İl Müftüsü Celal Sürgeç’in bu güzel makalesi;
İslami hayatın merkezini ubudiyet oluşturur. Camiler ubudiyet
mekânları olması hasebiyle de şehirlerin merkezlerini oluştururlar. Ulu
camilerin şehir merkezinde olması, salt bir mekânla sınırlı bir mesele değil,
caminin hayatın merkezi olmasıyla ilgili bir anlayışın sonucudur. İslam
cemiyeti, günde beş vakit camide bir araya gelir ve oradan tekrar hayata döner.
İslam cemiyetinde hayat, cami ekseninde deveran eder. Efendimizin bu gerekçe
ile Medine’de inşa ettirdiği Mescidi-i Nebevi’yle hayatın merkezine mabedi
yerleştirerek câmi merkezli bir medeniyet kurmuştur. Câmi ile İslâm’ı ve imanı
muhafaza etmeyi, sonra bu iman sayesinde cemiyeti muhafaza etmeyi
hedeflemiştir.
Cami, İslam şehrinde, sadece namaz kılınacak bir mekan değil,
içtimai meselelerin istişare edildiği, kararların ve tedbirlerin alındığı bir
mekandır. Sezai Karakoç’un ifadesiyle “Câmi İslâm medeniyetinin doğurgan
kurumudur, tabiri caiz ise; ana rahmidir.” (Kıyamet Aşısı)
Bu açıdan bakıldığında İslam şehrinde cami, hayattan tecrit edilip
sadece namazgah haline getirilmez. Aksine içtimai meselelerin müzakere
edileceği, kararların alınacağı, tatbikata başlanacağı bir karargâh
mahiyetindedir. Örneğin 100 yıl önce Kahramanmaraş’taki Cuma namazı ve bayrak
hadisesi gibi. Malumdur ki ‘’birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır’ ’hadisi
mucibince rahmet cemaate yani camiye iner ve oradan cemiyete dağılır. Ferden her
kesin rahmete muhatap olma imkânı vardır ama cemiyet için rahmetin camiye
indiği, ineceği hususunda nebevi müjde vardır. Öyleyse alınan kararın rahmani
olmasını temin edecek şartlar manzumesinin azamisi camide gerçekleşir.
Camiler, kılınan namazlarla acı ve sevincin, kalp huşûsu ve
kulluğun hesapsız olarak paylaşıldığı, birlik ruhunun pekiştiği yerlerdir.
Dinin ve ondan neşet eden medeniyetin ahirete kadar tek gayesi olan ubudiyet
üzere dünyayı ve ahreti mâmur kılmayı câmide tâlim ederler.
İslâm’da günlük hayat ve ibadet hayatı şeklinde iki farklı hayat
anlayışı yoktur. İslâm’da ibadetler ve hayat ayrılmaz bir bütündür.
Toplumsallık inşasında cami merkezî bir rol oynar. Kişi “Komşusu açken tok
yatan bizden değildir”, “Bir mümin kendisi için istediğini bir başka mümin
kardeşi için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olamaz”, “Bizi aldatan bizden
değildir”… gibi toplumsal öğütlerleri camide öğrenir. Camiler eğer Müslümanlar
arasında tanışma, kaynaşma, dayanışma ve yardımlaşmaya vesile olmuyorsa,
aralarında kuvvetli bir birlik ve beraberlik tesis edemiyorsa aslî fonksiyonunu
kaybetmiş demektir. İslâm’ın arzu ettiği toplumsallığı sağlayamayan camilerin
yapım gerekçesi ortadan kalkmıştır, böyle camiler içinde hâlâ ibadet ediliyor
olsa bile gerçekte anıtsal bir eser veya turistik bir müze olabilir.
Bir diyarda câminin olması orada İslâm medeniyetinin varlığına
işarettir. Müslümanlar istikâmetini kaybedip, hayatları ve şehirleri
sekülerleştikçe câmilerin ümmet inancının pekiştirildiği, dolayısıyla İslâm
medeniyetine aidiyetin her dem tazelendiği mekân olma fonksiyonunu kendi
elleriyle azalttılar. Oysa câmiler ümmet ve millet olmanın en temel kaynağıdır.
İnsanların birbirinden üstün olmadığı câmide anlaşılır. Hukuk,
ahlâk, edep, nizam, uyum câmide öğrenilir. Muhabbet ve birliğin mekânıdır ki,
maddî ve mânevî cihetiyle İslâm medeniyet anlayışının esas kaynağı da budur.
Câmi mihrabın etrafında kurulmuştur. Tevhid, yâni birlik mihrapta
tezahür eder; mücerretten müşahhasa geçilen bir mânayı taşır. Mihrap, nefisle
mücadelenin mekânıdır. Dinin ve ondan neşet eden medeniyetin bütün mücerret ve
mânevî yönleri mihrapta toplanır. Çünkü Müslümanın dünya hayatı nefisle
mücadele olduğundan mihraba yöneliş ve mihraptaki duruş dünya hayatının
Müslümanca oluş ve istikâmet yeridir.
İslâm şehri inşa edilirken, şehrin merkezinde, başları yere
eğdiren, secde ettiren, kulluğu teşhir ettiren mekân olması hasebiyle camiler o
şehrin İslam şehri olma kimliğini çevreye izhar eden mekanlardır.
İşte bu yüzden İslam, doğuşundan itibaren şehirlerin merkezine
mabedi yerleştirerek câmi merkezli bir medeniyet oluşturmuştur. Bu dinin Yüce
Peygamberi, Mekke’de putlarla dolu olan Kâbe’den mabet olarak yararlanamayınca
Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın evini mabed ittihâz etmişti.
İlk Müslümanlarla orada buluşur, gelen vahyi paylaşır, vahyin
aydınlığında gönüllerini imar eder, Mekke şirk toplumundan üzerlerine sinen
şirk ve küfür tortularını temizleyerek onları arındırırdı.
Medine’ye hicret sırasında Kuba’da ilk mescidi, ardından Medine’de
Mescid-i Nebî’yi inşa eden Allah Resulü önce dini ve imanı korumayı, sonra bu
iman ikliminde toplumu dönüştürmeyi ve yepyeni bir tevhit ehli inşa etmeyi
hedeflemişti.
Kur’ân-ı Kerim’de: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve âhiret
gününe iman eden, namaz kılan ve zekât verenler imar eder.”(tevbe-18)
buyurmakta ve müminleri mescit ve mabet imarına; müesseseler kurmaya teşvik
etmektedir. Bu vesileyle İslami kimliği korumanın müesseseler yoluyla
yapılabilecek olanına en güzel örnek camilerdir.
Mabet ve mescitlerin imarı, biri maddî, diğeri manevi olmak üzere
iki türlü olur. Maddî imar, mabetlerin fizikî inşası, korunup bakılmasıdır.
Ayetin ihtiva ettiği manada bu anlam vardır. Allah Resulü (s.a): de “Kim Allah
için bir mescit bina ederse, Allah da onun için cennette bir köşk bina eder.”
buyurarak inananları mescit inşa işine çağırmaktadır.
Mabetlerin manevi imarı, cami içinde dinî hizmetleri yürütecek
görevliler ve camileri dolduracak cemaat yetiştirmektir. “Cami mi önce cemaat
mi?” tartışması her devirde gündeme gelmişse de genel kabule göre aslolan,
cemaattir. Cemaati olan bir din, manen mamurdur. Maddî olarak mabedini her an
imar edebilir. Ama sadece mabedi kalmış, cemaati tükenmiş bir din virandır.
Dolayısıyla âyet-i kerimede Allah’ın mabetlerini imar konusundaki teşvik,
öncelikle manevi imar noktasındadır.
Mabetler, Yüce Yaratıcı’nın adının ilan edildiği ve dinî
ibadetlerin kâmil manada yaşandığı mekânlardır. Bu yüzden Allah Teâlâ:
“Allah’ın mescitlerinde Onun adının anılmasını yasaklayan ve onların harap
olmasına çalışandan daha zalim kim vardır.” buyurur.
Camilerde ibadeti engellemek ve oraların mabet fonksiyonunu icra
etmesine mâni olmak ne kadar büyük bir zulümse, camilerde görev yapacak din
hadimleri yetiştirmemek ve cemaat teminine gayret göstermemek de aynı oranda
bir zulümdür. Mabedin veya herhangi bir binanın harap olmasına çalışmak sadece
fizikî binasını yıkmakla olmaz. Caminin içini boşaltmak, boşaltılmasına seyirci
kalmak, mabedi harap olmaya terk etmek demektir. Nitekim içinde insanların
yaşamadığı evler, içinde insan yaşayan evlerden çok daha çabuk yıpranır ve
harap olur. Mabetler de böyledir. Cemaatin şenlendirmediği mabet yıkılmaya terk
edilmiş demektir. Bu yüzden ayette geçen “harap olmasına çalışan” ifadesinin
içinde câmiye devamla cemaat olmayan ve cemaat çekmeyen kimseler de dâhildir.
Camileri imar etmek için camii imar ve inşasını yeniden
değerlendirmek almak lazım. Camiler hayatın merkezi olmalı ve diriler dikkate
alınarak dizayn edilmelidir. Camilere Kur’anın yüklediği fonksiyonlar şöyle
anlatılır:
-mesabeten linnasi ve emna(insanlar için sığınak, güvenli bir
liman)-2/125-
-kıyamen linnas(sürünen, perişan insanlığı ayağa kaldırma
merkezleri)-5/97-
-mübareken ve hüden lil âlemin (tüm varlıklar için çok üretken bir
üs ve rehberlik merkezi) olmalı.-3/96-
Müslümanlar camilere
yabancılaştığı müddetçe Allah’a, kendine ve ümmete yabancılaşacak ve
dolayısıyla medeniyetine aidiyet inancını yitirecektir. Müslümanlar camiye
döndükçe İslâm’a aidiyetleri güçlenecek ve medeniyet değerlerini daha ziyade
yaşatacaktır.
Bugün sabah namazı ile beraber ayrı düştüğümüz camilerimizle beş
vakitte buluşacağız..Tabi yine kurallara uymak şartıyla.
Bu sebeple bizlerin camilerimizle buluşmasını nasip eden Yüce
Rabbime sayısız hamdü senalar olsun..Yüce Mevla’mız İbadetlerimizi kabul ve
ubudiyetimizi makbul eylesin.
Celal Sürgeç
Kahramanmaraş İl Müftüsü
YORUMLAR