Acıbadem
Adana Hastanesi Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Rana Altan
Yaycıoğlu, göz tansiyonunun bazı hastalarda, sınır kabul edilen değerin
üzerinde olmasına rağmen hasar vermezken, bazı hastalarda normal sınırlarda
dahi hasar verebildiğine işaret ediyor. Erken evrede tedavi edilmezse glokomun
geri dönüşümsüz görme kaybına neden olduğunu hatırlatan Prof. Rana Altan
Yaycıoğlu, 40 yaşın üzerinde kişilerin şikayeti olmasa dahi göz tansiyonu
ölçümünün yapılmasının ve ailesinde glokom hikayesi olan diğer risk grubunda
yer alan kişilerin de 35 yaşından sonra yılda bir göz muayenesi yaptırmasının
oluşabilecek hasarın önüne geçmek adına önemli olduğuna dikkat çekiyor.
En yaygın göz hastalıkları arasında ilk sıralarda yer
alan glokom, hiçbir belirti vermeden sinsice ilerlediği için rutin göz
muayenesi son derece önem taşıyor. Birçok kişide hastalık ileri evlere
ulaştığında ve görme alanında ciddi hasar oluştuğunda fark edilebiliyor. Acıbadem
Adana Hastanesi Göz Hastalıkları ve Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Rana Altan
Yaycıoğlu, özellikle risk grubunda olan kişilerin glokom açısından çok daha
dikkatli olması gerektiğini anlatıyor. Prof. Rana Altan Yaycıoğlu, yapısal
olarak göz içi sıvısının boşaldığı kanallarda darlık olması veya çeşitli
hastalıklara bağlı olarak tıkanan veya daralan kanallardan göz içi sıvısının
gerektiği hızda boşalmamasının göz içi basıncının artmasına sebep olduğunu ve yükselen
basıncın da göz sinirlerine baskı uygulayarak hasar görmelerine yol açtığını
anlatıyor. Zaman içinde devam eden basınç yüksekliği göz sinirlerinin ölmesine ve
dolayısıyla kalıcı görme kaybına yol açıyor.
Kimler risk
altında?
Prof. Rana Altan Yaycıoğlu’nun verdiği bilgiye göre,
glokom özellikle ileri yaşlarda, ailesinde glokom öyküsü olan kişilerde, sigara
kullananlarda, diyabet hastalığı olanlarda, vücut tansiyonu yüksek veya düşük
seyredenlerde, migren hastalarında, uzun süre kortizon tedavisi almış kişilerde
daha fazla görülüyor. Bununla birlikte, göze alınan darbeler sonrasında, miyopi
veya yüksek hipermetropisi olanlarda glokom gelişme ihtimali daha yüksek
oluyor.
Düzenli göz
muayenesi zaman kazandırıyor
Genellikle 40 yaşından sonra başlayan glokomun, ‘açık
açılı’ ve ‘kapalı açılı’ olmak üzere iki tipi bulunuyor. En sık görülen açık
açılı tipinde glokomun hastada belirti göstermediğini söyleyen Prof. Rana Altan
Yaycıoğlu, “İyi gördüğünü düşünen ve farklı şikâyetleri olmayan hastalar için bazen
geç kalınabiliyor. Görme kaybı bir kere geliştiğinde geri dönüş olmadığı için hastaların
erken tanının önemini çok iyi anlamaları gerekiyor” diyor. Prof. Rana Altan
Yaycıoğlu, düzenli aralıklarla yapılan göz muayenelerinin glokomun erken tanı
ve tedavisinde en etkili yöntem olduğunun altını çiziyor.
Glokomun tipine
göre tedavisi değişiyor
Glokom tanısı ayrıntılı bir göz muayenesiyle başlıyor.
Göz içi basıncının ölçülmesi ve göz sinirlerinin değerlendirilmesinin ardından
şüphelenilen vakalarda görme siniri ve sinir liflerini değerlendiren ileri
tetkikler ve görme alanını değerlendiren testler yapılarak sonucuna göre
hastanın tedavi planı hazırlanıyor. Açık açılı glokom tiplerinin tedavisinde oluşmuş
olan hasarı geri döndürmenin mümkün olmadığını ve bu nedenle tedaviyle daha
fazla hasar gelişmesini engellemenin amaçlandığını söyleyen Prof. Rana Altan
Yaycıoğlu, uygulanacak tedaviyle ilgili şu bilgileri veriyor: “Açık açılı
glokom tiplerinde sıklıkla ilk tercih olarak göz içi basıncını düşüren damlalar
kullanılıyor. Bazı hastalarda ise lazer tedavisinden yararlanılıyor. İlaca
cevap vermeyen hastalarda ise göz içi sıvısına yeni yollar açmak amacıyla
cerrahi uygulanabiliyor.”
Tedavide hasta
uyumu çok önemli
Tedavide en önemli noktanın hasta uyumu olduğunu söyleyen
Prof. Rana Altan Yaycıoğlu süreçle ilgili şu bilgileri veriyor: “Hastanın
düzenli olarak ve hekimin tarif ettiği şekilde ilaçlarını kullanması ve
kontrollerine devam etmesi gerekiyor. Bazen belli bir süre sonra ilaçlara
direnç gelişebiliyor veya ilaçların yan etkisi ortaya çıkabiliyor. Bu durumda
ilaçları değiştirmek veya cerrahiye yönelmek gerektiği için hasta ve hekim
arasında sürekli iletişimin sağlanması ve gerektiğine tedavi şeklinin
değiştirilmesi gerekiyor. Farklı hastalıkların varlığı durumunda hekiminin
uygulanan tedavi konusunda mutlaka bilgilendirilmesinde yarar var.”
YORUMLAR