BAE’li ve İsrailli yetkililer
2019 Aralık ayında Washington’da gizlice bir araya gelerek saldırmazlık paktı
imzaladılar. Bu pakt diplomatik ilişkilerin tesis edilmesi adına önemli bir
adım olarak görülebilir. Öte yandan Abu Dabi’nin petrol-dolar gücüyle Arap siyasetinin
bir kısmına yön verdiği, bir kısmına da yön vermeye çalıştığı hesaba katılırsa,
BAE’nin İsrail’le diplomatik düzeyde ilişki kurmasının Arap dünyasının İsrail’e
yönelik tutumunu etkileyeceği söylenebilir. Bu çerçevede Bahreyn, Umman gibi
Körfez’in İsrail meraklısı aktörlerinin ve Sudan gibi BAE’nin kendine bağımlı
kılmaya çalıştığı Afrika ülkelerinin de Tel Aviv'le kısa ve orta vadede
ilişkileri tesis etme yönünde adımlar atabileceği iddia edilebilir.
Arap-İsrail sorunu, Birleşmiş
Milletler ’in Filistin’i taksim kararının ardından 1948’de kurulan İsrail devletine karşı Arap ülkelerinin savaş
açmasıyla başlamış görünmekle birlikte, temeli 1917’de Balfour Deklarasyonu’yla
Filistin’de bir “Yahudi milli yurdu” kurmayı taahhüt eden İngiltere’nin Birinci
Dünya Savaşı sonrasındaki Ortadoğu politikalarına dayanmaktadır. Filistin
sorununun ilk evresi, Yahudilerin Yahudi milli yurdunu kurma, Arapların da bunu
engelleme mücadelesi etrafında 1948’e kadar sürmüş ve İsrail devletinin
kurulmasıyla neticelenmiştir. 1948’den sonraki evre ise İsrail ile Arap
devletleri arasındaki savaşlar ve sonuç getirmeyen barış girişimleriyle
şekillenmiştir. Arap-İsrail sorunu; 1948, 1967 ve 1973’te üç büyük savaşa,
Filistin ve Arap topraklarının işgaline, yurtlarını kaybeden Filistinlilerin
mülteci durumuna düşmesine yol açmış, bölgede kamplaşmalar yaratmış,
silahlanmayı arttırmış, radikalizmi güçlendirmiş, büyük güçlerin bölgeyi nüfuz
alanlarına bölmesine zemin hazırlamıştır.
Arap devletlerinin Filistin’i
kurtarmak ve İsrail devletini yok etmek amacıyla 1948’de İsrail’e savaş
açmalarıyla başlayan Arap-İsrail çatışmasının temelini Filistin sorunu
oluşturmaktadır. Bu sorunun kökeninde, İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı
sonrasında Ortadoğu’da stratejik çıkarları açısından önem taşıyan Filistin’i
kontrolü altına alma amacı yatmaktadır. Siyonistlerin Filistin’de Yahudi
devleti kurma hedefleri ile İngiltere’nin Filistin’e egemen olma arayışının
çakışması, Filistin’de bir Yahudi milli yurdu kurma taahhüdünü içeren Balfour
Deklarasyonu’na giden yolu açmıştır. Balfour Deklarasyonu’yla gerekli zeminin
hazırlanarak İngiliz manda idaresinin kurulması, Filistin’de Yahudi milli
yurdunun tesisine yönelik politikaların uygulanmasını sağlamıştır. Bu şekilde
başlayan Filistin sorununun ilk aşamasını, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları
arasındaki çalkantılı dönemde manda topraklarında çoğunluğu oluşturan
Filistinli Araplar ile Filistin’e göç eden Yahudiler arasında çıkan çatışmalar
oluşturmuştur.
Birleşmiş Milletler (BM)’in taksim kararının
ardından Filistin toplumunun çöküşü ve İsrail devletinin kurulmasıyla
sonuçlanan bu aşamadan sonra Filistin mücadelesini Arap devletleri üstlenmiş ve
1948’den itibaren sorun Arap-İsrail çatışmasına dönüşerek devletlerarası ve çok
boyutlu bir nitelik kazanmıştır.
Arapların 1948 Arap-İsrail Savaşı’nda ele
geçirdikleri Filistin topraklarında bağımsız Filistin devleti kurma yoluna
gitmemeleri ve 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndaki ağır yenilgileri, İsrail’in bütün
Filistin topraklarına hâkim olmasına ve Filistinlilerin sadece devletsiz değil,
yurtsuz da kalmalarına neden olmuştur. 1967 savaşından sonra Filistinliler,
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) liderliğinde bağımsız bir mücadele anlayışı
benimserken, Arap devletleri savaşta kaybettikleri topraklarını geri alma
amacını ön plana çıkarmışlardır.
1973 Arap-İsrail Savaşı Arap
devletlerine amaçlarını kısmen de olsa gerçekleştirme imkânı vermiştir.
1973’ten sonra topyekûn bir Arap-İsrail savaşı yaşanmamış, Arap-İsrail
çatışması 1982’den itibaren Lübnan sahasında yeni aktörlerle devam etmiştir.
Filistin mücadelesi ise 1987’deki İntifadadan sonra Filistin topraklarına
taşınmış, 1993’te İsrail ve FKÖ’nün birbirlerini karşılıklı olarak tanıdığı
Oslo Mutabakatıyla yeni bir aşamaya girmiştir. Ancak Oslo’nun başarısızlığı,
İsrail-Filistin barışına yönelik umutların giderek kaybolduğu, çatışma ve
ayaklanmaların yeniden başladığı, Filistinliler arasında
Arap-İsrail çatışmasının bölgede
büyük bir yıkıma yol açtığını belirtmek yanlış olmayacaktır. Üç büyük savaş,
bölge ülkelerine dağılmış milyonlarca Filistinli mülteci, işgal, iç savaş,
kaynakların silahlanmaya ayrılmasının getirdiği ekonomik sorunlar,
istikrarsızlık, radikalleşme, terör, dış güçlerin nüfuz alanlarına bölünme,
kamplaşma ve düşmanlıklar Ortadoğu’nun son 70 yıllık tarihini şekillendirmiştir.
İsrail’in dış güçlerin desteğiyle ve Filistinlilerin hakları göz ardı edilerek kurulduğu inancı, Arapların İsrail’e yaklaşımlarındaki temel unsur olmuştur. İngiltere’nin Yahudi milli yurdunu kurarken, ulusal haklarını tanımadığı Filistinlilerin bağımsızlık mücadelesini bastırması, Siyonistlerin Yahudi göçlerini ve toprak alımlarını organize ederek Filistin topraklarını sistemli şekilde ele geçirme politikası izlemesi, ABD ve SSCB’nin stratejik hesaplarla BM’nin taksim kararını desteklemesi, Filistinlilerin yüzyıllardır yaşadıkları topraklarından koparılmaları sonucunu doğurmuş ve Arapların toplumsal hafızasına kazınmıştır.
YORUMLAR