Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük İslam Bilimleri tarihçisi
Fuat Sezgin, "Bir valizle çıktım yola. Valizde biraz çamaşır ve birkaç
önemli yazmanın fişleri vardı... Onları aldım, çektim gittim." diye
anlatıyor yaşam öyküsünü. Yaptığı çalışmalarla uluslararası bilim camiasının
İslam Bilimler Tarihi alanında en önemli ismi kabul edilen, Müslüman âlimlerin
bilim dünyasında oynadıkları yeri doldurulamaz rolü tüm dünyaya tanıtan değerli
bilim adamımız Prof. Dr. Fuat Sezgin'i geçtiğimiz hafta sonu kaybettik. Bugünkü
yazımda rahmetli Fuat Sezgin’in kısaca biyografisine ve Türkiye’de gördüğü
önemli bir meseleye değinmek istiyorum.
Fuat Sezgin, 24 Ocak 1924 tarihinde Bitlis'te dünyaya
geldi. 1943-51 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Şarkiyat Enstitüsü'nde, "İslami Bilimler ve Oryantalizm" alanında
otorite sayılan Alman oryantalist Hellmut Ritter'in yanında öğrenim gördü.
Öğretmeninin bilimlerin temelinin, "İslam Bilimleri"ne dayandığını
söylemesiyle bu alana yönelen Sezgin, 1951 senesinde İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Arap Dili ve Edebiyatı üzerinde
doktora yaptı.
1954'te Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde,
"Buhari'nin Kaynakları" adlı doktora tezini tamamlayarak doçent oldu.
Bu teziyle o, hadis kaynağı olarak İslam kültüründe önemli bir yere sahip olan
Buhari'nin, bilinenin aksine sözlü kaynaklara değil, "yazılı kaynaklara
dayandığı" tezini ortaya attı. Bu yazılı kaynakların, İslam'ın erken
dönemine; hatta 7. yüzyıla kadar geri gittiğini ortaya koydu. Söz konusu tez,
Avrupa merkezli oryantalist çevrelerde hala tartışma konusudur.
Fuat Sezgin, 1960 cuntacılarınca, "Zararlı
Profesör" safsatasıyla üniversiteden atıldı.1961 senesinde, 36 yaşındayken
Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı. 1960–61 yıllarında, Almanya'ya giderken
yanına, kıyafetlerinin dışında, sadece iki bavul dolusu fiş ve belge alabildi.
Önce Frankfurt Üniversitesi'nde misafir doçent olarak dersler verdi. 1966
senesinde profesör oldu. Bilimsel çalışmalarının ağırlık noktası,
"Arap-İslam Kültürü" nün, "tabii bilimler tarihi
alanı"dır.1961 senesinde fişlerle başladığı çalışmaları, zaman ilerledikçe
ona ün kazandırdı.
1978 senesinde "Kral Faysal" ödülünü kazandı.
Bu vesileyle Arap dünyasının devlet adamlarıyla tanıştı ve aklından geçen büyük
projeyi onlara aktarma imkânı buldu. Düşüncelerinin destek görmesiyle, Fuat
Sezgin, 1982 senesinde, J.W.Goethe Üniversitesi'ne bağlı Arap-İslam Bilimleri
Tarihi Enstitüsü'nü ve 1983'de de buranın müzesini kurdu. Enstitü'ye bağlı
olarak kurduğu müzede, Müslüman bilginler tarafından yapılmış aletlerin ve
bilimsel araç ve gereçlerin, yazılı kaynaklara dayanarak yaptırdığı örneklerini
sergilemektedir.
İstanbul Gülhane Parkı içindeki Has Ahırlar Binası’nda, o
günün başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılan "İslam Bilim ve Teknoloji
Tarihi Müzesi"yle, Türk insanı onu çok daha yakından tanıma fırsatı buldu.
Müslüman bilim adamlarının buluşları, şuan Gülhane Parkı'ndaki "İslam
Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi"nde sergilenmektedir.
Fuat Sezgin, Türkiye’yi ziyaret ettiğim zamanlarda
uzaktan şunu görüyorum:” Aşağı yukarı iki cephe var: Bir muhafazakâr zümre; bu
zümre mütearız olmayan bir zümre. Bazen kendisini müdafaa şeklinde tezahür eden
bir taarruza geçişi var; ama çok önemli değil bu. Bir de bugünkü İslâm
dünyasının zayıflığını, İslâm medeniyetinin, İslâm dininin bünyesinde arayan
bir zümre var. Bu zümre kompleksler içerisinde. Ben bu iki cepheyi de yabancı
bulmuyorum; çünkü bana göre her ikisi de benim milletimin bir parçası. Mesela
muhafazakâr zümre öbürlerinden korkuyor ve kaçıyor belki; çünkü öbürleri
mütearız; muhafazakâr kesimi insan gibi görmüyorlar. Birçok Avrupalı âlimlerin
bizi, İslâm dünyasını hiç görmeleri gibi. Neticede ben bu iki kesimi de
reddetmiyorum. Onlar benim mensup olduğum medeniyetin parçaları. Ancak her iki
kesim de İslâm medeniyetinin, İslâm ilimlerinin 800-1000 yıllık yaratıcı bir
medeniyet olduğundan haberdar değil. Bunu göstermekle, en azından büyük bir
kısmının yaratıcı hale getirilebileceğine inanıyorum.
Mütearız zümre, İslâmiyet'ten kendimizi kurtarırsak, din adamlarını, dini bertaraf edersek Türkiye'yi birden bire Avrupalı yaparız düşüncesindeler. Bu çok yanlış; bu kafayla hiçbir şey yapamazlar. Tam tersine çok büyük bir pasiflik içerisine düşerler. Başka bir taraftan muhafazakâr zümrede, bizde din adamı da yok. Din adamını çok kuvvetli hale getirmek lazım. İslâm dininin birçok ahlâkî prensibi var. Bu prensipleri bütün insanlara duyurmak, bu prensipleri yaymak lazım. Bunları duyuracak, yayacak din adamı yok maalesef. Hem Avrupa sihirli bir değnek değil ki... Eğer bu medeniyeti dinden tecrit ederek birden bire Avrupalılaştıracaklarını zannediyorlarsa yanılıyorlar. Hakikat ne menfi, ne de müspet anlamda mübalağayı kaldırmaz. Onun için her iki kesime de yalnızca hakikati göstermek lazım.”diyor.
YORUMLAR