Kamu-Sen Kahramanmaraş İl Temsilcisi Ziya Yenipınar
yaptığı açıklama da; “İnsan hakkı denilen olgu, belli nitelikteki düzenin
sağlanabilmesi için gereken ilkeler bütünüdür ve zamana ve ortama göre değişir,
gelişir. İnsan hakkı kavramı, temel tanımıyla, insanın sadece insan olarak
doğmuş olmasından dolayı sahip olduğu hakları ifade eder. Bu haklar,
insanın yapısına ve değerlerine ilişkin bilgilerden türetilmiştir.
İnsanın sahip olduğu değerleri geliştirmek, insanlığın davası olmalıdır. İnsan
haklarını var edebilmek; eldeki imkânlarla, insanlığın geldiği noktayı ve insan
olarak değerini korumakla olur.
Bir canlının en önemli hakkı, yaşama hakkıdır. Ona yaşama
hakkı tanımadan başka hak ve özgürlüklerden faydalandırmaya çalışmak
anlamsızdır. Bugün dünyanın birçok bölgesinde hak ve özgürlük kisvesi altında
katliamlar yaşanmaktadır. Eğer evrensel bir değeri, bir zümrenin uhdesine
bırakırsanız, artık o değer evrensel olmaktan çıkar ve kişisel bir durum halini
alır. Ne yazık ki; tüm dünyada temel hak ve özgürlükler konusunda yaşanan
sorunlar, evrensel değerlerin bir grubun eline teslim edilmesinden dolayı
ortaya çıkmaktadır. Baskın güçler, kendi çıkarlarına uygun bulduğu toplumlar
için demokrasi ve insan hakkını öngörmekte, bunun dışındaki toplumlara ise
yaşama hakkı dahi tanımamaktadır.
Hep söylediğimiz gibi, biz yüreğimizde Irak’ta dökülen
kanın sızını duyuyoruz. Biz dağlık Karabağ’da yaşanan Hocalı soykırımına
ağıtlar yakıyoruz. Filistin’de, Arakan’da yaşananlara ağlıyoruz. 1974 Kıbrıs
Harekâtından önce Türklere yapılan soykırıma varan etnik temizlik mezalim
hafızalarımızdan silinmez. İran Türklüğünü unutmayız, unutamayız. Batı
Türklüğüne karşı Avrupalı ülkelerin yürüttüğü asimilasyon temelli entegrasyona,
inançlarımıza ve dilimize karşı yürüttüğü anlaşılmaz tutuma hep birlikte
“Hayır” deriz.
1757 yılından beri Çin işgali altındaki Doğu Türkistan,
boğazımızda düğümdür. Bir buçuk asırdan beri zulme uğrayan, soykırım gören,
evlerinden yurtlarından edilen soydaşlarımızın görmezden gelinmesi ne Türkiye
ne de dünya nezdinde bir anlam ifade etmiyorsa bugün dünyada insan haklarından
söz etmek mümkün değildir.
Çin zulmünden kaçan soydaşlarımız, anayurtlarında yaşayan
yakınlarından haber dahi alamazken, zulmün boyutlarının soykırıma dönüştüğü
görülmektedir. Doğu Türkistanlı soydaşlarımızın binlerce yıldır yaşadığı
topraklar işgal altında olduğu gibi seyahat özgürlükleri kısıtlanmakta, doğum
kontrolü yoluyla nüfuslarına müdahale edilmektedir.
Eğitim kampları adı altında tek tip kıyafetlerin
giydirildiği, kulelerde askerler tarafından kontrol edilen toplama kamplarında
işkencelere maruz bırakılan soydaşlarımızın yaşadığı zulüm yürekleri
dağlamaktadır. Dini inançlarına kadar müdahaleye uğrayan, zorla içki içirilen
kardeşlerimizin çektiği bu sıkıntıların, bilhassa İslam dünyasında karşılığının
olmaması anlaşılır gibi değildir.
Biz, öncelikle yaşama hakkına inanırız. Yaşama
hakkı topluma ve onun siyasal örgütlenmesi olan devlete ciddi ve ağır
görevler yüklemektedir. Devlet bir yandan insanca yaşama
hakkının sağlanması için gerekli hukuksal örgütlenmesini
kurarken, diğer yandan da toplumda var olan ekonomik,
sosyal tüm zayıflıkları gidererek, ilkeli ve objektif yaşam
şartlarını oluşturmalı ve korumalıdır. Bunun için kanunlar çerçevesinde her
türlü önlemi almak zorundadır. Yaşama hakkı öyle önemlidir ki, vatandaş için
devletin varlığı anlamına gelir. Devlet yaşama hakkının korunması için bir
taraftan hukuksal düzenlemeler yaparak bu hakkı güvence altına
alırken diğer taraftan da ekonomik ve sosyal yönden önlemler alarak insanca
bir yaşam sağlamak için gerekli koşulları hazırlar.
Çin hükümeti, zorla kendi topraklarına kattığı ve zorla
vatandaş yaptığı soydaşlarımızdan yaşama hakkını dahi esirgerken hangi insan
hakkından bahsedecek, hangi değerleri savunacağız? Bu nedenle özellikle
Birleşmiş Milletler’in dünyanın kanayan yarası haline gelmiş olan bu soruna
eğilmesini istiyoruz. Dünya İnsan Hakları Günü’nde Türk hükümetinin de
Birleşmiş Milletler nezdinde derhal girişimlerde bulunmasını bekliyoruz.
Bir sendika olarak örgütlenme ve hak arama mücadelemizi
temel insan hakkı olarak kabul etmekte, kutsal bir hak olarak telakki
etmekteyiz. Bu hakkımızı kullanmak noktasında, ülkemizdeki düzenlemeleri ve
uygulamaları uluslararası sözleşmelerle belirlenen standartlara çıkarmak için
mücadele vermekteyiz. Ülkemizi yönetenlerden talebimiz, uygar toplumlarda olan
ekonomik, sosyal ve sendikal hakların ülkemiz çalışanlarına da sağlanması
yönündedir.
Günümüzde değişen toplumsal ve ekonomik yapı nedeniyle, insanların büyük çoğunluğunun yegâne yaşam kaynağı, sahip oldukları iş ve elde ettikleri gelirdir. Dolayısıyla en temel insan hakkından biri olan çalışma hakkı, giderek daha yaşamsal hale gelmektedir. Küreselleşen dünyada, küresel sermayenin, çalışanların elinden insanca yaşama hakkını almaması için her çalışana kendisi ve ailesinin insanca yaşamasına yetecek kadar ücret alması hakkını vermek zorundayız.
İnsan hakkı, kuşkusuz bir evrensel değerdir. Ne bu değeri sahiplenmek ne de onun dağıtımını yapma hakkını kendi tekelinde görmek insan hakkı kavramının özüne uygundur. Bugün gelinen noktada insanlık için tek çıkar yol, barış içinde kardeşçe yaşamayı hedef alan bir düzen sağlamaktır. Yaşama hakkı temelinde, nimetin ve külfetin eşit paylaşıldığı demokrasiler inşa etmek zorundayız. Bizler insan hakkı gibi kavramları; demokrasi, özgürlük gibi erdemleri birilerinin tekeline bıraktığımız sürece yaşanan sorunlar devam edecek, bu kimseler adaleti, istediği kimselere istedikleri kadar dağıtacaklardır. Unutulmamalıdır ki; insan hakkı kisvesi altına sığınıp, katliam yapanlar karşısında; yaşama hakkını kullanmak isteyenlerin verdiği mücadele daha kutsal, daha erdemli ve insan haklarına daha uygundur. Bu nedenle insan haklarından bahsederken, yapılması gereken ilk şey, insan hakkını zümrelerin, grupların ya da sermayenin tekelinden kurtararak gerçek sahibi olan insana, şartsız, koşulsuz, “ama” sız teslim etmektir”
YORUMLAR