bu müşteriyi geri bulma şansımız yok. Bizim bir günde geri getirme şansımız yok. Bakın yeni herkesin yaşadığı sağlam bir örneğimiz var önümüzde. Biz Suudi Arabistan'a iyi kötü mal satıyorduk. Hem tekstilde, hem çelikte, hem dondurmada hem altında. Bizim iyi bir pazarımız da orası. Bir Kaşıkçı cinayeti yaşandı. Benimle hiç alakası yok ama dayağı ben yedim. Arap gayri resmi ambargo uyguladı ve bir çöp bile almadı. 5 konteynır dondurma gitmişti, 2'si girdi, 3'ü geri geldi. Ne hale geldi, geldi, nereye döküldü bakın ve hiçbir şey olmadı. Arkadaşlarımız gidiyorlar. Arap diyor ki bakın tezgah dolu, depoda dolu bitsin alırım demiyor. Biz kardeşiz dediğinde biz yakınız demiyor. Bitsin konuşuruz diyor. Bizi Çinli ile karşı karşıya getirecek fiyat tutturma şansımız nedir sizce? Zor. Bu belirsizliklerle zor. Dolayısıyla bu giden müşteri geri gelmezse bizim halimiz kötü. Neden? Çünkü dünyada pandemi ile birlikte ticaret o kadar hızlandı ki. Evet biz yetişemiyoruz. Normal zamanda yetişemiyoruz. Şimdi hiç yetişemiyoruz. Neden yetişemiyoruz? Eskiden mağazalardan alışveriş ederdik, şimdi internetten alışveriş ediyoruz. Mutlaka siz de ediyorsunuzdur. Bir tişört alayım dediğinizde artık çok yapacak bir şey yok ama alamıyorsunuz. O numaradan bulamıyorsunuz. Neden? Çünkü bir kere üretiyor. Artık tüketime dayandı her şey. Bir kere üretiyor. Bitti, bulamazsınız. O ilk gün alan aldı, siz yetişemedi. Dolayısıyla bu hıza biz normal çalışırken bile yetişemiyoruz. Şimdi hiç bunlardan haberimiz yok. Dolayısıyla bu müşteriler elimizden gidiyor. Yalnızca maaşın elinden gitmiyor. Bu müşteri Türkiye ekonomisinden gidiyor ve buna bir çare bulunmalı. Ve ilk çözümü tekrar söylüyorum biz bize bedava kredi verin. Ucuz paralar verin, şunları yapın demiyoruz. Bizim önümüzdeki bürokratik engeli kaldırın. Biz bir an önce çalışmaya başlayalım. Bir an önce ihracatımızı yapalım. Bir an önce ülkemize döviz getirelim. Devlete bir an önce KDV ÖDEYELİM.”
YORUMLAR