Ortadoğu'da Kirli Tezgâh Ve Siyonizm'in Ebedi Bekçileri
Hacı Bilal Şen

Hacı Bilal Şen

Ortadoğu'da Kirli Tezgâh Ve Siyonizm'in Ebedi Bekçileri

19 Aralık 2017 - 07:00

ABD başkanı Trump’ın gülünç bir şekilde malını satmış tüccar edası ile imza şovuna şahit olduk. Oynanan bu tiyatroda Turamp’ı kullanan üst aklın amacı Ortadoğu’da ABD aleyhine gelişen dengeleri altüst etmekti.

Bu temelsiz çıkışa ilk tepki Türkiye’den geldi. İstanbul’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı ortak bir bildiri ile Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğunu açıkladı. Uygulama da kararlılık gösterilip büyük elçilikler Kudüs’e de açılırsa o zaman bu açıklama amacına hizmet etmiş olur.

Bu toplantıya alt düzeyde katılan Suudi Arabistan‘ın cılız  ve dil ucu söylemleri endişe verici. Trump ‘la birlikte ABD, SUUD ve İsrail arasında kirli oyunlar sahnelenmeye devam edecek anlaşılan. Aslında Suudi Arabistan ‘ın derdi daha çok İran ile. İran ‘a karşı İran ‘ın iki düşmanı ile sözlendiler. Peki, Suudilerin İran ile alıp veremedikleri ne olabilir?

 İsrail-Suudi Arabistan ilişkileri yeni değil. 2003'te ABD'nin işgaliyle Saddam Hüseyin rejimi yıkıldıktan sonra, Sünni Arap güçlerin bölgedeki ağırlığı Şii İran devletinin eline geçmişti.

Şiiler, yeni Irak'taki iktidar ilişkilerinde kontrolünü artırmış, Tahran'la bağlar güçlenmişti. Iraklı Şii militanların Suriye'deki iç savaşta Beşar Esad hükümetine aktif destek vermesi, bu nedenle şaşırtıcı değil.

Rusya'yla beraber Esad'a verdiği destek, İran için oyunu kendi lehine çevirdi. Sünnilerin itirazına rağmen Tahran'dan Akdeniz'e koridor açması ihtimali güçlendi.

Bu, İran'ın Orta Doğu Arap coğrafyasının kalbine girmesini sağlayacaktı.

İran ve Suudi Arabistan arasındaki düşmanlık, bu nedenle hem stratejik hem de dini bir meseleydi.

İki taraf da İran'ın bir nükleer güce dönüşmemesi gerektiğinde ısrar ediyor. Bir yandan da, Lübnan'daki askeri eğitim almış, silah donanımı yüksek Hizbullah güçlerinin bölgede istikrarsızlığa neden olacağından endişe ediyorlar.

 

ORTADOĞU’DA SİYONİST BİR  DEVLET’İN KURULMA FİKRİ VE TEMELLERİ

Mescid-i Aksa’nın hukuki durumuna meşruluk kazandırmaya çalıştığı coğrafyada, Siyonizm’in tohumları ve İsrail devletinin nasıl kurulduğunu ele alacak olur isek,
Balfour bildirisi, İngiltere’nin "Filistin'de bir Yahudi anavata­nının kurulmasını" resmen kabul ettiğini du­yurmak için yapılan bir açıklamadır. Yahudilerin anavatan davasında bir dönüm noktası teşkil eden ve Balfour Bildirisi adını alan bu belge, İngiltere Dışişleri Bakanı A.James Balfour'un, 2 Kasım 1917'de, Siyonist Federasyonu başkanı zengin bankacı  Lord Walter Rothsc-hild'a yazdığı bir mektupta yer almıştır. 

Bu mektupta "Filistin'de bulunan ve Yahudi olmayan toplulukların vatandaşlık haklarına ve dinî özgürlüklerine halel gelebilecek hiçbir gelişmeye meydan verilmeyeceği" özellikle vurgulanıyor, İngiliz hükümetinin Filistin'de Yahudi halkı için bir yurt kurulması yolunda azami gayret sarf edeceği de belirtiliyordu.
Yahudilerin Filistin'de bir anavatana sahip olma faaliyetleri, yani Siyonizm hareketi, 1880'lerde Rusya'da beliren Yahudi aleyhtarlı­ğı karşısında örgütsel bir bi­çimde ortaya çıkmış; Budapeşteli Yahudi gaze­teci Dr.Thcodor Herzl'in 1896'da yayınladığı “Yahudi Devleti” adlı eseriyle de iyice hızlanmış­tı. 
Herzl, 1897'de Dünya Siyonist Teşkilâtını kurmuş; arkasından Avrupa ve Amerika'daki nüfuzlu ve zengin Yahudiler, büyük devletler nezdinde girişimlerde bulunmuşlar, Filis­tin'de bir Yahudi Devleti kurmak için çalış­mışlardır. Avrupalı Hristiyanlar’ın Yahudiler üzerindeki bitmek bilmeyen baskısı ve bu baskının yarattığı acılar, Leo Pinsker, Theodora Herzl ve birçok Yahudi’yi, Yahudiler için bağımsız bir devlet kurmayı amaçlayan Siyonist hareketi başlatmaya itti.

Siyonistler savaş sırasında Başkan Wilson'a çeşitli etkilerde bulunmuşlar ve davalarını ona da destekletmişlerdir. Wilson'un bu eğilimi, İngiltere'nin de Siyonizm davasına karşı bir sempati duymasına yol açmış ve bu­nun sonucu olarak da Balfour Bildirisi ortaya çıkmıştır.
İngiliz siyaseti için Süveyş Kanalı'nın daima açık olması gerekiyordu. İn­giltere ise bu konuda Araplara güvenmiyor­du. 
Aralarında belirli bir menfaat birliği olan Yahudileri oraya yerleştirmek ve onlar vasıta­sıyla bu kanalı açık tutmak istiyordu. 
Hindis­tan yolu Yahudilerce açık tutulacak, o da rahat nefes almış olacaktı.  Bildiri­nin ortaya çıktığı günlerde Filistin henüz Os­manlı yönetiminden kopmamıştı ama kopma­sı da yakındı. Nitekim 1920 San Remo Konferansı'na kadar da bu durum gerçekleşti. Balfour Bildirisi bu konferansta kabul edildi. Ayrıca İngiltere bu konferansta asıl amacına da ulaştı ve Filistin mandasını eline geçirdi. Ve böylece, Balfour Bildirisi'nin özünde yatan isteklerin uygulanabileceği alanın kapıları açıl­mış oldu. Arkasından Yahudi göçü gündeme geldi. 

 Balfour Bildirisi ile Filistin'de bir "ulusal yurt" sözü alan Yahudiler bölgenin I. Dünya Savaşı sonunda İngiltere'nin eline geçmesi ile bu ülke üzerindeki baskıyı artırdılar. Manda yönetimi sırasında bölgeye olan Yahudi göçü sonucu da Filistin'deki Yahudi nüfusu arttı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kasım 1947'de Filistin'de biri Arap diğeri Yahudi iki devletin kurulması yönündeki karar doğrultusunda 14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'nin ilanı ile ilk Arap-İsrail savaşları başladı.

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar