ABD'deki Türk Diyasporası,Turkish-American Security
Foundation (TASFO) çalışması, "12 Ay’da 12 Mülakat Sözde Ermeni Soykırımı
Hakkında Hakikat" söyleşi serisinin 5. konuğu, Fransız tarihçi Maxime
Gauin idi.
F. Özonur: Sayın Dr. Gauin, öncelikle derneğimiz TASFO’ya
mülakat vermeyi kabul ettiğiniz icin çok teşekkür ederiz. Siz, sözde “Ermeni Soykırımı” konusunda çok
kapsamlı araştırmalar yapmış, önde gelen bir Fransız tarihçisisiniz. Bize kısaca
tüm araştırmalarınızın sonucunda vardığınız noktanın ne olduğunu, ve 1915'te
Osmanlı Ermeni nüfusunun başına gelen olayları neden “soykırım” olarak
görmediğinizi anlatır mısınız?
M. Gauin: Ben bu konu hakkında kapsamlı araştırmalar
yapmaya 2006-2007 yıllarında başladım. Ardından da, doktora tezimi bu konuya
ayırmaya karar verdim. Doktora eğitimime 2011 yılında başladım ve tezimi de
2019’da teslim ettim. Bu tez, 220 kutudan fazla evrak ve mikrofilm incelenerek
yazılmış olmasının yanı sıra, birincil basılı kaynakları, anıları vs. de dahil
edersek 50 sayfalık zengin bir bibliyografyaya da sahiptir. Tezimin adı:
“1918'den 1923'e Fransız Cumhuriyeti ile Ermeni Komiteleri Arasındaki
İlişkiler”.
1915 Olaylarını bir “soykırım vakası” olarak
değerlendirmemek için bana göre pek çok neden var. Bunlardan en önemlileri
arasında, en az 350,000 (ve hatta daha büyük olasılıkla 500,000) Osmanlı
Ermenisinin (milletvekilleri, senatörler, memurlar ve üst düzey devlet adamları
dahil) tehcirden muaf tutulması, zorla tehcir kararının rasyonel bir ulusal
güvenlik algısına dayanması, katliamların hiçbir zaman sistematik olmaması,
merkezi hükümetin (Ermenilerin korunması hususundaki) açık emirleri ve
1915-1917 arasında suçluların gereken cezalara çarptırılmış olmaları
hususlarını (1,397 Müslüman hüküm giymiş) gösterebilirim.
F. Özonur: Guenter Lewy ve Bernard Lewis gibi Batılı
tarihçiler, Aram Andonian'ın Ermenilere karşı kasıtlı bir soykırım eylemi
olduğunu ispatlamak amacıyla sunduğu sözde "Talat Paşa Telgrafları"
nın sahte olduğunu söylüyorlar. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
M. Gauin: Bu belgeler kesinlikle sahtedir. Bu belgelerin
en sık alıntılananları, ikili ve üçlü sayıların karışımıyla kriptolanmıştır ki
bu da, (kriptoyu) deşifre etmeyi pratik olarak imkansız hale getirir. Ne Vahakn
Dadrian, ne de Taner Akçam, bu konuya bir açıklama bulmuş değildir. İki evrak
hariç, bu evraklarda kullanılan kağıt da o dönemde Osmanlı İçişleri
Bakanlığı'nın kullandığı bir kağıt çeşidi değildir.
Vahakn Dadrian, o dönemde yeterli miktarda mektup kağıdı
bulunamadığını söyleyen, 1945 tarihli, acı ifadeler de içeren bir belgeden
hareketle mektup kağıdı eksikliğini buna bağlıyor ki, bu da konuyla alakasız.
Taner Akçam, bu soruyu bir şekilde atlıyor ve basit çizgili kağıda yazılmış
belgeleri göstererek (çizgili kağıt Osmanlı İçişleri Bakanlığı tarafından hiç
kullanılmamış bir şey, en azından Birinci Dünya Savaşı sırasında) bunlara
odaklanıyor. Yani bir kez daha söyleyeyim, gerçek bir argümanları yok.
Son bir örnek: İçişleri Bakanı Talat, telgraflarını
bakanlığının memurlarına “Bakan” ya da daha nadiren “Bakan Talat” diye
imzalardı; ama neredeyse asla “İçişleri Bakanı Talat” diye imzalamazdı. Yine de
imzası dahi olmayan bir belge dışında -ki bu da başlı başına bir sorun- Aram
Andonian'ın Talat Paşa'ya atfettiği tüm “telgraflar”, “İçişleri Bakanı Talat”
diye imzalıdır. Bu "belgelerin" "gerçekliğinden” bahseden hiç
kimse, bu konuya da bir açıklama getirmiş değildir.
Bu “belgeler”, Ramkavar üyesi Aram Andonyan tarafından
düzenlenmiş ve Paris'te 1960'ların başına kadar faaliyette kalmış küçük bir
matbaası bulunan Hınçak Komitesi mensubu Hagop Turabian (1876-1967) tarafından
basılmıştır.
F. Özonur: Birinci Dünya Savaşı yıllarında Hınçak ve
Taşnaklar gibi Rus-Ermeni grupların başlattığı isyanlarda yüzbinlerce Türk,
Kürt, Yahudi ve hatta Osmanlı Ermenisi öldü. Bu insanlar, bu devrimci çetelerin
ayrılıkçı ideolojilerini kabul etmedikleri için katledildiler. Fransa'nın bu
isyanlarda bizim kayıplarımızı görmezden gelerek, sadece Ermeni tarafının
uğradığı kayıpları “soykırım” olarak nitelemesi ve tanıması sizce ne kadar
uygundur?
Her şeyden önce, bir tarihçi olarak, bir Parlamentonun
tarihsel konular hakkında bir fikir beyan etmesi gerektiğini düşünmüyorum;
özellikle diğer ülkelerin tarihi hakkında. O halde, etik olarak konuşursak,
yalnızca bir tarafın kayıplarından uygun olmayan bir hukuksal etiket de
kullanarak bahsederken, diğer tarafın kayıplarını görmezden gelmek elbette
kabul edilemez.
Bugün büyük ölçüde unutulmuş, ancak kariyeri boyunca
önemli bir okuyucu kitlesine sahip olmuş bir gazeteci olan Gaston Gaillard,
tamamen Fransız Genelkurmayı’nın kontrolünde olan bir yayıncı kurum olan
Chapelot tarafından 1920 yılında yayınlanan bir kitap yazdı ve bu kitap bir
sonraki yıl İngilizceye de tercüme edildi. Bu kitaptaki cümlelerden birisi, bu
noktayı işaret etmektedir: “Türkler tarafından katledilen Ermenilerin sayısının
800,000'in üzerine çıkarıldığı, Ermeniler tarafından katledilen Türklerden ise
hiç söz edilmeyen istihbari bilgilere güvenmek imkansızdır”. (Gaston Gaillard,
“Türkler ve Avrupa”, Londra, Thomas Murby & Co., 1921, s. 293).
F. Özonur: Fransız Devletinin sözde “Ermeni soykırımının
inkarını” kriminalize etme çabaları ve (sizin gibi) bu sözde “soykırımı”
tarihsel bir gerçeklik olarak kabul etmeyen kişiler hakkında suç duyurusunda
bulunulacağına dair tek taraflı ve önyargılı yaklaşımı hakkındaki
düşünceleriniz nelerdir?
Düşündüğünüz tüm yasa tasarıları ya Fransız Parlamentosu
nezdinde başarısız oldu (4 Mayıs 2011 tarihinde Senato tarafından reddedilen
Masse yasa tasarısı gibi) ya da Fransa Anayasa Konseyi tarafından sansürlendi.
Bu konuda, 28 Şubat 2012 tarihli Boyer yasa tasarısını, ve ardından 26 Ocak
2017 tarihli Eşitlik ve Vatandaşlık Yasası’nın bir paragrafını referans olarak
verebilirim.
Anayasa Konseyi 2012'de şu kararı verdi: "Parlamento,
bu şekilde sadece kendisinin tanıdığı ve hukuken belli bir biçimde
sınıflandırdığı suçların varlığının reddini cezalandırarak, ifade ve iletişim
özgürlüğünün kullanımına anayasaya aykırı bir sınırlama getirmiştir"; Ve
2017'de: "Bu nedenle, bu hükümler, tarihsel tartışmalara konu olabilecek
gerçekler hakkındaki düşüncelerin veya yazıların yasallığına ilişkin bir
belirsizlik meydana getirmekte, ifade özgürlüğünün kullanılmasına ilişkin
olarak empoze edilen kısıtlamalar konusunda aranan orantılılık şartını karşılamamaktadır."
Ben de bu değerlendirmelere katılıyorum.
F. Özonur: Fransa’nın, Ermenistan’ın “soykırım” söylemini
körü körüne kabul ediyor görünmesi ve Ermenistan’ın da ulusal arşivlerini
uluslararası bilim adamlarına açmayı reddettmesi gerçeklerinden yola çıkarsak,
Fransa’nın bu konudaki tutumunu desteklemek noktasında ne gibi kanıtları var
sizce?
"Soykırım" iddialarının "tanınmasını"
meşrulaştıran parlamento raporunu okumak dahi dehşet vericidir. Rapor,
Nüremberg Uluslararası Askeri Mahkemesi tarafından apokrif (gerçek dışı) olarak
reddedilen bir konuşmanın bir versiyonunda sunulan, ve Adolf Hitler'e
atfedilen, sahte bir alıntıyla başlıyor. Ayrıca Alman misyoner Martin
Niepage'in ifadesinin “1916'da yayınlanan İngilizler’in Mavi Kitap'ında
geçtiğini” de bu raporda okuyabilirsiniz. Aslında bu "ifade" gerçekte
Mavi Kitap'ta yoktur. Niepage adı bu yayının hiçbir yerinde geçmez. Hatta
Justin McCarthy, Arnold Toynbee'nin, savaş propagandası standartları içerisinde
bile inandırıcı bir tanıklık olmadığı için Niepage'in ifadesini kitapçığa dahil
etmeyi açıkça reddettiği bir mektubunu bulmuştur.
Dahası, 1915 Zeytun İsyanı, raporda (kaynak
belirtilmeden) Türk askerleri tarafından işlendiği iddia edilen bir “tecavüz”
vakası sonucu meydana gelen “olaylar” olarak anlatılıyor. Kaldı ki, Paris'teki
Rus Büyükelçiliği’nin, sonradan Ramkavar tarihçisi Arthur Beylerian tarafından
yayımlanan bir mektubunda bile, Zeytun İsyanı doğru bir şekilde anlatılıyor:
“Osmanlı’nın savaş çabalarına yönelik bir saldırı”; yani herhangi bir “tecavüz”
vakası ile bir ilgisi yok.
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, 1919-1920 (Divân-ı Harb-i
Örfî) Mahkemeleri bu raporda bir kanıt olarak kullanılıyor. 1920 yılının Nisan
ve Ekim ayları arasında ilan edilen mahkumiyetlerin çoğunun 1921 Ocak’ında
görülen temyizde iptal edilmesi hususunda hiçbir şey söylenmiyor. Mesela,
1919'da Bakanlar aleyhine verilen mahkumiyet karaları, o zamanki anayasaya
aykırılık teşkil ediyordu zira bu kişilerin askeri bir mahkeme tarafından
değil, Yüksek Mahkeme tarafından yargılanmaları gerekiyordu. Ayrıca, mesela
Bakanlar davasında savunma haklarının sınırlandırıldığı, Guantanamo'da bile var
olan çapraz sorgulama hakkının ihlal edildiği, ve kurulan hükmün mantıksal
yanlışlığı açıktır. Orada kurulan hükmün gerekçesi kısaca şuydu: “Birtakım
katliamlar yapılmıştır, sanıklar dönemin Bakanlardır, ve sonuç olarak bu
katliamların ya emrini vermiş ya da bu konuda müsamahakar davranmış olmaktan
dolayı suçludurlar”. Daha önce de söylediğim gibi, İttihat ve Terakki hükümeti
suçlu unsurları gereken şekilde cezalandırdı ve 1919 askeri mahkemesi bunu
görmezden gelemezdi.
F. Özonur: Ülke olarak Fransa, Türkiye ve Azerbaycan'dan
sonra Ermeni Terörizminin (ASALA ve JCAG) belki de en önemli hedefleri arasında
yer aldı. Bu, muhtemelen, Fransa’nın Ermenilerin soykırım söylemini resmen
tanımasını sağlamak içindi. Bildiğiniz gibi, 1983'te ASALA, Orly Havaalanı
Saldırısı'nı gerçekleştirdi. Yüzlerce kişinin de yaralandığı bu terör
saldırısında Fransız vatandaşları da hayatını kaybetti. Ama şimdiyse, Fransa
Cumhurbaşkanı Macron'un (size karşı kişisel tehditlerde de bulunan) eski ASALA
lideri Ara Toranyan'ın düzenlediği
yemeklere katıldığını ve hatta onlarla fotoğraf çektiğini görüyoruz. Sizce bu
durum, Fransız Devleti'nin geçmişte Orly Saldırısı'na kadar olan süreçte
ASALA'ya duyduğu iddia edilen sempatinin yahut onlara verdiği iddia edilen
siyasi desteğin günümüzdeki bir yansıması olarak mı görülmelidir?
Hayır. Emmanuel Macron ile ilgili olarak ben şahsen şunu
söylemeyi tercih ederim: “Devletin tepesinde görülen dramatik bir hafıza
kaybıdır.” Ve bu durum, sadece Ermeni meselesiyle ilgili de değildir.
Temmuz 1983 öncesi ASALA ile ilgili olarak, Fransız
Polisi’nin bu terör örgütüne karşı ilk başarılarının, örgütün lojistik ağının
parçalandığı Temmuz 1982'ye dayandığını vurgulamak isterim. ASALA üyeleri, 1985
yılında komplo ve yasadışı patlayıcı depolamaktan mahkum edildi. 26 Temmuz
1982'de İçişleri Bakanı Gaston Defferre, “Hükümet şiddete teslim olamaz” dedi.
Yine 1982'de yasadışı, ASALA yanlısı bir radyo olan ASK devletten yayın lisansı
alamadı. Paris’deki Marmara Seyahat Acentesi’ne yönelik saldırıdan sonra, Şubat
1983'te (o zaman iktidarda olan) Sosyalist Parti, ARF'nin ASALA'nın
saldırılarını açık bir şekilde kınamaması halinde bu Ermeni partisinin hiçbir üyesinin
ve sempatizanın herhangi bir belediye meclisinde (örneğin Marsilya gibi)
seçilemeyeceği konusunda ciddi bir uyarıda bulundu. Ve bu noktadan sonra,
aniden, ARF'nin Fransa şubesi (ama Amerikan şubesi değil) ASALA'yı eleştirmeye
başladı.
YORUMLAR