Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla Diyanet
İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığınca Fetullah Gülen’e ait 670 saatlik bütün konuşmalarının yanı sıra
Türkçe basılmış olan 80 kitabının, çıkardığı dergilerin ve dergilere yazdığı
bütün başyazılarının incelendiği çalışmada, Gülen’in nasıl bir söylem
kullandığı ve bu söylemin İslami açıdan ne tür sorunlar taşıdığı bütün
yönleriyle ele alınmıştı. Bu çalışma sonrası hazırlanan rapor, bütün şehirlerde
başta din görevlileri olmak üzere kitapçıklar şeklinde bastırılarak
vatandaşlara anlatılıyor. Bu kapsamda Kahramanmaraş İl Müftülüğü ve Diyanet
İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından “Kendi dilinden FETÖ:
örgütlü bir din istismarı” konulu panel düzenlendi. Diyanet İşleri Başkanlığı
Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi ve uzmanların katıldığı panele, Kahramanmaraş’ta
görev yapan din görevlileri katıldı. Panelin başkanlığını Din İşleri Yüksek Kurulu
üyesi Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz yaparken, panele Dr. Mehmet Nur Akdoğan ve Dr.
Abdulkadir Erkut konuşmacı olarak katıldı. Panel Harun Gözüakça’nın Kur’an-ı
Kerim tilaveti ile başladı. Panele konuşmacı olarak katılan Dr. Abdulkadir
Erkut dini en fazla istismar eden FETÖ Terör Örgütü’nü, Dr. Mehmet Nur Akdoğan
ise DAEŞ Terör Örgütü’nün dini kullanarak yaptığı faaliyetler hakkında bilgiler
verdi.
“İLİM HALKALARI
OLUŞTURUYORUZ”
Programın açılış konuşmasını Kahramanmaraş İl Müftü
Yardımcısı Süleyman Yavuz yaptı. İlim halkaları oluşturmaya gayret
gösterdiklerini belirten Yavuz, “Biliyorsunuz İlçe Müftülüklerinde biz
duyurmuştuk. İlim halkaları oluşturma planı vardı. Biz bunu yıllık eylem
planına yazdık. Bunlarla ilgili her bir kuran kursu hocamız, imam hatip lisesi
hocamız, dışarıda kalmayacak şekilde 15’er kişilik gruplar oluşturarak ilim
halkası oluşturmayı düşünüyoruz. Zaten bunu siz yapıyorsunuz ama biz bunu
müftülük olarak sistematik yapalım dedik. Bununla ilgili müftülüklerimiz bize
sizlerin temsilcisi olacak hocaların isimlerini bildirdiler. Yarın bununla
ilgili toplantı yapacağız ve en kısa zamanda da sizlerle de bu toplantılarımızı
başlatacağız. Bunu bir zorunlu bir şey gibi düşünmeyin. Daha beraber güzelce
neler yapabiliriz diye imamlarla, kuran kursu hocalarımızı maksat bir araya
getirmek, bu birlikteliğin sonucunda da hem ilim olarak okumalar yapacağız
orada. Faydalı neticeler olacağını düşünüyoruz, bu konuda da sizlerin gönüllü
olarak isteklerini bekliyoruz” dedi.
“DİYANET ÇATISI
ALTINDA OLMAYAN TOPLULUKLARI İNCELİYORUZ”
Süleyman Yavuz’un açılış konuşmasının ardından panele
geçildi. İlk olarak panelin başkanlığını yapan Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz, Din İşleri Yüksek Kurulu olarak Diyanet’in çatısı
altında olmayan birçok topluluğu incelediklerini söyledi. Yılmaz, “Diyanet
İşleri Başkanlığı ülkemizdeki ve dünyadaki dini gelişmeleri takip etmenin
yanında aynı zamanda çeşitli dini teşekkülleri, cemaatleri izleme görevini de
yeni kanunla birlikte Din İşleri Yüksek Kurulu’na vermiş oldu. Kurulumuzda bu
kanun çerçevesinde şimdiye kadar iki tane rapor yayınladı ama bunun
yayınlanmayan raporlar dışında kurulumuz bu alanlarda birçok çalışmalar
yapıyor. Bundan sonra da yapacak ve yapmaya da devam edecek. Biliyorsunuz
Türkiye’de din hizmetleri sivil olarak da yürütülüyor. Diyanet’in çatısı
altında olmayan birçok topluluk, cemaat çeşitli vakıf veya dernek adıyla veya
herhangi bir resmi ad da olmadan faaliyetlerini sürdürebiliyorlar. İşte bütün
bunları biz kurul olarak inceliyoruz” ifadelerini kullandı.
“FETÖ VE DAEŞ İÇİN
İKİ RAPOR OLUŞTURDUK”
Din İşleri Yüksek Kurulu olarak FETÖ ve DAEŞ Terör
Örgütü’nün faaliyetlerini anlatan iki rapor yayınladıklarını dile getiren
Yılmaz, “Şimdiye kadar iki tane rapor yayınladık, bu raporlardan bir tanesi
FETÖ Terör Örgütü ile ilgiliydi. Diğeri ise DEAŞ Terör Örgütü ile ilgili.
Bunların ortak noktası din istismarı üzerinden yürüdükleri için bizde bu üst
başlık altında bu iki raporumuz doğrultusunda sizleri bilgilendirmek için
huzurlarınıza gelmiş bulunuyoruz. Tabi bu raporları daha önce kamuoyuyla biz
paylaştık ama yaptığımız bazı gözlemler bu raporların yeterince aslında
tanınmadığını ortaya koydu. Her ne kadar raporun birçok basılı yayını
yapıldıysa da her tarafa da ulaşmadığını görüyoruz. Hala biz bu raporları
basarak sizlere ulaştırmaya çalışıyoruz. Ancak tabi ki bu raporlar bazen çok
sıkıcı olabilir, bazen de çok uzun gelebilir. Birde bu raporlar doğrultusunda
çalışmış ve bu konuya hakim olan arkadaşlarımız tarafından doğrudan doğruya
sunulması ile birlikte bunun müzakere edilmesinin de çok faydalı sonuçlarının
olacağı öngörülüyor. Bir proje kapsamında bu konuyu belirli illerimizde
sizlerle paylaşılmasına karar verildi, bunlardan birisi de Kahramanmaraş oldu”
şeklinde konuştu.
“BU GRUPLARIN İYİ
TANINMASI GEREKLİ”
Din üzerinden istismarın tarih boyunca her zaman
yapıldığını dile getiren Yılmaz, “Din üzerinden istismar tarih boyunca her
zaman yapılmıştır. Çünkü gerçekten insanlık tarihinde günümüzde de bu böyledir.
Din kadar insanları motive eden, insanlara hakim olan insanları yönlendiren
insanlarda bir dinamizm oluşturan başka bir güç yoktur. Dolayısıyla bu gücün
dinin amacı dışında dünyevi amaçlarla, şu geçici dünyanın çeşitli maddi ve
manevi çıkarları için kullanıldığına da her zaman şahit oluyoruz. Dolayısıyla
maalesef günümüzde uluslararası güçlerin de dinler üzerinde çeşitli oyunlar
oynadığını da bildiğimiz için bu konu bundan sonraki hayatımızda da hep canlı
kalacak ve karşımıza adları farklı olsa da çeşitli din istismarı grupları
çıkmaya devam edecek. Bu grupların iyi tanınması açısından bu iki örneği
sizlerle paylaşacağız. İnşallah bütün cemaatlerimiz daha uyanık olurlar ve bu
tecrübelerimizle geleceğimizde bu din istismarına yönelik eksiklikleri kapatmış
oluruz. Ümmetin ana yolu aslında tarih boyunca bütün bu tecrübeleri yaşayarak
belirlenmiş ve aslında ana yol böyle şekillenmiş. Tarih boyunca saptırmalar
olmuş. Hani bugün bizim dediğimiz bir usul olarak kitap, sünnet, icmal gibi
ümmetin anlaştığı temel konular, bu sapmalara engel olarak yerleşmiştir. Ancak
tabi bunların yerleşmesi, her zaman kullanılması anlamına gelmiyor. Maalesef
boşluklar oluyor ve bu boşluklardan çeşitli insanlar yararlanabiliyor. Onun
için âlim dediğimiz zat, dini bir bütün olarak bilmesi gerekir ve dinin
içindeki her konunun da aslında dinin içinde nereye oturduğunu iyi bilmesi
gerekir. Din bütün olarak bilindiği zaman sıkıntılar yaşanmayacaktır. En kanlı
İslam adına ortaya çıkaran İslam’ın adını dünyada kirleten bir örgütle
karşılaştık. Bu da çok hızlı bir şekilde çıktı ortaya. İlk başta kullanıldı,
sonra kaybedildi ve sonra neye döndürülecek bilemiyoruz. DEAŞ terör örgütü bu
açıdan gerçekten üzerinde çok düşünülmesi gereken bir şey. Nereden gelip,
nereye gittiği çok önemli” açıklamalarında bulundu.
“DİNİ GÖRÜNÜMLÜ
ÖRGÜT YÖNETİMİ ELE GEÇİRMEYE ÇALIŞTI”
Daha sonra Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ)’nün dini
kullanarak yaptığı istismarları anlatan Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Dr.
Abdulkadir Erkut, dini görünümlü hareketin silah zoruyla yönetimi ele geçirmeye
kaltıştığını söyledi. Erkurt, “Malum olduğu üzere Türkiye’de ilk defa dini
görünümlü bir hareket silah zoruyla yönetimi ele geçirmeye kalkıştı. Tabi ki
yaşadığımız bu olayın sadece idari, adli, kriminal boyutu yok. Çünkü toplumun
din algısına yönelik, dindarlara yönelik, din hizmetlerine yönelik sonuçları
var. Dolayısıyla bu amaçla çeşitli açılardan bilim adamları tarafından bu
mevzular inceleniliyor. Dış yüzü cemaat, iç yüzünde ise siyasi ideolojik,
ekonomik hedefleri olan bir menfaat şebekesi olarak tarif ediliyor. Onun özelliği
ise mesiyanik bir hareket olması, mesihçi bir kült hareketi. Ne demek, yani
dünyanın sonuna doğru, kötülüklerin çoğaldığı ve kendilerinin de dünyayı bu
kötülüklerden kurtarmak için ulvi bir vazife ile görevlendirildiği inancı. Bu
amaçla başından itibaren dış yüzü hizmet ve eğitimin yanı sıra iç yüzü de
mevcut. Önce devlete sızıp devleti elegeçirmek, sonra da dünya üzerinde dünyaya
hakim olup etkin bir güç olmak. Hem Gülen hem de hizmet hareketi kutsal olarak
görülüyor ve bu amaçla dünyayı tek kurtaracak kendileri bu kötülüklerden altın
nesil. Bu ulvi amaca ulaşmak için de her şey de mubahtır. Dinen yasak olan
şeyler de meşrulaştırılıyor” dedi.
“FETÖ TÜRKİYE’YE
ÖZGÜ BİR HAREKET DEĞİL”
FETÖ Terör Örgütü’nün Türkiye’ye özgü bir hareket
olmadığını ve diğer ülkelerde de benzer şekillerde yapılanmaların olduğunu dile
getiren Erkurt, “İlginç bir şekilde bu hareket sadece Türkiye’ye özgü bir
hareket değil. Yani bu mesiyanik, mesihçilik düşüncesi farklı ülkelerde farklı
dinlerdeki hareketlerde de söz konusu. Pakistan’da Tahir-ül Kadri var, ilginç
bir şekilde düşünce ve bilinç açısından benzeşiyor. Aynı şekilde Katolik
cemaati içinde opus dei diye bir akım var yine benzer özellikler gösteriyor.
Dolayısıyla bu nevzuhur bir yapı değil. Diğer gruplarla ortak yönleri olan,
eklektik bir yapı. Ama bununla beraber bu yapıyı diğerlerinden ayıran farklı
özellikler var. Bu hadise yaşandıktan sonra 3-4 Ağustos tarihlerinde Olağanüstü
Din Şurası’nda Din İşleri Yüksek Kurulu’na bununla ilgili rapor hazırlama
görevi verildi. Esasen Din İşleri Yüksek Kurulu FETÖ’nün dini konulardaki
çarpıtmalarına doğru bir şekilde dinimizin öngördüğü şekilde her zaman cevap
vermiştir. Bu aşamadan sonra bu örgütün eserleri özellikle örgüt liderinin
eserleri okunmaya başlandı. 80 kitap ve 40 bin dakikalık sesli kayıt incelendi.
Kendi sözü ve yazılı ifadeleri doğrultusunda bir seçki oluşturuldu. Ve kısa
şekilde İslami açıdan bu görüşler değerlendirildi. Genel olarak İslama aykırı
olan hususları normal anlatıların içine sinsice yerleştirdiği görülüyor. Bir
cümle, iki cümle, bir kelime bu şekilde. Çok çok kendisini ön plana çıkarmadan
bir insan ve benzeri ifadeler kullanmaya gayret ediyor. Sade tevazu kalıplarına
sıkça yer veriyor ve dinleyicide sade bir imaj oluşturmaya çalışıyor”
ifadelerini kullandı.
“DAEŞ’İ İNTİHAR
SALDIRILARIYLA TANIMIŞTIK”
Erkurt’un konuşmasının ardından ise Din İşleri Yüksek
Kurulu Uzmanı Dr. Mehmet Nur Akdoğan, DEAŞ Terör Örgütü hakkında bilgiler
verdi. DEAŞ’ınFETÖ’den bazı farklılıklarının olduğunu belirten Akdoğan,
“DEAŞ’ınFETÖ’den bir farkı var ama detaylara girersek, DEAŞ biraz daha bizim
temel kaynaklarımızı kullanıyor. Yani metot farklı ama sonuçta bizim kendi
kaynaklarımıza indiğini ve onlarla hareket ettiği iddia ediliyor. Dolayısıyla
bu yapının kullanmış olduğu argümanlarında ciddi bir şekilde değerlendirilmesi
gerekiyor. Aslında DEAŞ ile ilgili farklı isimlendirmeler var. Öncelikle İŞİD
diye bilindi, Irak-Şam İslam Devletinin isminin baş harfleriyle. Onun ışında
DAEŞ olarak bilindi. Daha sonra özellikle dış işleri bakanlığının yayınlamış
olduğu yönergeye istinaden, bu yapının İslam’dan kaynaklanan bir yapıdan
olmadığı, dolayısıyla bunu İslam’a istinat etmenin, İslam’a bir haksızlık
olacağı tezinden hareketle İslam İfadesini o aradan çıkarmış olduk. Aslında
yapı Peygamber Efendimizin mührünün de içinde olduğu, kendisine has böyle
giyimi olan insanlarla tanındı. Bununla beraber farklı değişimleri de var. İşte
sakalları uzatmalar, siyah kıyafet giymeleri ve siyah sancak gibi hareket
ettiklerini söylüyorlardı. DEAŞ raporu noktasında öncelikle şunu ifade edelim;
başkanlığımız 2015 yılında aslında bir rapor yayınladı DEAŞ’ın temel felsefesi
üzerine. Ancak 2016 yılında daha önce hazırlanmış olan raporun kısa olmasından
hareketle, daha detaylı bir rapora ihtiyaç duyuldu. Sadece daha detaylı değil,
aynı zamanda örgütün kendi yayın organlarından ya da ifadelerinden hareketle bu
rapor hazırlandı. Bizde daha çok bunu esas alarak sunumumuzu yapacağız. Peki,
örgüt ne zaman ya da nasıl ortaya çıktı? Aslında biz 2014’ten itibaren örgütü tanımaya
başladık. Yani daha çok böyle ses getirecek intihar saldırılarıyla tanıdık ama
aslında örgütün geçmişi 2003’e dayanıyor. 2003’te özellikle Irak’ta Amerikan
işgaline karşı iddiasıyla biri tarafından kuruluyor. Bu kişide aslında Ürdünlü
eski bir asker. Daha sonra 2004 yılında bunlar kendilerini E Kaide’ye bağlı
olarak görüyorlar ve Irak El Kaidesi olarak adını alıyorlar. 2006 yılına
gelindiğinde ise özellikle Irak’taki küçük Sünni grupları da bir araya
getirerek, kendi yanına çekerek önce Mücahitler Sura Konseyi adını alıyor, aynı
yıl içerisinde ise Irak İslam Devleti, yani artık EL Kaide’den ayrılarak, Irak
İslam Devleti adını alıyor. 2013 yılına gelindiğinde ise özellikle 2011’de
Suriye’deki iç savaşın ardından bir bölüm askerini ya da elemanını Suriye
topraklarına gönderiyor ve bölgeleri ele geçirip kendi isimlerini de Irak-Şam
İslam Devleti olarak değiştiriyorlar. Ancak hilafet ilanının açıkça yapıldığı
2014’ten sonra ise 2015 yılında artık Irak-Şam İslam Devleti değiliz, biz tüm
Müslümanların temsilcisiyiz diyerek, isimlerini sadece İslam Devleti olarak
belirttiler” şeklinde konuştu.
“BATILI DEVLETLER
DAEŞ’İN DEĞİRMENİNE SU TAŞIYOR”
DAEŞ’e farklı ülkelerden katımların olduğuna dikkat çeken
Erkurt, özellikle batılı devletlerin sömürgecilik faaliyetlerinin DAEŞ’in
değirmenine su taşıdığını söyledi. Erkurt, “Tabi örgüte daha çok katılımcıların
neler olduğu ya da kimler olduğu noktasından bakarsak, önce savaş bölgesinde
yaşayan insanlar, özellikle savaş bölgesinde yetişmiş olan gençler bu yapının
esas omurgasını oluşturuyor. Bununla birlikte ikinci grup, özellikle Avrupa’ya
göç etmek zorunda kalmış ve orada Avrupalılar tarafından ciddi biri baskı
altında tutulmuş, o Müslüman çocukların aileleri ile kendilerini bir ideoloji
olarak gördükleri İslam’a yöneltiyorlar ve bu yapıyla tanıştırıyorlar. Üçüncü
grup ise yeni İslam’a girmiş gençler. Bu üç tane aslında katılımcı profili.
Dolaysıyla bu yapıyı o bağlamda ele almak lazım. Yani sadece belirli bölgeden
çıkmış insanlar değil bunlar, çok farklı gruplardaki insanları bir araya
getirmişler. Örgütün oluşumuna etki eden bazı huşular var. Yani siyasi,
ekonomik gibi çeşitli gerekçeler sayabiliyoruz ama bunların başında
sömürgecilik faaliyetleri geliyor. Özellikle batılı devletlerin sömürgecilik
faaliyetleri bu yapının değirmenine su taşımıştır” açıklamalarında bulundu.
Program sonrası panele katılan Din İşleri Yüksek Kurulu
üyesi ve uzmanlarına İl Müftülüğü tarafından Kahramanmaraş’ın yöresel
ürünlerinden olan bakır tepsi hediye eldi.
(Haber: Ahmet GÜNEÇIKAN/Manşet Gazetesi)
YORUMLAR