Kahramanmaraş bir değerli
insanını daha kaybetti. Risale-i Nurun Maraş Kahramanlarından, Bediüzzaman Sait
Nursi’nin talebelerinden, Mustafa Ramazanoğlu, Ramazan’ın son cuma gününde
(23,06,2017) yatsı namazını eda ederken seccadesinin başında Hakk’ın rahmetine
kavuştu.
Mustafa Ramazanoğlu, 1929'da Kahramanmaraş'ta doğdu. Nurculuktan dolayı çeşitli zamanlarda mahkemelere verildi ve hepsinden beraat etti. Üstad Bediüzzaman'la ilgili hatıralarını, “Son Şahitler” de kaleme aldı. “Hakikî Aleviler Müslümandır” ismiyle 1971'deki kitabı ve “Zulme Karşı Direniş, Bir devre ışık tutan hatıralar, belgeler” isimli kitabı 1993 de yayınlandı.
Özgürlüklerin kısıtlandığı yıllarda; o, Ulu Cami civarındaki küçücük dükkânında, bir taraftan dayanıklı tüketim ürünleri satarken, diğer taraftan, temin ettiği risale-i nur kitaplarını orada okuyucuları ile buluşturnuştu.
Güzel hitabeti ve güler yüzüyle neredeyse bütün ömrünü iman hakikatlerini anlatmakla geçirdi. Çukuroba Cami’nin bitişiğindeki sokağın içinde, küçük evinde, heyecanla haftalık risale dersleri yapardı. Daha sonra Sütçü İmam anıt mezarı karşısında, kendine ait diğer bir evini bu işlere tahsis etmişti. Küçük bir avludan geçerek girilen iki katlı eski ahşap evin tahta merdivenlerinin yanı başında daimi akan eski Maraş çeşmesi, ziyaret edenlerin dikkatini çektiği kısımlardandı.
HAFIZ ALİ EFENDİ İLE HATIRASI
Bediüzzaman Sait Nursi ile hayatayken beş defa görüştüğünü söylerdi. Üstadı ilk defa 1950 yılında Emirdağı’nda ziyaret etmişti. “Son Şahitler”e yazdığı hatıralarında; Maraş âlimlerinden, müftü Hafız Ali Efendi ile 1950 yılındaki bir hatırasını şöyle anlatıyordu::
“ Müftü Hafız Ali Efendinin bize, 'Her kitap okunmaz, aldığınız kitabı bana bir gösterin de öyle okuyun' diye olan tavsiyesine uyarak, yukarıda isimleri yazılı Sait Nursî Hazretlerine ait olan kitapların hepsini (Mektubat, Zülfikar, Sözler, Sıracunnur ve Tılsımlar ) Müftü Efendiye götürdüm.
"Hoca
Efendi, şu kitapları okumak istiyorum. Bir tetkik buyurun da okumaya değerse
okuyayım.'
"Bırak da git.'
"Aradan iki ay geçmişti. Birgün Müftü Efendiye giderek, bıraktığım
kitapların mahiyetini sordum.
"Hoca Efendi, kitapları okudunuz mu?'
"Okudum.'
"Nasıl buldunuz?'
"Oğlum, iki yüz
senedir dünyaya böyle bir eser gelmedi, bundan sonra da geleceği meçhul,'
"Öyleyse verin de ben de okuyayım.'
"Yok, ben kitap
vermem, sen kendine yenisini al.'
"Müftü Efendinin takdirini toplayan bu eserleri o tarihten beri, yani 1950
yılından beri okumaktayım.
Efendimiz, “Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” diyordu. Mustafa ağabey ramazanın son günlerinde vefat etmiş, bayramın ilk gününde ise toprağa verilmişti. Ölümle ilgili onun bir meselesi yoktu. Zira, onun bir ömür okuduğu kitaplarda ölüm; vatan-ı aslilerine bir sevkiyattır, bir visal kapısıdır. Şöyle ki;
“Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.”
Allah Rahmet eylesin, mekânın cennet olsun.
YORUMLAR