Biraz felsefi olabilir ama Fransız filozof Descartes’in ‘düşünüyorum o halde varım’ felsefesi her zaman bir odak noktası olmuştur. Bu söz felsefe tarihinin en ünlü sözlerinden birisidir. Descartes kendisinden yeni bilgiler türetebileceği kesin ve temel bir bilgiye ulaşmak amacıyla kendi varlığı olmak üzere her şeyi teorik olarak şüpheli sayar. Yani yeni bir şeyler çıkarmak üretmek diyebiliriz buna çevremizde ki her şeyi kendimizi ve çevremizdekileri düşünerek anlamalıyız. Tabi onun bu sözünde anlatmak istediği var olduğunu, insan olduğunu ve yaşadığını anlatmak anlamında söylemiştir ben bu sözü çevremdekileri ve kendimi düşünmek olarak adlandırıyorum. Sözü yanlış kullanmış demeyin diyorum ya ‘düşünüyorum o halde ben insanım’ var olduğumu hissediyorum. Kendince ‘Felsefe yapıyor ne anlar’ demeyin! İnsan felsefi düşünmedikçe hayatın sıkıntılarını içine atar bir gün bu biriken bombalar patlar ve darmadağın olan sadece siz değil etrafınızdakiler de olur. Sıkıntılarınızın çözümünü ne kadar kendimiz çözersek yaralarımızı saracak kadar hekim ve bir o kadarda ustalaşıyoruz.
Hayatımızda birçok sorun ve sıkıntılar bizim düşüncelerimizde ki değişiklere vesile olabiliyor. Kısaca hayatın sillesi nereden geleceğini belli etmez ansızın vurur yüze ifadesi bu acılar geçer bir tanesi. Düşünmeden anlamaya çalışmak gibi bir kavram söz konusu olamamalıdır. Olsa bile ani karar ve yanlış cevaplara neden olur. Cinayetler neden oluyor sanıyoruz adam psikopata bağladığı için mi yoksa ani kararlarından dolayı mı? Hepimiz cevabını biliyoruz aslında ama farkına varmak zorumuza gidiyor.
Her insanın karşısında ki kişileri duygudaşlık yöntemi ile anlaması gerekmektedir. Empati yöntemimiz daima düşünme yöntemi ile gerçekleşmek zorundadır. Bunu tabi hepimiz biliyoruz bildiğiniz şeyleri anlatmak değil amaç, fakat çoğu zaman kullanmıyoruz tek sorun bu işte…
Bazı sorular düşüncelerimizi körüklüyor. Böylece ya doğru ya da yanlışa ulaşabiliyoruz. Tıpkı soru cevaplarda düşünüyorum ve evet doğru cevap bu demek gibi değil aksine düşünüyorum o halde ben insanım yaşıyorum demektir.
İnsanız fakat insanlıktan uzak yaşıyoruz.
Yanı başımızda gerçekleşen ve bizi de derin duygularımızdan etkileyen ama duyarsız kalmakta zorlandığımız meseleler. Geçenlerde Kahramanmaraş’ta bugün gazetesi okuyordum. Gazeteci arkadaşlarımızdan Kenan Onaran bir haber yazmıştı. Fakir bir ailenin yaşam savaşı üzerine üç çocuklu bir bayanın sığınma evlerinde 6 aydan fazla kalamadığı için memleketine sığmayarak diğer illerde ki sığınma evlerine gitmek zorunda kaldığını en içten duyguları ile yazıyordu. Belki Kenan Bey bu haberi yazmasaydı farkında bile olmayacaktık. Daha nice farkında olmadığımız insanlar var ama biz görmezden gelmek için elimizden geleni yapıyoruz.
Mesela kendimden örnek vereyim her ne kadar kendime ne alsam sorsanız hiç bir şeyim yok! Sana soruyorum bu zamana kadar evinde neyin eksik oldu? Olduysa da almadan durdun mu ihtiyaç işte oluyor olması gerektiği gibi ama biz olması gerektiği gibi yaptık mı? Hiç düşünme yapmadık zaten. Evimize o eşyayı alıyoruz eskiyor atıyoruz. Yenisini alıyor takas ediyor yenisini alıyor dolduruyoruz. Ama öbür tarafta ki evin ne kadarı doluyor? Zaten kendi gözümüzü doyuramadığımız için başkalarının açlığını görmüyoruz.
Yanı başımızda oldukları halde ne şartlar altında yaşadıklarını göremiyoruz. Yapma be bizim derdimiz bize yeter diyorsan sen kusura bakma ama insanlığını kaybetmişsin şu an bu yazıyı okuyorsan, belki ‘aman benim derdim bana yeter’ diyorsun ya da ‘evet doğru zaten ben bunu biliyorum ve elimden geleni yapıyorum’ diyorsan sen düşünüyorsun o halde varsın demektir.
Suriye’de ki bazı köylerde yiyecek bulamayan aileler bebeklerin biberonlarına ot kaynatıp koyarak çocukları doyurmaya çalışıyorlar. Bilmiyorum ama hangimiz acaba çocuklarımıza yedirirdik yâda kendimiz yiyebilirdik. Hangimiz yerdik bilmiyorum ama düşündükçe bile tüylerinizin diken diken olmaması elde değil.
Şu kısacık hayatım boyunca bende Allah bilir ne kadar gereksiz şeyleri düşünmüşümdür bilemiyorum ama eminim hepsi gereksiz. Genel konularımızdır iş, ev, okul, arkadaşlık, ikili ilişkiler ama ailemiz haricinde hangisinden vazgeçmiyoruz ki seni hiç bırakmam ölümüne arkadaşız diyen ilkokul arkadaşlarınızdan kaç tanesi ile görüşüyorsunuz? Mesela ben iki tanesi ile oda ayda yılda bir ya yolda ya da işi düşünce…
Hayatı tadında bırakmak gerek bazen güler yüz ve sempatikliliğinizi saçtığınız kişilerin sizi yanlış anlaması da zarar payı o tip insanlara verdiğimiz insanlık değeri onların anladığı kadardır. Yani siz ne kadar anlatırsanız anlatın karşınızdakinin anladığı sadece sizi anlamak istediği kadardır. Her zaman herkesten için insanım insan olduğu için değer veriyorum diyordum arkadaşlar sağ olsun hep uyarı veriyorlardı kimse sen değil diyerek. Eğer sizde benim gibi düşünüyorsanız bu düşünce tarzınızı değiştirin yoksa benim gibi anlaşılmak istediğiniz yerde kalırsınız. Kısacık bir kıssadan hisse size ne demek istediğimi daha iyi tanımlayacak.
Soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet ederek yanına başvezirini alıp şöyle bir gezmek vatandaşlarını görmek maksadıyla yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.
Padişah, ihtiyarı selamlamış: “Selamunaleykum ey pir’i fani…”
İhtiyar : “Aleykumselam ey serdar’i cihan…”
Padişah sormuş: “Altılarda ne yaptın?”
İhtiyar : “Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor…”
Padişah gene sormuş: “Geceleri kalkmadın mı?”
İhtiyar : “Kalktık… Lakin ellere yaradı…”
Padişah gülmüş: “Bir kaz göndersem yolar mısın?”
İhtiyar : “Hem de ciyaklatmadan…”
Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar.
Padişah başvezire dönmüş: “Ne konuştuğumuzu anladın mı?”
Başvezir : “Hayır padişahım…” demiş.
Padişah sinirlenmiş: “Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.” Demiş.
Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor.
Başvezir ihtiyara : “Ne konuştunuz siz padişahla…” demiş.
Adam, başveziri şöyle bir süzmüş: “Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim.” Demiş.
Kellesinden korkan Başvezir, yüz altını hemen vermiş ve “Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu.” Diye sormuş.
İhtiyar : “Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.” Demiş.
Vezir kafasını kaşımış ve “Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?…”
İhtiyar adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış ve “Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı Ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim.”
Vezir bir soru daha sormuş… “Geceleri kalkmadın mı ne demek?”
Adam bir yüz altın daha almış ve “Çocukların yok mu diye sordu… Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim…”
Vezir gene kafasını sallamış ve ” Sana bir kaz göndersem yolar mısın dedi, o ne demek…”
İhtiyar adam gülmüş ve “Onu da sen bul…” demiş.
Bize ne kadar düşünmeye üşendiğimizi ve bunun için her yola hiç düşünmeden başvurabiliyoruz. Bu kıssa hepimize nasibimizi veriyor aslında çünkü artık düşünmekten de sıkılıyor kolayı arıyoruz sorumuzun cevabı varsa var, yoksa yok olarak kalıyor. Sorularımızı cevaplandırmada hiç kaçmaya gerek yok birazcık anlamlı düşünce bize elbette cevabı verecektir. Saygılarımla…