Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız? Ahmet Süreyya
Durna kimdir?
1954 doğumlu olup Kahramanmaraş’ın
Afşin ilçesine bağlı Nadır Köyü’nde dünyaya geldim. İlkokul, orta, lise ve imam
hatip lisesinden sonra yükseköğrenimimi tamamladım. İki dönem, bir siyasi
partinin İskenderun ilçe başkanlığını yaptım ve uzun süre Akdeniz Bölgesi Basın
Ajansı olarak çalıştım. Bazı gazetelerde belgesel araştırmalarımın yanında,
kültürel makalelerim yayımlandı. Genellikle iç ve dış gezilerimle ilgili
yazılar kaleme aldım ve röportajlar aktardım. Daha sonra belirli aralıklarla
köşe yazarlığı icra ettim. Aynı şekilde Anadolu’nun muhtelif yerlerinde çıkan
birçok mahalli gazetelerde de yazdım sürekli. Haricen; Mizah, Milli Mücadele,
İttihat, Somuncu Baba, Kültür-Sanat, Bengisu, Mefkûre gibi edebiyat
dergilerinde şiirlerim neşredildi ve bazı eserlerim bestelendi. Aynı zamanda,
bu dalda birçok ödüller aldım. Afşin Belediyesi Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler
Müdürlüğü görevinde bulundum ve bu süre içerisinde makalelerimi bir müddet
müstear isimle yazdım. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde ayak bastığı yerlerin
tümünü istisnasız dolaştım. Bu hususta geçmişe ışık tutacak geniş ölçüde resim
arşivine sahibim. Ayrıca, taekwondo milli hakemiyim ve sporla iç içe
yaşamaktayım. Spor adeta hayatımın vazgeçilmezidir. Sosyal faaliyetlerimin
dışında, hat sanatı ve Osmanlı arşivi üzerinde çalışmalarım mevcuttur. Hayata
bakış açımın ve felsefemin tarifi, yazdığım şu dörtlükte saklıdır: Mayın
tarlalarında gül derme arzusuyla,/Düşman bildiklerime gül verme arzusuyla,/ Yaşamak
istiyorum savaşsız bir dünyada; /Namluların ucunda gül görme arzusuyla.”
Şiirle tanışmanız ve yazmanız ne zamandan beri devam
ediyor?
Rahmetli dedem hanedan birisiydi.
Misafir odasına gelen çok yönlü misafirlerin anlattıklarından etkilendiğimi
düşünüyorum. Genellikle yöre âşıkları ki bunlar, irticalen atışmalar yaparlardı.
Saz çalıp türkü söyleyenlerin yanında hikâye anlatanlar da olurdu. Babam,
dedemin odasında uzun kış geceleri nazımla cenk kitapları okurdu ve ayrıca iyi
bir türkücüydü. Yöremizde Kadayıfçı Durmuş’tan sonra babam gelirdi türkü
söylemede. Rahmetli Kadayıfçı Durmuş tekdüze söylerdi, fakat babam; her daldan
ve her telden söylerdi. Üstelik orta ölçekte şairdi de. Bazen beni şiirle
mindere davet ettiği de olur elan. Yalnız ana tarafından dedemin şiirleri daha
bir okunasıydı. İşte bu atmosfer içerisinde yetişmemden dolayı şiirle
perçinleştim ve kaynaştım diyebilirim.
Sizi şiir yazmaya yönlendiren birisi oldu mu?
Konya’da okurken dört buçuk ay
bir mahkûmiyetim söz konusuydu. Orada şiir yazmaya uğraşırken; her konuda
otorite sayılabilecek Ahmet Necati Aksaray adında bir kişi vardı. Aynı zamanda
çeşitli gazetelerde muharrirlik yapmış, birkaç dil bilen, aydın birisiydi.
Hocaydı üstelik, bir gün ne yazdığımı merakla şiirlerimi görmek istedi.
Verdiğimde, benim yazdığıma inanmadı ve “Bunlar hangi şaire aittir?” diye
sordu. Çünkü kendisi de şairdi. Tabii on altı yaşındaydım o zaman. İnanamayışı,
şiirlerimi yaşımla orantılı görmeyişinden kaynaklanıyordu. Zamanla benim
yazdığıma kanaat gelince şiirlerimin; o yıllarda çok okunan dergilerde
yayınlanmasına vesile oldu ve beni şiir kulvarında büyük ölçüde kamçıladı. O
gün bu gündür şiirle iştigal etmekteyim.
Şiirlerinizde genel olarak işlediğiniz konular nelerdir?
Yazdığım şiirler genellikle
siyasi ve sosyal içeriklidir. İroniyle karışık hicvetmeyi seviyorum. Tabi bunda
siyasi iradelerin payı büyüktür. Tarih çerçevesinde eyyamcı (oportünist) siyasi
iradelerin şairler üzerinde, kalıcı ve olumsuz etkileri bir vakıadır. Yiğitçe
haykıranlar, belirgin makamları her türlü korkudan azade bir şekilde
hicvederken, dalkavuk tabiatlılar; eğilerek, el-etek öperek methiyeler
dizmişlerdir mevcut otoriteye. Allah’a çok şükür benim böyle bir şiirim yoktur.
Şiirlerim, salt yergi mahiyetinde değildir elbette. Güzeller ve güzellikler
manzumesine dair şiirlerim daha çoktur. Bilhassa doğa eksenli, varoluş eksenli
şiirlerim revaçtadır. Keşke hep güzelliklerle kalsa insanlığımız… Keşke hep
güzellikleri kuşanabilsek, yaşayabilsek… Ama maalesef, kısırdöngülerin dar
çemberinde oyalanıyoruz böylece.
Peki, hicivli bir dörtlük okumanız mümkün mü?
Gayet tabi. Ezberim zayıftır, ama
kitaptan bir dörtlük okuyayım bari: Şu çağdaş despotlar, neronlar olmasaydı./Kan
içici vampirler, şaronlar olmasaydı./Terazisi, dengesi bozulmazdı dünyanın,/Kıtaları
kuşatan baronlar olmasaydı.”
İyi bir şair nasıl olmalıdır sizce?
Şair, statik düşünmemelidir.
İcabında beyninin usaresini emerek üretmelidir. Başkalığı olmalıdır şairin.
Farkını, her konuda fark ettirmelidir. Suya sabuna dokunmayana ben şahsen adam
da demem, şair de… Şair; filozofça düşüncenin, belleklere kazınan imzanın,
kamuoyu nezdinde hoş seda bırakacak her eylemin yansıması demektir. Şair, büyük
düşündüğü ölçüde şairdir. O, dar kalıplara sığmamalıdır asla.
Şairin toplumdaki görevi nedir?
Bir başka açıdan söylemem
gerekirse şair; radar konumundadır ve görsel bazda döner başlıklı tarayıcıdır.
Görevi, toplumun hissiyatını ve değer yargılarını iyi okumaktır, iyi mütâlâa
etmektir. Münferit ve yüzeysel davranışların ırağında tutmalıdır kendini.
Uyarıcılık mekanizmasının çark ve dişlilerini iyi çalıştırmalıdır ve iyi bileylemelidir.
İlla velâkin ilk önce şairliğin vasıflarını taşımalıdır üzerinde. Şair, ne
işportacıdır ne de ucuz işporta malıdır şiir. Kıymeti harbiyesi olmayan şairin,
şiirleri de ona mümasildir. Bakıyorum da bazı şair geçinen zevatlara, adeta
şiir pazarlıyor. Şiir pazarlanmaz, şiir okunur sadece. Yeter ki şiir olsun. Ama
bazıları, “şiir” diye ne kadar afara (harman yerindeki kalıntı) varsa
dolduruyor çuvala. Şiir bu değil kardeşim dediğinizde güceniyorlar. Oysa şiir
başlı başına bir sanat dalıdır. Şair ise parmak sayısı kadar azdır benim nezdim
de. Öyle, “ben yazdım oldu” mantığıyla ne şair olunur ne de şiir yazılır.
Yazıldığındaysa kendisinden başka kimse okumaz o şiiri. Ezcümle kendi çalar
kendi oynar. Veyahut da avunur durur oyuncaklarıyla.
Gününüzü nasıl geçirirsiniz, neler yaparsınız?
Nasıl beyan etmeliyim ki? Bir
kere kahvehane kültürüm yok. Sigara tiryakiliğim yok. İçki kullanmam.
Ticaretten ve paradan anlamam. Hercai değilim. Programlanmış ve standart bir
yaşantım mevzubahistir. Kafa dengi bir arkadaş bulursam şayet, dünyayı potaya
kor eritirim birlikte. Şiir olsun, nesir olsun yazdıklarımdan mütevellit,
sistematik bir okuyucu grubum vardır. Onların mesajlarına ve genellikle
hal-hatır sormalarına cevap veriyorum kısaca. Osmanlıca yazıyorum ve bol kitabe
okuyorum. Genellikle de tarihi mezar taşlarını okumaya bayılıyorum. Günlük tutuyorum çoğu kez. Haftada bir mesire
yerlerine gidiyorum. Artı, fırsatım ve gücüm nispetinde geziyorum Anadolu’yu.
Hüzün seanslarım vardır, gecelerin koynunda ve el-ayak çekildiğinde… Varoluş
gayemi düşünmekteyim. Şu anda hazır hale getirdiğim kitabımı çıkarmanın
telaşındayım. Bazı rötuşları kaldı düzelti olarak. Biraz önce de belirttiğim
gibi spor vazgeçilmezimdir. “Yorulmak” sözcüğü literatürüme henüz girmemiştir
çok şükür. Depara kalkmış küheylanlar gibiyim. Dağ, dere, tepe demez; erinmeden
dolaşırım nitekim. Bilirsiniz ya hani, bir deyim vardır yöremize has. “Kör gidiyor,
yol gidiyor!” şeklinde. Eh, bizimki de aynısıdır işte! Gidiyoruz, yol nereye
kadarsa?
Yazarın yayımlanmış eserleri:
Muzır İkili (hikâyeler), Denemeler (edebiyat seçkisi), Şafak Taarruzu
(şiirler), Üç Değirmenin Ötesi (Hikâye - 2013), Yalaka Üretim Merkezi” adlı
eseri ise basım aşamasındadır.
YORUMLAR