10 Aralık 1948 de 2.dünya savaşından sonra birleşmiş
milletler tarafından yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi; savaştan,
ekonomik sıkıntılardan, siyasi bunalımlardan bıkmış olan dünya milletlerinin
nefes almak, daha özgür bir dünyada yaşamak için atılmış olduğu bir adımdır.
İçerisinde” yaşama hakkına” özellikle vurgu yapılmasına
rağmen Doğu Türkistan’da zulüm gören soydaşlarımız başta olmak üzere farklı
coğrafyalarda yaşayan Müslümanlar için sessiz kalınması “insan hakları
sözleşmesini” ayyuka çıkarmıştır.
İnsan hakları beyannamesini kaleme alan aynı zihniyet;
özgürlük, yaşama hakkı, demokrasi, mülkiyet hakkı getirme bahanesi ile Irak,
Afganistan, Suriye, Irak ve dünyanın zengin rezervlerinin, jeopolitik önemi
olan siyasi coğrafyaların merkezine girdiler. Bu coğrafyalarda her gün yaşam
savaşı verilmekte vebalini kimse üstlenmemektedir.
Oysa Hz. Kur’an asırlar öncesi insanları Eşref-i mahlûkat
olarak nitelendirmiştir. İnsan haklarına dair bundan 1387 yıl önce bizzat
peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) tarafından insanların yüzüne karşı söylenen “Veda
Hutbesi” müstakil bir insan hakları beyannamesi olarak nitelendirilmese de
bütün insanlara yönelik olarak temel insan haklarını içeren evrensel mesajların
verildiği bir vesikadır. Bu anlamda, temel insan hakları düşüncesinin
oluşmasında ve benimsenmesinde önemli bir adım olmuştur.
"Ey insanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün,
bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal bir şehir
ise canlarınız, mallarınız, namus ve şerefiniz de öylece mukaddestir, her türlü
tecavüzden korunmuştur." Her bireyin yaşama hakkı vardır. Doğuştan sahip
olunan haklardan biri olan hayatın dokunulmazlığı ve yaşama hakkı tüm insanlar
için zorunlu bir haktır. Zira yaşama hakkı elinden alınan bir kişinin başka
haklara sahip olması söz konusu değil. İslam da, insanlar arasında din ayrımı
yapmaksızın bu konuda kurallar oluşturdu. Veda hutbesindeki bu cümlelerden
hayatın dokunulmazlığı prensibinin olduğu sonucuna varılır.
Bireyin doğuştan sahip olduğu haklardan biri belki de en
önemlisi yaşam hakkıdır. Irkı, rengi, dili, cinsiyeti ne olursa olsun tüm
insanların hayat hakkının olduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 3.
Maddesinde de vurgulanır. Tüm insanların hayatı kendi hayatımız gibi kutsal ve
dokunulmazdır.
İslam özel mülkiyeti, kişilerin mal mülk sahibi
olmalarını, helal kazanç, hibe, miras gibi meşru yollardan elde edilmiş olmak
şartıyla caiz görmüş ve mülkiyet hakkını korumak için tedbirler alır. Mal
edinme ve muhafaza da en önemli haklardan biridir.
Hz. Peygamber Veda
Hutbesinde yukarıdaki cümleyle insanın mülkiyet hakkına sahip olduğunu, meşru
ölçüler içerisinde dilediği gibi mal edinme ve bu malı tasarruf etme hakkına
sahip olduğunu ve haksız yere elinden alınamayacağını vurgular. Mülkiyet, İslam
dininin caiz gördüğü çalışma, miras ve ticaret gibi meşru bir yoldan edinilmiş
olmalıdır. Bu nedenle, hırsızlık, kumar, rüşvet, ihtikâr ve tefecilik gibi
İslam'ın meşru saymadığı yollardan mülk edinmek caiz değildir. İslam'da
hırsızlığın yasaklanması ve buna verilen cezalar da aslında malın korunmasına
yönelik tedbirlerdir.
İnsan haklarını işine geldiği gibi yorumlayan emperyalist zihniyetlerin, işgal ettiği, ajanları vasıtası ile insanları birbirine düşürdüğü coğrafyaları terk etmeden, Uygur Türkleri başta olmak üzere işkence, sindirme ve asimile politikası gibi insanlık suçlarını bitirmeden insan haklarından söz edilemez.
YORUMLAR