Hayatımızın bir ‘aşk’ konulu başlangıç filmini yaşamış, ardından acı senaryosunu da mutlaka çekmişizdir. Bazen aşk sandığımız sadece sevgiden ibarettir. Fakat aşk ile sevginin farkını bilmeyen onları aynı anlama yüklerler.
Sevgi ilgi göstermeden ibarettir cansız varlıkların bile var olması için sevgiye ihtiyaç vardır. Çünkü üreten kişinin onu yaparken estetik zevk uyandıracak sevgiye ihtiyacı vardır. Kısacası var olan her şey sevgiden ibarettir. Aşk, ise bir başka varlığa karşı duyulan derin sevgidir. Aşırı bağımlılık ve duygusallıktır. Bu duygular kişide tek taraflı olduğunda ise sevilmemeye sebep oluyor. Allah’a karşı aşkımızın var olduğunu düşünürken kullarını daha sevmeyi öğrenemiyoruz.
Din kardeşlerimiz yanı başlarımızdan aç ve soğukta kalırken onları sadece sevgi seli arasında fark ediyoruz. Aşkı ve sevgiyi karıştırmak işte budur yaratana aşığız fakat kulunu sevmemek olur mu?
Beden ev misalidir, evinizde rahat edersiniz. Peki, içindekileri sevmeden evinizde rahat edebilir misiniz? Eğer ki rahat edemiyorsanız o evde hasta vardır.
Bu konular göründüğü gibi hafif konular değildir. Durumu daha iyi çözümlemek amaçlı size bir kıssadan hisseden bahsetmek istiyorum.
Ermişlerden birine sormuşlar “Sevginin anlatanlarla, onu yaşayanlar arasında ki fark nedir?” diye, “Bakın göstereyim” demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönlüne indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi yerlerine oturmuşlar. Tabakların içine sıcak çorbalar konulmuş. Arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş ‘Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz’ diye bir de şart koymuş. ‘Peki’ demişler ve çorbaları içmeye başlamışlar. Fakat Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan yiyemiyorlarmış. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine “ Şimdi” demiş ermiş.
“Sevgiyi gerçekten bilenleri yemeğe çağıralım” demiş. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. ‘Buyurun’ deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. ‘İşte’ demiş ermiş.
“Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından şüphesiz doyurulacaktır.”
Şunu da unutmayın, hayat pazarında Alan değil, Veren kazançlıdır her zaman…