Kurretü-l ayni Habib-i Kibriya’sın Ya Hüseyin,
Nur-i çeşmi şah-ı merdan murtezasın Ya Hüseyin,
Ehli mahşer dest-i Hayder’den içerken kevseri,
Sen susuzlukla şehidi Kerbela’sın Ya hüseyin,
Kıl şefaat Arif’e ceddin Muhammed aşkına,
Arsa i mahşerde makbul-i recasın Ya Hüseyin,
(Kâhya zade Arif Bey)
Kahramanmaraş İl Müftüsü Celal Sürgeç Muharrem ayı
dolayısıyla Hazreti Hüseyin Efendimizin Kerbela’da Şehit edilişinin 1378’.ci
yıl dönümü dolayısıyla geniş ve güzel bir yazı kaleme aldı. Müftü Sürgeç,
Kerbeladan ders çıkarma ve Hz. Hüseyin Efendimizi doğru anlamanın önemine
değindi.
Kahramanmaraş İl Müftüsü Celal Sürgeç’in işte o yazısı;
Kimi hadiseler vardır ki tarihin mecrasını değiştirir,
bambaşka bir şekilde cereyan etmesini sağlar. Kuşkusuz Hz. Hüseyin’in katli
hadisesi de bu olaylardan biridir. Yezit’e biat etmenin dini değerlerle
çeliştiğini düşünen Hz. Hüseyin’in onu halife olarak tanımayıp kendisine karşı
mücadeleye karar vermesi ve akabinde de şehit edilmesi ile ilgili sayısız
sözler söylenmiş, ağıtlar okunmuş, mersiyeler yazılmış ve mütalaalar
serdedilmiştir.[1]
Hz. Peygamber(s.a.s)’in Hz. Fatıma(r.a)’dan torunu,Hz.
Ali ve Hz. Fatıma’nın ikinci oğlu olan Hz. Hüseyin (r.a) hicretin dördüncü yılı
Şaban ayının beşinde Medine’de dünyaya geldi.
Hz. Hüseyin`in ismini Peygamber Efendimiz (s.a.s) koydu.
Hz. Hüseyin doğduğu zaman, Cebrail (a.s) gelip "Ya Muhammed! Rabbin sana
selâm söylüyor. Oğluna, şu Harun`un oğlunun ismini koy diyor" dedi.
Peygamber Efendimiz(s.a.s) "Ey Cebrail: Harun`un oğlunun ismi nedir?"
diye sordu. Cebrail (a.s) "Şebir" dedi. Peygamberimiz "Benim dilim,
Arapça:" buyurdu. Cebrail (a.s) "Öyle ise, bunun Arapça karşılığı
olan Hüseyin ismini koy" dedi.[2]
Hz. Hüseyin, Hz.
Peygamber`e çok benziyordu. Hz. Ali (r.a) "Hasan, Rasûlüllah’a göğsünden
başına kadar olan kısmında, Hüseyin de bundan aşağı olan kısmında çok
benzerdi"[3] demiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a)`a
son derece düşkün olup onları çok severdi. Onların hakkında;
"Allah`ım:
Ben, bunları seviyorum. Sen de sev bunları."[4]
"Hasan ve
Hüseyin, benim dünyada kolladığım iki reyhanîmdir"[5]
"Hasan ve Hüseyin`i
seven, beni sevmiş, onlara kin tutan da bana kin tutmuştur"[6]
Peygamber Efendimiz, bir gün, cenazelerin konulduğu yerde
oturuyordu. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, güreşmeye başladılar. Peygamber
Efendimiz gülerek "Ha gayret Hasan; Göreyim seni, yakala Hüseyin`i!"
diyerek Hz. Hasan`ı kayırınca, Hz. Ali: "Ya Rasûlallah: Sen Hüseyin`i
kayırmalı değil miydin? Hasan daha büyüktür" dedi. Peygamberimiz (s.a.s)
"Baksana Cebrail`de, Hüseyin`e: (Ha gayret Hüseyin göreyim seni)
diyor."[7] Buyurdu.
Hz. Peygamber (s.a.s) torunlarından olan Hz. Hüseyin`in
çocukluk yılları Peygamberimizin otağında geçmişti. Rasûlüllah`ın eğitiminden
yetişip imanı yudumlaya yudumlaya büyüyen Hz. Hüseyin`in sonu da şehadet
ikliminde gerçekleşmişti. İnsanın hayatında Allah ve Rasûlü`nün hükmünden başka
hiç bir hükmün geçerli olamayacağını derinden derine kavramış olan Hz. Hüseyin,
bu gerçeğe gölge düşürenlere zerre kadar meyletmemiş; bilakis destansı bir
tavırla onların önlerine dikilmiştir[8]
Kaynakların ifadesine göre, Hz. Hüseyin hadisesinin
kökeni Muaviye’nin islamın seçim sistemini ilga ederek oğlu Yezid’i veliaht
tayin etmesine dayanmaktadır. Muaviye’den önce İslâm devletinin başına geçen
devlet başkanlarının tamamı bir çeşit seçimle bu göreve gelmişlerdi.
Muaviye’nin iktidara gelişi bu sistem ile çelişmekle birlikte yerine oğlu
Yezid’i geçirmekle sistemi tamamen tersyüz etmeye başlamış, bununla da
yetinmeyerek kendisinden sonra oğluna sorun çıkarmasınlar diye emsar dediğimiz
eyalet merkezlerinin tamamında, halkı bir araya toplayarak Yezid’e toplu biat
almıştı. Sistemde yapılan değişiklik bir yana kötü bir şöhrete sahip olan
Yezid, hilafete layık görülmemekteydi. O güne kadar kayda değer bir başarı
gösteremediği gibi dinî yönden de fasık olarak tanınmaktaydı.[9]
Yezit’in halef olarak halkın seçmesi yerine tepeden inme
atanmasıyla İslâmî yönetim sistemi temellerinden sarsıldı ve yerini babadan
oğula geçen bir monarşizme bıraktı. O andan itibaren halifenin seçimini
belirleyen temel ilkeler askıya alınıp zeki ve aklı başında olanların ümmetin
serbest oylarıyla seçildiği seçim sisteminden, gücü yeten zorbaların yönetim ve
kurumları birer birer zorbalıkla ele geçirdiği zorba düzenine dönüşüldü.[10]
Emevilerle birlikte bunu hızla diğer alandaki çözülme ve
sapmalar izlemiştir. Hz. Hüseyin`in biat ederek bu çözülüş ve zulmü onaylaması
elbette ki düşünülebilecek bir şey değildir. Hüseyin`in bu arzu edilmez
gelişmeye kayıtsız kalmamasının nedeni işte budur. O, en kötü sonuçları bile
karşılamayı göze alarak, yerleşmiş bir yönetime karşı ayaklanmakla yükselen şer
güçler dalgasının önüne set çekmeye karar verdi. Bu yiğitçe karşı duruşun
sonuçlarını herkes bilmiyordu. Hüseyin`in kendisini ağır bir tehlikeye atıp
sonuçlarına da kahramanca katlanarak vurgulamak istediği gerçek, İslâm
devletinin temel ilkelerinin vazgeçilmez değerde birer servet olduğudur. [11]
Dünyanın en kıymetli serveti olan İslam’ın yüce
değerlerini müdafaa etmek, bu serveti korumak uğruna canını ortaya koymak ve bu
yolda kendinden sonra gelenlere sembol olmak, ancak peygamber ikliminde İslam’ı
kaynağından yudumlaya yudumlaya içen gözüpek yiğitlerin yapacağı bir iştir.
İşte bu nedenle Hz. Hüseyin bir semboldür. O,haksızlığa
karşı hakkın, çıkarcılığa karşı, feragatın ve vefakârlığın, zulme ve saltanata
karşı adaletin ve hakkaniyetin sembolüdür. O, hiç bir hesap peşinde koşmadan
kendisini Hakk`a adayan gerçek ve örnek Müslüman karakterinin sembolüdür. Bir
konuşmasında, "Olup bitenleri görüyorsunuz. Dünyanın rengi değişti;
tümüyle faziletten yoksun hale geldi. Yalnızca her iyiliğin tortusu kaldı.
Dikkat edin! Görmüyor musunuz? Hak ve doğru, yerin altına gönderildi. Bilerek
batıl işler peşindeler. Kötü gidişi önleyecek kimse kalmadı. Zaman, her
mü`minin Allah uğrunda hakkı savunma zamanıdır. Bu uğurda gerekirse canımı feda
etmek istiyorum. Zalimlerle bir arada yaşamak zulmün ta kendisidir." diyen
Hüseyin`in eyleminden, şahadetinden alınması gereken dersi Mevlâna Ebu`l Kelâm
şöyle dile getirir: "Hüseyin Allah`ın iradesini kendi kişisel seçimine;
Hakk`a bağlılığı, hayat ve hayatın lükslerine duyulan sevgiye tercih etti.
Yalnız, Hakk`ın aşığı olmakta yarar görerek hayatını ortaya koydu. Bu vakur
olaydan çıkarılabilecek en değerli ders, Hak ve adalet yolundan sabırlı,
kararlı ve metin olmak Gerektiğidir.[12]
Allah resulünün eğitim ve gözetiminde yetişen, onun
dizinin dibinde İslam’ın engin esprisini kavrayan Hz. Hüseyin efendimizi
harekete geçiren, İslam’ın yönetim ve seçim sistemine karşı yapılan darbedir.
Yoksa iktidarın Haşimililerde olması veya Emevilerde olması şeklindeki basit
bir kabile davası değil, hele kişisel iktidar davası hiç değildi.
Ona göre bu olay efendimizin getirdiği yanlız Allah’a kul
olma ve ona hesap verme şeklinde insan şahsiyet ve vakarını ön planda tutan bir
hayattan, kula kul olmaya, yezide ve yezitleşen zalim krallara ve yönetimlere
kulluk merkezli şahsiyetsiz ve süfli bir hayata doğru sapmanın başlangıcıydı.
Görüldüğü gibi Hz. Hüseyin’in itirazı, İslam idaresinin
seçim sisteminin, şura sisteminden, babadan oğul’a geçen krallık rejimine
dönüşmesi, İslam’ın adalet, hakkaniyet, ehliyet vb. asıl ruhunu yok edip sadece
ruhsuz cesedini bırakmaya götüren bir darbe olmasına idi. Zira bununla İslam’ın
temelleri kökünden sarsılıyordu.
Hz.Hüseyin dedesi Resulullahın getirdiği nizamı en iyi
özümseyen, o iklimi en çok teneffüs eden biri olarak bu darbeye karşı kayıtsız
kalamazdı. Çünkü o iyi biliyordu ki bunun ileride sonuçları daha da ağır
olacaktı…
İşte bu nedenle Hz.Hüseyin efendimizin mücadelesinin asıl
ruhunu teşkil eden İslam’ın engin adaletinin savunulması, yeryüzünde inleyen,
ağlayan bu coğrafyanın mazlum insanlarının arasında bugün en çok ihtiyaç
duyulan kardeşliğin, birlik ve beraberliğin, izzet ve şahsiyetinin tesis
edilmesi, zulmün, haksızlığın, vefasızlığın her çeşidine karşı koyma duruşunun
sergilenmesi sağlanmaz ise; Hz. Hüseyin’in mübarek misyonu heder edilmiş olur…
Bu arada geçmişin bilinmesi, muhasebe edilmesi toplumlar
için çok önem arz eder. Zira toplumların gelenekleri, kültürleri, kurumları,
hülasa bütün medeniyetleri daha önceki tarihleriyle açıklanabilir. İnsan
yaşadığı sürece her zaman ve mekânda tarihinin bir kesitiyle karşı karşıyadır.
Dolayısıyla onun her ne şekilde olursa olsun kendi tarihinden kaçması mümkün
değildir.
Zira Kuranı kerimde onlarca ayet geçmişe işaret ederek,
hâlihazırdaki ve gelecekteki hayata çekidüzen verilmesini ister.[13]
Bizlerde tarihi olayları yorumlarken Kuranın bize
gösterdiği yolu takip etmek zorundayız. Eğer geçmiş tarihimizde vuku bulan
olayların üzerine gitmez, yapılan yanlışlıklara, haksızlıklara "Onlar
kılıçlarını kana boyadılar bizler dillerimizi boyamayalım." diye o devrin
olaylarının üzerine gitmeyi sahabeye saygısızlık olarak görüp geçmişi kutsama
adına tavır koymaz isek; dünyanın hiçbir yerinde yapılan haksızlıklara,
zulümlere ses çıkarmaya hakkımız ve yüzümüz olmaz… Zira Cenab-ı hak kitabı
mübininde yanlışı, haksızlığı hz. Peygamber’in amcası da yapsa, nuha.s’ın oğlu
da yapsa, Lut (a.s)’ın karısı da yapsa; bunu yapan peygamberin amcasıdır,
oğludur, hanımıdır dememiş, örtbas etmemiş ve bizlere onların hikâyelerini aktararak;
kimden gelirse gelsin haksızlıklara ve yanlışlıklara karşı rabbani bir duruş
sergilememizi istemiştir.
Sonuç olarak bu noktada önemli olan, gönlüyle, gücüyle,
kalbi ve kalıbıyla Hz.Hüseyin ve onun canını feda ettiği yüce değerlere dünyevi
ve siyasi hesaplar yapmadan her şartlar altında ve her ortamda sahip çıkmaktır.
Yoksa Hurrb.yezidin Hz. Hüseyin’e katıldıktan sonra Kûfeliler’e yaptığı
konuşmada; "Onu size gelmesi için davet ettiniz ve size gelince de onu
yezidin size vaat ettiği dünyalığa karşı (düşmanlarına) teslim ettiniz ve
elinizde esir gibi oldu. Onu, kadınlarını ve arkadaşlarını, Yahudi, Hiristiyan
ve Mecusilerin, Sevâd domuzlarının ve köpeklerinin bile rahat bir şekilde
içtikleri Fırat nehrinin suyundan mahrum ettiniz." diye seslendiği kufelilerin
yaptığı gibi bir takım dünyevi hesaplar uğruna,o yüce insana ve canını verdiği
davasına sırtını dönüp sahipsiz bırakmak değildir.
Ve yine diğer bir önemli nokta ise; bu hadiseden ibret
alıp yeni kerbelalar olmasın diye gayret göstermek, yapıcı olmak, ayrılıkçılığı
değil, tevhidi, birliği, kardeşliği esas almak, salim akıl sahibi olmaktır.
Bu olaydan Kur’anın: "Andolsun ki onların
kıssalarını açıklamada salim akıl sahipleri için birer ibret
vardır."[14].ifadesi ile aklı-ı selimi kullanarak ümmetin geleceği için
dersler çıkarmaktır.
Bu elim olayı bahane ederek Hz.Hüseyin üzerinden İslam
âleminde tefrika ve ayrılık tohumlarını ekmek, İnsanımızı paramparça etmeye
uğraşmak ve insanımız arasında yeni kerbelalar yaşatmaya çalışmak, o yüce insan
üzerinden kendi politik ve ideolojik fikirlerini pazarlamaya gayret ederek
nemalanmaya gitmek, onu kendi tekeline almaya çabalayarak başkalarını
ötekileştirmek o mazlum ve masum insanı ve davasını sevmek değildir. Onu
tüketmektir. Onu sevmek, akl-ı selimiyle hareket etmek, Onu ve onun yüce
hedeflerini ve misyonunu ağlayan, inleyen insanlık için haksızlığa,
şahsiyetsizliğe, onursuzluğa karşı ortak bir sembol haline getirmektir… Onu
tüketmemektir….
Celal SÜRGEÇ – İl
Müftüsü
YORUMLAR