Programda ilk olarak BLC Grup’un çalışmaları ve faaliyetleri hakkında bilgi veren Başkanı Şahin Balcıoğlu, “Grubumuz 1986 yılında örgü makinalarıyla başladı. Daha sonra farklı sektörlerde farklı yatırımlar yaparak. Bugün 5 tane şirketiyle Kahramanmaraş'ta ekonomiye hizmet etmeye çalışıyor. Tabi bu söylediklerim rakamlar hep deprem öncesinin rakamları. Bu firmalarda ağırlıklı işimiz sektör. Yani büyük firmamız, sektörümüz tekstille ilgili ama onun yanında gıda ve kompozit bir malzeme üretiyoruz ve eğlence sektörü büyük bir parkın da işletmeciliğini yapan bir grubumuz var. Tekstilde normal bilinen üretimlerin dışında yeni. Pet şişeden iplik üretiyoruz ve ondan giysiler hazırlıyoruz. Atıklardan iplik yapıp onlardan giysiler hazırlıyoruz ki dünyada rağbet gören birçok firmanın ve uluslararası firmanın rağbet ettiği şeyleri yapıyoruz. Firmamızda çevresel faktörler, bütün işletmelerimiz de çok önemli ve dikkat ediyoruz. Türkiye'de yanlış hatırlamıyorsam iki firmada olan bir yeşil yaprak diye benim söylediğim HİGG İNDEX. Çevresel duyarlılığı olan bir belgemiz var. Diğer boya hanelerde olduğu gibi atık suyumuzu akıtıp atmıyoruz. Atık suyumuzun yüzde 70'ini sıfır değere getirip tekrar işletmemizde kullanıyoruz ve yenden üretime katıyoruz. Böyle bir ayrıcalığı var. Enerji konusunda da etrafı kirleten, doğayı kirleten enerjiler yerine güneş enerjisiyle işletmelerimizin her gün biraz daha ilave etmek suretiyle hem bu dünyadaki ticaret gidişinin önünde engel olacağını yakında düşündüğümüz karbon salınımı ile ilgili de hazırlığı yapmış oluyoruz ve bunun yanında yeni teknolojileri kullanmak istiyoruz. Bunun içinde ciddi yatırımlar yapıyoruz. Depremden önceki son iki yıl yapmıştık. Bu yıl ancak makinelerimizin bakımlarını yaptık ve şimdi tekrar kaldığımız yerden devam ediyoruz” dedi.
“Kompozit plakadan roket yapmaya çalışıyoruz”
Yapay zekayı kullanarak çalışmalarına hız kazandırdıklarına dikkat çeken Balcıoğlu, “Burada yapay zekayı kullanıp yapay zekayla sıfır hatalı üretim amaçlıyoruz. Büyük ölçüde başardık. Ama tabi bu yeniliğin ve teknolojinin sonu yok. Maalesef her gün yeni bir şey çıkıyor ve onu da ilave etmek durumundayız. Tekstilde bunları yapıyoruz. Kabaca kompozit bölümünde yaptığımız Türkiye'de yine farklı bir şey yapıyoruz. Çocuklarım kızıyor tahta dediğimde ama bir tahta malzeme, kompozit bir plaka üretiyoruz ve bu plakanın şu anda çalıştığımız saha İstanbul'la birlikte yürüttüğümüz bir projede çalışıyoruz. Bunların testleri, çalışmaları, uygulamaları çok zaman alıyor. 3-4 ayda ancak bir test yapabiliyoruz. Sonra olmadı tekrar bir daha yapıyoruz. Biz bu plakadan roket yapmaya çalışıyoruz. Olur, mu hiç? Olmaz ama malzeme dediğim gibi Türkiye'de başka birinin üretmediği bir malzeme ve bu malzemeyi biz bununla yaparsak hem geç tutuşması nedeniyle bir fayda sağlıyor. Çok hafif olması nedeniyle de daha fazla menzile gitme yani 500 metreye gidiyorsa bir roket bu 800 metreye gidebilecek halde bir yapıya sahip olacak. Bu çalışılırken yanında genelde böyle oluyor, ilaç sektöründe çok rastlıyoruz buna. Bir şeyi yaparken yanında da bir şey çıkıyor. Biz bu roketi çalışırken rüzgar enerjilerinin pervaneleri de bundan yapmak üzere çalışıyor çocuklarımız. Eğer başarılı olursak ki her gün bir adım daha yürüyoruz, ne zaman bitecek bilmiyoruz ama bittiğinde artık Türkiye'de roketleri bizim malzememiz den ve rüzgar enerjilerinin pervanelerini de bizim malzememiz yapıyor ve piyasada dünyanın dört bir yanında görüyor olacağız” diye konuştu.
Eda Özdemir, “Bu da büyük bir girişim olmuş olur. Çocuklarım dediniz, çocuklarınız da mı işin içinde?”
Şahin Balcıoğlu, “Evet çocuklarım işin içinde şöyle. Ben 10 yaşında babamı kaybettim, 10 yaşında baba oldum. Dolayısıyla babalığı ne kadar yapabildim bilmiyorum ama çocuklarım okulu bitirdiğinde üç çocuğuma da hep şu öneriyi götürdüm, istediğiniz şeyi yapmakta serbestsiniz ama burada da bir iş var, gelmek isterseniz katılmak istersiniz diye. Çocuklarım yurt dışında okudular, eğitim gördüler, iyi eğitimler aldılar, iyi bir networkleri var. Bilgi birikimleri iyi. Yurtdışında iş deneyimi kazandılar. Öyle bir birikimleri var. Önce bir tereddüt ettiler tabii. Bir Amerika. Sonra Türkiye'ye gelmek biraz düşündürüyor. Türkiye'ye gelip Kahramanmaraş'a gelmek biraz daha düşündürüyor. Ama çocuklarım sağ olsun, baba sen tek başına bizi buralara getirdin, biz de işin bir ucundan tutalım diye. Üçü de Kahramanmaraş’ ta. Şuanda işlerinin başında. Herkes kendi bölümüyle ilgili bir işle meşgul.”
Eda Özdemir, “Sürdürülebilirlik temelde dikkat ettiğiniz bir değer diyebiliriz değil mi?”
Şahin Balcıoğlu, “Yani yapmak istediğimiz şey zaten bu, Hedefimiz bu, varmak istediğimiz, ulaşmak istediğimiz bu. Kendi kendimizi kontrol etmek suretiyle, yani birinin bizi kontrol edip bir müdürün, bir şefin kontrol etmesi yerine kendi kendini kontrol edip sürekli yenileyen bir yapı kurmak istedik. Bu yönde yürüyoruz. Bunda da dediğim gibi sonu yok ama yüzde yetmiş başarılı olduk. Her gün biraz daha üstüne ilave ederek her gün biraz daha yeni bir bölümü daha buna katarak yürüyoruz. Bunu tamamlayacağız inşallah.”
Eda Özdemir, “Depremden bahsettiniz. Sonrası nasıl bir süreçten geçtiniz? Biraz detaylandırarak bilir misiniz?”
Şahin Balcıoğlu, “Deprem Kahramanmaraş merkezli başlayan diye sizlerin haberlerde söylediğiniz bir konu. Ben bu arada size ve tüm ekibinize teşekkür etmek istiyorum. Bizim o günlerde toprağın altında sesimizin çıkmadığı, hiçbir şehrimizin duyulmadığı bir dönemde bize ses oldunuz, nefes oldunuz. Bizim dertlerimizi dünyaya, Türkiye'ye ve dünyaya ulaştırmaya vesile oldunuz. Bunun için şahsınızda tüm EKOTÜRK ailesine. Tabii bu konuda bu stüdyo da Ali Çağatay ile de programlar yaptık. O daha sonrasında da bu konuyu çok işledi. Ben hem kendi adıma, hem firmam adına hem de Kahramanmaraşlılar adına size teşekkür ediyorum. Bize bu desteğiniz den dolayı. Deprem bilmediğimiz bir oyundu, bilmediğimiz bir hikayeydi ve yaşadık. Hala depremin ne olduğunu anlamış değiliz. Bilmiyoruz. Çünkü hiçbir konuda doğru düzgün bir şeyin sonuçlandığını görmedik. Sekiz ay bitti, dokuzuncu aya girdik ama bir yasa yok. Kimin ne yapacağı belli değil. Herkes koşuyor bu arada. Yani hiç kimse boş vermiş değil ama koordineli koşmuyorlar. Nereye gittiğimizi bilmiyoruz. İşte 6 ayın sonunda bakanımız orta hasarlı binaların yıkılacağını söyledi. Sonra güçlendirme alabileceğini söyledi. Belediyeler ne yapacağını bilmiyor. Yasa beklediklerini söylüyorlar. İnsanlar kış geliyor, başını sokacak sarı bir yer arıyorlar. Onu bulmaya çalışıyorlar ama maalesef zorlanıyorlar. Bir kısmı konteynerlerde kalıyor işe okula uzak. Yeni bir nesil doğuyor şimdi Kahramanmaraş'ta. Geleceğimizi nasıl şekillendireceği ile ilgili hepimizin çok ciddi kaygıları var. Çünkü bundan önce pandemi vardı. Öğrenciler okula gitmedi, şimdi deprem oldu. Barınma yeri olmadığı için Kahramanmaraş'ta üniversite tatil öğretim yapmıyor, uzaktan öğretim yapıyor. Şimdi biz uzaktan öğrenen insanlara da diploma vereceğiz işte 5 -6 yıldan beri pandemi ve depremle birlikte okullarını bitirmiş öğrencilere, ekran başındaki öğrenciye, belki bir miktar doktora, belki bir miktar mühendise ve benzeri bir sürü insana diploma vereceğiz Ve bu insanlar hepsi Maraş'ta kalmayacak, bir kısmı da İstanbul'a gelecek ve siz doktora bizden mezun olmuş ama okul okumamış bir doktora gideceksiniz. Nasıl yapacağız, nasıl yaşayacağız biz bilmiyoruz. Sizin de bildiğinizi çok zannetmiyorum ama böyle bir gerçeğimiz var. Ben bazı hocalarıma sitem ettim. Üniversitedeki dedim ki ya öğrenci olmayabilir, üniversite kapalı olabilir. Kahramanmaraş'ta her gün deprem olmuyor. Bu fırsat ele geçmez bir fırsat. Amerikalı geldi, Çinli geldi, Japon geldi. Maraş'taki depremi inceledi ama bizim hocalarımız öğrenci. Okul tatil oldu diye önce hocalarımız gitti. Hâlbuki ben isterdim ki üniversitedeki hocalarımız orada olan ya da olmayan 5 kişi olur, 10 kişi olur. Çocuklar gelin bir çay içelim, kahve içelim gidelim falanca yerdeki enkazı görelim. Belediyeden alabilirsek projenin bir kopyasını alalım. Bakın burada şöyle bir hata yapıldığı için burası yıkıldı. Bunu şöyle yapsalardı burası yıkılmayacak diye dolaşmaları isterdik. Ama maalesef okul kapalı, öğrenci yok ve barınma yeri olmadığı için yok. Bir yurt var yetmeyecek zaten o yurtta da işte sağlıkçılar kalıyor, şunlar kalıyor, bunlar kalıyor diye. Böylece bir keşmekeşin içerisindeyiz. Bu işin sosyal yönü, bir de ekonomik yönü var. O daha bir içler acısı. Biraz sonra sorarsanız ya da anlatmamı isterseniz anlatabilirim ya da sonra anlatayım. Ekonomik bilançoya birazcık dikkatli bakmamız lazım. Nedir? Depremle insanların birçok canı kayboldu ve malı da beraber kayboldu.
Bu işletmelerin tamamı sigortalı idi Ama ilk darbeyi. Depremden yedik, ikinci darbeyi sigortadan yiyoruz. 100 liraya sigorta ettirdiğimiz bir iş yerimizden 35 40 liranın üzerinde bir para alamadı. Arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu bir sürü bahaneler üretti. Sigorta firması şu eksik bu yanlış dedi. Hepsi bir tarafa, ben de dahil olmak üzere 8 ay geçen bir depremden sonra daha sigorta bize ödeme yapmadığı dosyalarımız var. Bir şeyi sigorta ettirdiğinizde kendinizi, otomobilinizi, evinizi, eğer bir hafta parasını yatırmazsanız, sigortanız iptal olur. Biz neyi iptal edeceğimizi bilmiyoruz. 100 liraya sigorta ettiğimiz bir yer kırıldı ve 100 liralık bir hesabımız var ve biz sigortadan 50 lira aldık diyelim. İşimizi ayağa kaldırmak, çalışanlarımıza ve evimize ekmek götürmek istediğimizde koşarak bankaya gidiyoruz. Bize kredi verin tamamlayalım şu yüz lirayı ve çalışalım diye. Bankacı hay hay diyor. Hemen yardımcı olayım size. Doğal olarak ikinci soru şu Bize teminat ne vereceksiniz? EV yıkılmış dükkan yıkılmış, neyi teminat vereceksiniz? Faizler şuralarda yüzde 50'ler ile alacaksınız ama buna rağmen para almakta zorlanıyorsunuz. İşinizi yürütmekte zorlanıyorsunuz. Bu Maraşlının ağıtı değil. Burayı iyi okumamız, doğru tahlil etmemiz, iyi yorumlamamız lazım. Maraş batarsa batsın, çok da önemli değil. Küçücük bir kent diyebilirsiniz ama Türkiye'nin bundan ne kaybedeceğini burada daha önce de konuşmuştuk. Türkiye şunları kaybedecek ve bugün yaşıyoruz bunları. Bir Kahramanmaraş'ın çok kısa bir kaç sektöründen bahsedelim. İplikte Türkiye'nin yüzde 35 ipliğini üreten bir kentti. Denim de yüzde 38 denim üreten bir kentti. Paslanmaz çelik mutfak eşyalarında yüzde yetmiş dört, Türkiye üretimini yapan bir kentti ve bu fabrikaların birçoğu yıkıldı.
Bu neydi? Bize ne zararı olacak? Bunlar Denizli'nin, İzmir'in, Bursa'nın, İstanbul'un, Çorlu, Çerkezköy'ün, Adapazarı'nın, Sakarya'nın ham maddesini üretiyordu. Ham madde yok. Olmazsa ne yaparsınız, iki yol var ya ithal edersiniz ki buna devlet çok sıcak bakmıyor. Döviz dışarı gitmesin diye. Ya da içerde birdenbire olmayan malın fiyatı yükselecek. Bu bize nasıl bir sonuç getirecek? İşte ay sonu, aybaşı sizin daha çok program yapıp bu işi bizlerden çok daha yakın takip ettiniz, ihracatımız düşecek. Çünkü o fiyatlara dünyaya rekabet edeceksiniz. Biz dünyada tek üretici değiliz. Kimiz? Kahramanmaraş geçen yıl 2022'de yüz kırk iki ülkeye ihracat yapan tüm sektörlerinde bir ildi. Şimdi kimse bizi beklemiyor bizim yerimize. Eğer yoksa bize en yakın müşteri tedarikçiden malını tedarik ediyor. Ve zaman o kadar hızlı gidiyor ki çoğu insan artık pandemi ile başlayan mağazadan alışveriş etmeyi azalttı. Nereden alışveriş ediyor, internet üzerinden alışveriş ediyor. Siz de ediyorsunuzdur hiç aradığınız, beğendiğiniz ürünün numarasını buluyor musunuz? Kesinlikle bulamazsınız. Neden? Çünkü biz üretiyoruz, ürettiğimizi biliyoruz. Bu parti bir defa üretiliyor. Bir seri üretiliyor ve ondan sonra üretilmiyor. Eskiden böyle değildi. Bir yazlık üretilir, bir kışlık üretilir, vitrinler böyle düzenlenirdi ve böyle giderdi. Ama şimdi şimdi üretiliyor, tüketiliyor, üretiliyor, tüketiliyor ve yenisi sunuluyor. Bundan da alır mısın Eda Hanım diyoruz. Bilgisayarınız bu yeni çıktı, tam sizin istediğiniz daha önce yazdıklarınıza benziyor diyor. Şimdi hikayenin başka tarafı şu. Biz Suudi Arabistan ile daha önce ticaret yapıyorduk. Gayette iyi ticaretimiz vardı. Hem tekstilde hem çelikte hem altında hem dondurmada, biberde. Ama sonra Kaşıkçı cinayetiyle aramız açıldı.
Resmi olmayan gayrı resmi bize ambargo uygulandı ve bir çöp bile almadı Suudi Arabistan bizden. Şimdi aramız iyi. Siyasal olarak arkadaşlarımız gidiyorlar. Arap diyor ki. Hoş geldin diyor. Tezgah dolu, depo dolu, bitsin alayım demiyor. Siz Türk müsünüz? Siz Müslümansınız, kardeşsiniz demiyor. Bitsin konuşuruz diyor. Bizi Çinli ile karşı karşıya getirip bizi yok etmek istiyor. Bizim Çinli ile bugünkü ekonomik şartlarda mücadele etmemiz demin söylediğim artan fiyatlarla neredeyse mümkün değil. Bu bizim Türkiye ihracatını hızla aşağı çekecek ve bu bizim ekonomimizi yalnızca Maraş'tan dolayı bir sürü sıkıntıya sokacak. Bunun için bizim düşüncemiz, önerimiz, isteğimiz, beklentimiz şu ki yanlış, doğru. Doğru olmasını isteriz ama depremle ilgili sağlam, net kararlar verilsin. Depremde ki insanları lütfen bürokrasiye boğmadan, falanca yerde, filanca yerde müracaat etmek yerine şu yapılacak, sorumlusu şu şunları yapılacak diye bir an önce insanların ayağa kalkması için ne yapılması gerekiyorsa birilerinin bir şey yapması lazım. Ama biz hala bunları bugün bir şeyi daha konuşuyoruz, yarın bir şeyi daha konuşacağız. Dediğim gibi sigortadan alamadığımız zaten bir sürü depodaki malımız yıkılmış, kırılmış, bozulmuş, çöp olmuş. Zaten bir sürü kayıp var ayağa kalkmak için bu insanların neye ihtiyacı olduğu doğruca tespit edilip ve bu tespitlerin de bir an önce bürokrasiye takılmadan, evraka, kağıda onaya takılmadan bir an önce sorumluluğu kendilerine vermek suretiyle ekonomiyi canlandırmak zorundayız. Mecburuz diye düşünüyoruz. Eğer yapamazsak bu tüm Türkiye ekonomisine yavaş yavaş, ağır ağır zarar verecek ve bundan herkes zaten etkileniyor, çok etkilenecek. Onun için bir an önce bizim ayağa kalkmamız lazım diye düşünüyorum.”
Eda Özdemir, “Peki üretimde şu an halen bu konjonktür hakim diyebilir miyiz, iç pazarda canlılık var mı?”
Şahin Balcıoğlu, “Dünyada global bir işsizlik var, ticaret zayıflaması var. Resesyon dedikleri ama buna rağmen biz müşterilerimize bir türlü gidip geliyoruz ve bizim arkadaşlarımız, çoğu İngilizce bilmeyen arkadaşlarımız. Gidip dünyada kalitesiyle dünyanın 142 ülke dedim. Demin bildiğiniz ülkelere sayın desek kendi kendimize 10 ülke, 20 ülke, 30 ülke, 40 ülkenin adını sayarız. 142 ülkenin adını bilmiyoruz ve biz orada mal satıyoruz ve ihracatımızı artırıyoruz. Yani bu git vur kaç değil. Gideceksiniz, malınızı satacaksınız, beğen beğendireceksiniz. Yenden daha fazla sipariş alacaksınız. Bunları yapıyorduk, şimdi yapamıyoruz. Bizim yerimize bize en yakın olan, en büyük rakibimiz ki çoğu yerde Çin gelip dolduruyor ve o müşteriden geri o pazarı almamız mümkün değil ve bunlar kayboluyor, teker teker kayboluyor. Dolayısıyla bizim bunları kaybetmememiz lazım, müşteriyi tutmamız lazım. Mahalle bakkalından bile yaptığımız şey, eğer o bakkalda bir problem olmuş da aradığımızı bulamamış isek öbür bakkaldan almaya başladığımızda bir daha bırakmıyoruz. O marketten almaya başladığımızda bir daha bırakmıyoruz. Otomatik olarak oraya götürüyor. Ayağımız bizim. Onun için bizim müşterilerimizin kaçmaması lazım. Zor bulduk çünkü kolay bulmadık hiçbirini. Dolayısıyla dünyada zaten bir sıkıntı var. Biz bu sıkıntıyı aşabilir miyiz? Aşabiliriz. Yavaş yavaş yürüye biliriz Ama ne zaman? Biz çalışıyor olursak biz çalışmıyoruz.
Bir taraf eksik, işçimiz yok, işçimizin evi yok. Maraş'ı terk etmiş, gitmiş ve gel diyoruz. Diyor ki, ben burada da aynı ücrete çalışıyorum zaten. Niye geleyim diyor adam. Doğru orada evim yok diyor. Barınacağı bir yer yok, çocuğumu koyacağım bir yer yok diyor. Çadırlar vardı şimdi kısmen çadırlarımızı kalktı, konteynere döndü ama yetmiyor bunlar. Daha fazlası lazım insanlara. Maraş'a gelmiyor çünkü adam nerede duracak bu insan? Nasıl yapacağız? Devlet tamam çok babalık yaptı. Dedi ki, depremden çıktın sen problemin var dedi. Falanca nereye istiyorsan git otel paranı ben ödüyorum, çorba paranı ödüyorum, uçak paranı, otobüs paranı ödüyorum dedi. Gitti adam orada da iş buldu. Gelmeden çalışacağız. Yani birisi olmadan, insan olmadan olmuyor. Ne kadar dijitalleşme derseniz dijitalleşme, ne kadar elektronik getirirseniz elektronik için yine de kontrol etmek için, en azından ekrana bakmak için birine ihtiyacımız var. Ve biz birlikte güçlüyüz. Biz yan yana geldiğimizde güçlüyüz, işçimiz ile müdürümüzle, amirimiz ile çalışanımız ile çalıştık. Halkımızla biz birlikte yürüdük, birlikte güçlüyüz. Dolayısıyla o insanlar Maraş'ta değiller. Dünya pazarının düşmüş olması evet herkesi etkiliyor ama biz bunun altından kalkarız. Biz bunun üstesinden geliriz yavaş yavaş. Çünkü biz birebirde çalışıyoruz.”
Eda Özdemir, “Peki ekonomi yönetiminin enflasyona yönelik çalışmalarını nasıl değerlendirirsiniz?”
Şahin Balcıoğlu, “Herkes elinden gelen her şeyi yapıyor. Koşullar yalnızca Türkiye'de kötü değil, dünyada kötü. Ben iki hafta önce Amerika'da idim. Amerika'da faizler yüzde 8’ler konuşuluyor. Yediler, faizler bazen 9’lar konuşuluyor ki Amerika'nın hiç duymadığı rakamlar bunlar ve onlar da kendilerini kasmış durumdalar. Almıyorlar, satmıyorlar, bir şey yapmıyorlar. İşte bizde üç tane tişört alacakken insanımız belki bir tane alıyor ama Amerikalı onu da almıyor. Ama dünyada yine de az da olsa bir ticaret dönüyor. Bu ticaret içerisinde biz fazlasını almamız lazım. Bu yapılanmayı. Yeni bir ekip kuruldu. Merkez Bankası'na yeni bir başkan geldi. Ekonominin başına yeni bir bakan geldi. Bunlar yeni değil aslında bu işi bilenler ama yine de bir gelip kendi sistemini, ekibini kurması, hadi deyince işte parmak şaklatma ile olacak şeyler değil. Devletin işi biraz daha yavaş biliyorsunuz, görüyoruz bunu. Biraz daha onay lazım. Özel sektör gibi değil. Özel sektör bir şeye karar veriyor, uyguluyor. Bu iyiyse de kötüyse de, kar da zarar da Ben sorumluluğunu alıyorum diyor işveren ya da müdür. Ama devlette öyle değil. Onaylar lazım ve bu da süreç alıyor ve bu süreç bazen işimize de yarıyor. Yani daha iyi düşünmeye, daha doğru düşünmeye Ama bunların hepsi doğru uygulanmaya bağlı. Dediğim gibi yalnız bizimle ilgili bir şey olsa biz ne eder eder bunun altından Türkiye olarak kalkarız.
Ama dünyada bu kriz var mı, altından kalkamaz mı? Biz hepsinin altından kalktık. Öyle ya da böyle kalktık, yara aldık, elimiz kanadı, yüzümüz kanadı. Ama çıktık kalktık, elimizi yüzümüzü temizledik ve koşmaya devam ettik. Bunların hepsini daha önce de yaşadık. Doksan dörtten beridir ben yaşıyorum, biliyorum yani bizzat içindeyim. Bunların yaşayanlardan birisiyim. Dolayısıyla hepsinin sonunda biz bir yol bulduk ve yürüdük. Bunun da sonunda biz bir yol bulup yürürüz. Ama yalnızca bizim önümüze engel olan şeylerin bir kenara çekilmesini. Bize destek olun, bize kredi verin. Bu işte bedava kredi, ucuz faizli kredi demiyoruz. Biz bir şey yapmamız gerekiyorsa kendiler de düşünsün, devlet de düşünsün, bakanlık da düşünsün. Bunun için şu lazım ve bize sağlasınlar. En azından engeli kaldırsınlar. Atıyorum işte. Demin bankayı söyledim, banka müdürü diyor ki ben size kredi vereyim de teminat ne vereceksin diyor. Yok, teminatsız o işadamının ticari geçmişine devlet bakıp. KGF diye bir kurumumuz var bizim. KGF diyecek ki ben teminatın buna yüzde 80'ine teminat oluyor zaten yasal olarak bu böyle. Onun için kuruldu. Ben bu deprem bölgesinde bu arkadaşlara kefilim, teminatı benim deyip yürümenizi sağlayabilirler. Ama yok. KGF bir para dağıttı, insanlar bir aldı işlerini gördü, inşaatlarını yapmaya çalıştı. Her şey karmakarışık dediğim gibi. Ama biz bir yürüyebilir isek arkamızdan çok şey yürütürüz diye düşünüyorum.”
YORUMLAR