Başta Avrupa olmak üzere bugün demokrasi ile idare edilen
ülkelerin birçoğunda sembolik de olsa kralların aileleri ve itibarları
korunurken biz 155 kişinin itibarını koruyamadık.
Hilafetin kaldırılması bir yana da bu ülkeye hizmet
etmiş, can vermiş, adaletle kıtalara hükmetmiş bir devletin mensubu ailenin, 3
Mart 1924’te kabul edilen “431” sayılı kanun gereği apar topar beş parasız
Türkiye dışına çıkartılması içimize sinmedi. Kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk,
bebek tam 155 kişiydiler. Osmanlı hanedanının tamamı bu 155 kişiydi.
Şehzadelere 24 ile
72 saat, kadınlara bir haftayla 10 gün arasında önem sırasına göre değişen
süreler tanınmıştı. 4 Mart 1924 gecesi, İstanbul Valisi Haydar Bey ve İstanbul
Polis Müdürü, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 3 Mart 1924 günü kabul ettiği
kanun maddesi gereği Dolmabahçe Sarayına gelerek Abdülmecid Efendiye durumu
bildirdiler. O gece sarayda ne kadar insan varsa hepsi arabalara bindirip
Sirkeci tren garından İsviçre’ye kadar bütün Avrupa’yı dolaşan “SİMPLON” isimli
trene bindirildiler.
İkişer bin İngiliz
lirası ile sürgüne gönderilen hanedan mensuplarının Türk vatandaşlıkları
ellerinden alındı. Türkiye’ye girmeleri, Türkiye’den hava yolları dâhil transit
geçmeleri ve Türk topraklarında gayrimenkul edinmeleri yasaklandı. Mal
varlıklarının tasfiyesine karar verildi.
Sürgün, hanedanın
kadın mensupları için 28, erkekleri için 50 sene sürdü. Kadınlara 16 Haziran
1952’de Adnan Menderes döneminde çıkartılan bir kanunla hakları iade edildi.
Erkekler ise bu haklara ancak 1974’deki genel af yasasıyla kavuşabildiler.
Padişah torunlarının bir kısmı Türkiye’ye döndü, bir kısmı dönecek imkân
bulamadıkları için yerleştikleri ülkelerde kaldılar.
Sultan Abdülhamid
Han’ın torunu Osman Nami Osmanoğlu ise o zor ve acı dolu yılları şöyle tarif
eder; “…Gurbeti, vatansızlığı anlayamazsınız. Hepimizin evinde Türk toprağı
vardı. Yıllarca başucumda Çamlıca toprağı ile yattım. Aç kaldım, hamallık
yaptım her işi yaptım. Keşke Türk topraklarında olsaydım da yine aç kalsaydım…”
Beşinci Murat’ın torunu, Ali Vasıb Efendi ise;“…Biz sürgün Osmanlılar, her
baharda bir kere daha ölür, diriliriz… Bütün gençliğimiz, en güzel
hatıralarımız, İstanbul’un baharı ile süslenmiştir.” Diyor.
Hanedan üyesi 155
kişinin memleketi terk etmeleri için tanınan üç günlük mühlet içinde, tarihinde
görülmemiş ve bir daha görülmesine imkân olmayan eşya satışlarına şahit oldu.
Hiçbir idrak ve akıl sahibi çıkıp da asırlarca, dünyanın dört bir yerinden
derlenip toparlanmış olan bu misilsiz, nadir, antika, bir parçası servetler
değerindeki paha biçilmez eşyayı, sahipleri namına olsun veya memleket namına
olsun, ele almak, değeriyle satmak, hatta icap edenleri bedelleri hazineden
zamanla ödeyerek müzelere toplamak basiretini düşünemedi. Kapanın elinde kaldı.
Yahudi, Rum, Ermeni simsarlar bu arada meşhur dişçi Sami Güzberg, daha sonra
Amerika’ya, İngiltere’ hatta Rusya’ya aktarılan misilsiz eşyanın güya sahibi
oldular. Meselâ Alman İmparatoru 2. Wılhelm’in Sultan Hamid’in kızı, Ayşe Sultan’a
hediye ettiği muhteşem bir piyano, otuz beş liraya, ‘Fresko’ ailesine satıldı.
Osmanlı
hanedanının sürgün dönemi son derece maceralı geçti. Çoğu hayatını çok zor
şartlar altında sürdürdü. Beş parasız, yurtsuz, apartmanların bodrum
katlarında, soğuk ve yağmurlu caddelerin kaldırımlarında, duvarlarından şırıl
şırıl suların aktığı rutubetli odalarda can verdiler. İtildiler kakıldılar
horlandılar, aç kaldılar. Buz gibi havalarda kamyon kasalarının içlerinde
donarak öldüler, ama asla Türkiye ya da Atatürk aleyhinde en küçük bir söz
söylemediler. Hamallık yaptılar, mezar bekçiliği yaptılar, inşaatlarda kum
taşıdılar, lağım temizlediler, suikastlara kurban gittiler, açlıktan öldüler
ama asla kimseye el açmadılar. Bugün pek çoğu, kimsesiz, duvar kenarlarında ölen
sokakta yaşayan insanların ölülerinin gömüldüğü belediye mezarlarında
yatmaktadır.
Hanedan-ı Osmanlı’yı rahmet ve minnetle anıyorum.
Sizlerden ne kadar af dilesek de haklısınız, utanıyoruz.
YORUMLAR