Dünya ana kıtası içinde merkezi bir konumda bulunan
Kıbrıs, Avrupa, Asya ve Afrika’ya neredeyse eşit uzaklıkta yer almakta olup,
Girit ile birlikte su geçiş yollarının da kesiştiği bir hat üzerinde
durmaktadır. Daha geniş bir açıyla bakıldığında ada, Türk Boğazları ve Mısır
suyolu (Süveyş) arasında yer almasının yanında, Avrasya, Afrika bağlantısının
en hayati su havzaları olan Körfez ve Hazar havzaları ile Aden ve Hürmüz
suyollarının da nabzını tutacak sabit bir üs ve uçak gemisi pozisyonundadır.
Mülk arzusunu karşılamak isteyen devletlerden biri olan
Rusya, 1878’de biten savaşın ardından gerçekleşen Ayastefanos Antlaşması’yla
birlikte Türkiye’den (Osmanlı’dan), Kars, Ardahan ve Batu’mu da içine alan
39.000 kilometrekarelik bir bölgeyi talep etmiştir. Ancak, Berlin Kongresi’nden
sonra 27.000 kilometrekarelik alana razı bırakılan Rusya, aynı zamanda İngiliz
Büyükelçi Layard ve Sadrazam Saffet Paşa arasında imzalanan Kıbrıs Sözleşmesi
(4 Haziran 1878)gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştır. Sözleşmeye göre; Rusya Kars,
Ardahan ve Batum dışında herhangi bir Saltanat toprağına saldıracak olursa
İngiltere askeri yardımda bulunacaktı. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de,
İngiltere’nin Kıbrıs’a yerleşmesine ve yönetmesine izin verilmiştir. Sözleşmeye
1 Temmuz’da eklenen bir hükümle, Rusya’nın işgal ettiği yerlerden ayrılması
durumunda, İngiltere de Kıbrıs’ı terk edecek ve Türkiye’ye geri verecekti.
Kıbrıs’ı
İngiltere’ye bırakmasının ardından, adayla ilgili Kraliçe Viktorya’ya mektup
yazan Başbakan Benjamin Disraeli, “Kıbrıs, Batı (ön)Asya’nın anahtarıdır”
mütalaasında bulunmuştur İngiliz devlet adamları Disraeli gibi, Chamberlain ve Llyod George da
yürüttükleri çalışmamalarla, hangi alanların gelecekte İngiltere için en iyi
fırsatları sunduğunu tespit etmişlerdir. Berlin Kongresi’nde Büyük
Britanya’nın, Rusya’yı tahkir ederek Kıbrıs’ı ele geçirme isteği bu nedenle
önemli olmuştur.
Rusya ve İran’ın hedefinde olan Osmanlı, İngiltere’nin de
yakın ilgisine maruz kalmıştır. XIX. yüzyılın başlarında yürüttüğü politikayla,
Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü muhafaza etmeye namzet görülen
İngiltere, bunun mümkün olmadığı hallerde devleti parçalamak yerine,
bağımsızlık talep eden toplumlara özerklik vermek ve bağlı devletler meydana
getirmek suretiyle politikasını güncellemiştir.
Anlaşılan odur ki, Kıbrıs’a yerleşilmesi, İngilizlerin
yürüttükleri haince siyasetin en öğretici örneklerinden biri olma özelliğini
taşımaktaydı. Berlin Kongresi öncesinde, 4 Haziran 1878 günü Osmanlı Hükümeti
ile bir sözleşme imzalayan İngiltere, Küçük Asya (Anadolu), Suriye ve
Mezopotamya’daki beklentilerini garanti altına almıştır. Yıllık 92.800 Pound
tazminat ödemek karşılığında Kıbrıs’ı işgal ve yönetme fırsatı bulan İngiltere,
Türkiye’nin koruyucusu olma vasfını da elde ettikten sonra, uzun yıllar
Türkiye’ye yönelik aldatmacı bir siyaset takip etmiştir. Acımasız ihanet olarak
nitelendirilebilecek olan bu durum, sözleşmenin mürekkebi daha kurumadan
başlamıştır. Ayastefanos’un zorluklarını hafifletmek için Berlin’de toplanan
kongrede, İngiltere’nin yürüttüğü siyaset, Osmanlı’nın ne şekilde
parçalanacağına yönelik olmuştur.
Kıbrıs’ı kontrol altına alan İngilizler, adada
Ermenilerin Osmanlı Devleti aleyhinde faaliyette bulunmalarına mani olmayarak,
bir bakıma koruyuculuk vazifesini nasıl ifa edeceklerini de göstermiştir. Öyle
ki, Anadolu’da Müslümanlar tarafından öldürüldü denilen Ermenilerin önemli bir kısmı
değişik yollardan Kıbrıs’a geçmiş, burada mahalli yönetime 1000 Lira vergi
vererek silah satın almış ve Anadolu’da çıkarılacak isyanlar namına talim
ederek, hazırlanmışlardır.
Kendilerinin saldırgan bir yaklaşım sergilemediklerini
ileri süren İngilizler,1874’ten itibaren Yemen’den başlamak üzere, Basra
Körfezi, Belucistan, Transval, Kıbrıs, Lesotho, Mısır/Süveyş Kanalı, Birma,
Uganda bölgelerinde sınırlarını sürekli olarak genişletmişlerdir. Savaş
stratejisini başarıyla yürüten İngiltere, eş zamanlı olarak basını da aktif bir
güç olarak kullanmış ve yürüttüğü algı operasyonlarıyla başka uluslar üzerinde
büyük bir etki sahibi olmuştur.
Gazeteler ve gazeteciler
hiçbir şekilde Londra ve elçiliklerden/konsolosluklardan bağımsız hareket
etmemişlerdir. Sürekli olarak, tılsımlı birer hususmuş gibi “liberalizm”,
“özgürlük” ve “anayasa” konuları işlenerek insanların kafası karıştırılmış ve
böylece diğer ulusların otoriteleri zayıflatılmış, savaşlara sebebiyet
verilmiştir.
YORUMLAR