Her belde de; Canlı tarihler, ayaklı kütüphaneler ve nüktedan güzel insanlar olduğu gibi, Kahramanmaraş’ında böyle nüktedan güzel insanları vardı.
Bu güzel insanlardan birini, Mehmet Bilal Ağabeyi dünkü gün kaybettik. Ziver Tekerek Ağabey geçen yıl Rahmetli olmuştu. Allah, Hasan Aytemiz Ağabeye uzun ömürler versin. Bu üç güzel insan; Kahramanmaraş’ın kadim tarihi ile ilgili, nükteli sohbetleriyle unutulmaz ayrılmaz bir üçlü oluşturmuşlardı.
Bu insanların yaptıkları esprilerinden herkes hissesini alır, eleştirilerinden kimse incitmezdi. Güzel sesli bülbüller gibi, anlattıklarını usanmadan keyifle dinlerdik.
Rahmetli iyi bir bürokrattı. Uzun süre Konya Selçuk Üniversitesi Genel Sekreterliğini yaptı. Rektör Prof.Dr. Halil Cin hocayla beraber çalıştı.
Mehmet Bilal Ağabey nüktedan bir insandı, yemek yemeyi çok sevdiğine dair birçok espri dolu hatıraları vardı, bunlardan bir kaçını hatırlayacak olur isek:
Rahmetli, Ramazan ayında gündüz ziyaretlerini hiç sevmezdi. Çünkü “Ramazan ziyareti kabir ziyareti gibi olur” derdi.
Mehmet Ağabey, şeker hastasıydı. Eşi yeni tanıştıkları kimselerin evlerinde ikram zamanı “Beyimin şekeri var” diye uyarırmış. Mehmet Ağabeyde “ Hanım, niye öyle diyorsun. Kelimeleri yer değiştir. Şeker gibi Beyim var desene” dermiş.
“Ben bir dağ başında acımdan ölsem, Maraşlılar: çok yiiikde ölmüş derler.”derdi. Hepimiz şahidiz ki; Son aylarını Rahmetli, yoğun bakımda lokmasız geçirdi.
Mehmet Bilal Ağabeyin vefatını duyduğumda, Rahmetlinin yakın dostu, Salman Kapanoğlu Hoca ile beraberdim. Salman Hoca, birbirinden güzel nükte dolu hatıralarını anlattı, birini paylaşmak istedim:
Salman Hoca, Mehmet Ağabeyin Kuru Temizleme dükkanında otururken bir telefon gelir. Mehmet Bilal,”Kalk Salman, bizi çağırıyorlar. Yurt dışından bir iş adamı dostum beni yemeğe çağırıyor, sende gel” demiş. Salman Hoca, “gitmem” diye ne kadar ısrar ettiyse de Rahmetli yalnız gitmek istemez, Hocayı da götürür. Yemekler yenilir, hoş sohbetler edilir, iki Hoca dükkâna doğru yürürken, Salman Hoca; “Para verdi mi Hocam?” diye sorar. Mehmet Bilal; ” Parayı O verir, koca iş adamı” diye cevap verir. Salman Hoca;”Yemeğin hesabını sormuyorum Hocam, O iş adamı, yemeğini yedin diye sana para verdi mi diye soruyorum” Mehmet Bilal biraz şaşkın:”Salman adam bana niye para versin ki?” Salman Hoca:”Hocam, sen dükkânında oturuyordun. Taa.. oraya yemek yemeye gittin. Osmanlı’da ‘diş kirası’ diye bir şey var.” Deyince, Mehmet Bilal, bir müddet güler “Lân Salman, doğru söylüyorsun yahu! Biz bu zamana kadar boşuna beleşe kaşık sallamışız dese ne!” diyerek gülüşmüşler.
Salman Hoca da esprisini patlatır; “Hocam, Sana çekilen ziyafetlerin maddi karşılıkları ödenir. Ama senin bu insanlara çektiğin ilmi ve mizahi ziyafetlerin karşılığını ödeyemezler” der.
O çoğu zaman zengin sofralarında, bağ sohbetlerinde, ziyafetler de dostlarıyla görünürdü. Rahmetli, yemek yemeyi severdi. Davet edenler, geyik sohbeti etseler dahi, bir müddet onlara uyar gibi görünür, sonra sözü kendisi alır, ne yapar eder, sohbeti Allah sohbetine döndürürdü.
Çünkü biliyordu ki; Bir Allah dostunun: “Toplanın, bir araya gelin, mâsivâ da konuşsanız, sonunu Allah’a bağlayın” dediği gibi, Mehmet Bilal Ağabeyimizde, mutlaka sohbetini; Bir hadisle süsler, mutlaka sonunda yemek duasını eder, Eğer sadece sohbetse dahi yine sonunu “El Fatiha” diyerek, öylece bitirirdi.
Bizde yazımızı, Mehmet Bilal Ağabeyimize “El Fatiha” diye bitiriyoruz.
Allah Rahmet eylesin, Mekânı Cennet olsun.