Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Uzman
Klinik Psikolog Sedef Koç, küresel salgın Covid-19 nedeniyle evlerde geçirilen
zamanın arttığını, bugünlerde yemek yeme davranışlarında artma ve yeme
bağımlılığı gelişebileceğine dikkat çekti.
Bugünlerde
yemekten çok bahsetmek normal mi?
İnsana dair ‘normal olan ve olmayan’ algısının değiştiği
bir dönemden geçtiğimize dikkat çeken Sedef Koç, “Sağlıklı bireyi tanımlarken
bir özelliğimiz de değişen koşullara uyum sağlayabilme becerimizdir.
Evlerimizde karantina sürecine ayak uydurmaya çalışırken yemek yeme, hem temel
bir ihtiyaç hem de vakit geçirebileceğimiz bir aktivite diyebiliriz. Bu nedenle
bu dönemde yemekten bahsetmek gayet normal bir durum ancak birey yemek yeme
davranışının sıklığını kontrol etmekte zorlandığında, gününü çeşitlendirmek
yerine tek yönlü geçirdiğinde ve bununla beraber birtakım sağlık sorunları
meydana geldiğinde durum farklılaşır” uyarısında bulundu.
Uzman Klinik Psikolog Sedef Koç, “İnsan sosyal bir
varlıktır; iletişimde kalmayı, paylaşımda bulunmayı sever. Kültürel motifler de
göz önünde bulundurulduğunda toplum olarak yakın ilişkilere alışkın olduğumuzu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla karantinaya uyum sağlamak beraberinde pek çok
davranış değişikliğini getirecektir. İlk akla gelenlerden biri de yeme
alışkanlıklarımız. Birey bir yandan hayatta kalma güdüsüyle hareket ederken
diğer yandan duygusal ihtiyaçlarını da karşılama eğilimindedir” dedi.
Bu etkenlere
dikkat!
Artan yemek yeme davranışını tetikleyen etmenleri
değerlendiren Sedef Koç, bunları şöyle değerlendirdi:
Kaygı ve Stres:Hemen her fırsatta belirsizlikten kaynaklanan ‘kaygı ve stres’ kavramlarıyla
karşı karşıyayız. Stres bilinenin aksine, her zaman olumsuz değildir. Bireyi
öğrenmeye, gelişmeye ve en önemlisi hayatta kal mesajı vererek mücadele etmeye
iter. Peki bu nasıl oluyor? Şöyle ki, stres anında vücudun savunma sistemi
devreye girer ve böbreküstü bezlerimiz adrenalin hormonu salgılar, adrenalinin
etkisiyle alarm durumuna geçen beyin kendini tehlikede algılayarak ‘’savaş ya
da kaç’’ komutunu verir ve birtakım önlemler alır. Böylece kendini olası
tehlikelere karşı korur. Her konuda olduğu gibi burada da önemli olan nokta,
süreklilik ve miktar. Beyin zaman zaman yanlış yorumlamaları nedeniyle gerçek
tehlikeyi ve gerçekleşme ihtimali oldukça düşük olan tehlikeleri ayırt etmekte zorlanabilir.
Tehlike algısı devam ettiğinde yani beyin sürekli tetikte olduğunda ise vücut
kortizol hormonu üretmeye başlar. Stresin kronik hale gelmesine paralel olarak
kortizol hormonu da tüm gün aktif olur. Kortizol seviyesinin artmasıyla kan
şekeri ihtiyacı da artar ve iştah artışı görülür. Beynin asıl amacı hayatta
kalmaktır; bunun için yeterli enerjiyi sağlamalı ve vücudu korumalıdır. Bu
güdüyle hareket eden beyin, kişiyi daha fazla yemeye iter. Böylece insan
otomatik olarak karbonhidrat, yağ ve şeker içerikli besinlere yönelir.
Karantina sürecinde kontrolsüz bir şekilde artan market
alışverişlerini ve istifleyiciliği bu bilgiler ışığında değerlendirdiğimizde
daha anlaşılabilir olacaktır. Kendisinin salgına yakalanma ihtimalini gerçekçi
bulmayan biri için aç kalmak daha olası bir tehlike olarak algılanabilir. Bu
düşünce biçimi de bazı satın alma davranışlarımızı açıklar.
Güvende Hissetmek: Bu durumun en güzel örneğini bugünlerde hemen
herkesin evinde ekmek yapması ile somutlaştırabiliriz. İnsanlar sadece
karbonhidrat ihtiyacını karşılamıyor, diğer yandan güven ihtiyacını karşılamak
istiyor. Fırından çıkan sıcak ekmek kokusu, sürekli tetikte olan bireye güvenli
alanda olduğunu hissettiriyor. Güven arayışı insanlığın ilk izlerinden itibaren
hayat mücadelesinin temelidir. Bireyin ihtiyaçlarını kademeli olarak
sınıflandıran Maslow (1943); ilk sıraya yiyecek, su, barınma gibi fiziksel
ihtiyaçları yerleştiriyor, ardından korunma ve güvenlik ihtiyacı geliyor. Kısa
bir süre öncesine kadar günümüz insanları aidiyet, değer görme ve kendini
gerçekleştirme gibi sonraki basamaklara geçmeye odaklıyken; salgınla beraber
öncelikler değişti. İnsanlığın ortak derdi şu an için yalnızca karnını doyurmak
ve güvende olmak; kısacası en basit haliyle hayatta kalmayı başarmak.
Duygusal Açlık:Açlık hissini sadece fizyolojik temele dayandıramayız, işin bir de duygusal
boyutu var. Kaygıyla beraber kişi kendini huzursuz, gergin hissettiğinde
rahatlamak adına yemek yeme eğilimi görülebilir. Stres, üzüntü, öfke, suçluluk,
can sıkıntısı gibi duyguların yarattığı huzursuzlukla mücadele etmek herkes
için kolay olmayabilir. Olumsuz duygu ve düşüncelerle baş etmekte zorlanan biri
için yemek yeme basit bir rahatlama yöntemi olabilir. Kendini motive etmeye
çalışan biri yeterli iç ve dış kaynaklara sahip değilse, sıkıntısını
geçiştirmek için keyif veren başka şeylerin arayışına girecektir, ilk
seçeneklerden biri yemek yeme. Dolayısıyla toplum olarak zorlayıcı günlerden
geçtiğimiz bu karantina süreci devam ettikçe kendinizi mutfakta buzdolabının
önünde bulmanız kaçınılmazdır. Yani kişi karnını doyurduğunu zannediyorken
sadece kısa bir süre için duygularını besliyordur. Kendimize yöneltebileceğimiz
asıl soru şu: Aç olan ben miyim, duygularım mı?
Motivasyon:Karantina sürecine uyum sağlamaya çalışan insanlar uzmanların da önerisiyle
motivasyonu arttırmak üzere evlerinde çeşitli aktiviteler deniyor. Ne var ki
daha önce bu konuda deneyimli olmayanlar için yemek yeme nispeten ‘kolay
ulaşılabilir’ bir zevk. Hazırlık aşamasından, sunumuna, özlenilen tatlardan,
denenmeyi bekleyen yeni tariflere vakit ayırmak ve en önemlisi uzun zamandır
bir arada olamayan aile üyeleriyle sofrayı paylaşmak günü pozitif kılmak için
iyi bir seçenek olabilir.
Haz Arayışı ve
Bağımlılık: İnsanlar evlerinde kaldığı bu süreci normalleştirmeye ve
keyifli hale getirmeye çalışırken uzun vadede birtakım davranışsal problemler
ortaya çıkabilir. Diğer bağımlılık türlerinde artış görülme ihtimalinin yanı
sıra yeme bağımlılığı da karşılaşabileceklerimiz arasındadır. Yeterli motivasyona sahip olmayan kişinin
beyin fonksiyonları incelendiğinde serotonin ve dopamin miktarlarının azaldığı
gözlemlenir. Beyin bu nörokimyasalların eksikliğini karbonhidrat ve yağlı
yiyeceklerle karşılamaya çalışabilir. Bağımlılık yapıcı diğer maddeler gibi gıdalar
ve yemek yeme davranışı da dopamin salgılayarak beyindeki ödül sistemini aktive
eder. Bağımlılık merkezi dediğimiz ödül sisteminin uyarılmasıyla dopamin
seviyesi artar ve kişi haz duymaya başlar. Bu hazzı tekrar ve tekrar
deneyimlemek isteyen kişide söz konusu yeme davranışı sıklaşır.
Kısacası; teknoloji, alışveriş, sosyal medya, sanal kumar
gibi davranışsal bağımlılıklar, alkol ve madde kullanım bozukluklarına ek
olarak yeme bağımlılığının görülme sıklığının artması beklenmektedir.
Yemek tutkumuzu nasıl
yavaşlatacağız?
Davranışlarımız üzerinde kontrol sağlayabilmek için
ihtiyacımız olan şeyin farkındalık olduğunu kaydeden Sedef Koç, “Yemek yeme
davranışımız sıklaştığında bireyin işlevselliği ve sağlığı olumsuz
etkileniyorsa dikkate alınması gereken bir durum söz konusudur. Bunun için de
birey bir sorun olduğunun bilincinde ve değişime istekli olmalıdır” dedi.
Herhangi bir davranışta aşırılık görüldüğünde ve önüne
geçmekte zorlandığımızda sınıra ihtiyacımız olduğunu kaydeden Sedef Koç,
bunları şöyle sıraladı:
• Haz ertelemeyi öğrenmeliyiz. Elbette yemek de yiyeceğiz
ama doğru zamanda ve miktarda. Beslenme çizelgesi yaparak somut bir sınır
çizmiş oluruz ve belirli saatlerde yemeye uyum sağlama eğilimimiz artar.
• Aklımıza sıklıkla yemek geldiğinde dikkatimizi başka
yöne çevirmeyi ve zihnimizi yemekten başka bir şeyle meşgul etmeyi
deneyebiliriz. Bir ilgi alanımıza yönelmek, başkalarıyla yaşıyorsak onlarla
iletişime geçmek denenebilir.
• Kendimizi buzdolabının önünde bulduğumuzda şu an
gerçekten aç olup olmadığımızı sorgulayabiliriz. Oradan dönmek zor oluyorsa
buzdolabının üzerine önceden yapıştıracağımız bir not yardımcı olabilir:
‘’Gerçekten aç mıyım yoksa canım mı sıkılıyor?’’ Çünkü rahatlamak veya
motivasyon için yemek istiyorsak, bunun başka yolları da mümkün.
• Yemek yeme düşüncesinden uzaklaşamadığımızda olumsuz
sonuçlarını kendimize hatırlatabiliriz. Kontrolsüz beslendiğimizde kısa sürede
sağlıksız kilo artışımız olacaktır. Bu kilolardan kurtulmak için yeni bir
mücadele dönemine girmek zorunda kalacağız ve bu da bizi uzun vadede mutsuz
edecektir.
• Diyelim ki bu önerileri denedik ama kendimize engel
olamıyoruz. Karşı koymak zorlaştığında en azından sağlıklı ve hafif içerikleri
tercih ederek hem çok yüklenmemiş hem de beslenme çizelgemizin fazla dışına
çıkmamış oluruz.
Uzman Psikolog Sedef Koç, “Bireysel müdahaleler yeterli
gelmediğinde uzman desteği almak daha etkili olacaktır. Ayrıca yanlış
müdahalenin risklerinden koruyacağı gibi asıl soruna dokunamamış olmamanın
yaratacağı başarısızlık hissinin de önüne geçecektir” dedi.
YORUMLAR