ABD
başkanı Trump’ın gülünç bir şekilde malını satmış tüccar edası ile imza şovuna
şahit olduk. Oynanan bu tiyatroda Turamp’ı kullanan üst aklın amacı Ortadoğu’da
ABD aleyhine gelişen dengeleri altüst etmekti.
Bu
temelsiz çıkışa ilk tepki Türkiye’den geldi. İstanbul’da toplanan İslam
İşbirliği Teşkilatı ortak bir bildiri ile Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti
olduğunu açıkladı. Uygulama da kararlılık gösterilip büyük elçilikler Kudüs’e
de açılırsa o zaman bu açıklama amacına hizmet etmiş olur.
Bu
toplantıya alt düzeyde katılan Suudi Arabistan‘ın cılız ve dil ucu
söylemleri endişe verici. Trump ‘la birlikte ABD, SUUD ve İsrail arasında kirli
oyunlar sahnelenmeye devam edecek anlaşılan. Aslında Suudi Arabistan ‘ın derdi
daha çok İran ile. İran ‘a karşı İran ‘ın iki düşmanı ile sözlendiler. Peki,
Suudilerin İran ile alıp veremedikleri ne olabilir?
İsrail-Suudi
Arabistan ilişkileri yeni değil. 2003'te ABD'nin işgaliyle Saddam Hüseyin
rejimi yıkıldıktan sonra, Sünni Arap güçlerin bölgedeki ağırlığı Şii İran devletinin
eline geçmişti.
Şiiler, yeni Irak'taki
iktidar ilişkilerinde kontrolünü artırmış, Tahran'la bağlar güçlenmişti. Iraklı
Şii militanların Suriye'deki iç savaşta Beşar Esad hükümetine aktif destek
vermesi, bu nedenle şaşırtıcı değil.
Rusya'yla beraber Esad'a
verdiği destek, İran için oyunu kendi lehine çevirdi. Sünnilerin itirazına
rağmen Tahran'dan Akdeniz'e koridor açması ihtimali güçlendi.
Bu, İran'ın Orta Doğu
Arap coğrafyasının kalbine girmesini sağlayacaktı.
İran ve Suudi
Arabistan arasındaki düşmanlık, bu nedenle hem stratejik hem de dini bir
meseleydi.
İki taraf da İran'ın
bir nükleer güce dönüşmemesi gerektiğinde ısrar ediyor. Bir yandan da,
Lübnan'daki askeri eğitim almış, silah donanımı yüksek Hizbullah güçlerinin
bölgede istikrarsızlığa neden olacağından endişe ediyorlar.
ORTADOĞU’DA SİYONİST BİR DEVLET’İN KURULMA FİKRİ
VE TEMELLERİ
Mescid-i
Aksa’nın hukuki durumuna meşruluk kazandırmaya çalıştığı coğrafyada,
Siyonizm’in tohumları ve İsrail devletinin nasıl kurulduğunu ele alacak olur
isek,
Balfour bildirisi, İngiltere’nin "Filistin'de bir Yahudi anavatanının
kurulmasını" resmen kabul ettiğini duyurmak için yapılan bir açıklamadır.
Yahudilerin anavatan davasında bir dönüm noktası teşkil eden ve Balfour
Bildirisi adını alan bu belge, İngiltere Dışişleri Bakanı A.James Balfour'un, 2
Kasım 1917'de, Siyonist Federasyonu başkanı zengin bankacı Lord
Walter Rothsc-hild'a yazdığı bir mektupta yer almıştır.
Bu mektupta "Filistin'de bulunan ve Yahudi olmayan toplulukların
vatandaşlık haklarına ve dinî özgürlüklerine halel gelebilecek hiçbir gelişmeye
meydan verilmeyeceği" özellikle vurgulanıyor, İngiliz hükümetinin
Filistin'de Yahudi halkı için bir yurt kurulması yolunda azami gayret sarf
edeceği de belirtiliyordu.
Yahudilerin Filistin'de bir anavatana sahip olma faaliyetleri, yani Siyonizm
hareketi, 1880'lerde Rusya'da beliren Yahudi aleyhtarlığı karşısında
örgütsel bir biçimde ortaya çıkmış; Budapeşteli Yahudi gazeteci Dr.Thcodor Herzl'in 1896'da yayınladığı “Yahudi Devleti” adlı eseriyle de
iyice hızlanmıştı.
Herzl, 1897'de Dünya Siyonist Teşkilâtını kurmuş; arkasından Avrupa ve
Amerika'daki nüfuzlu ve zengin Yahudiler, büyük devletler nezdinde girişimlerde
bulunmuşlar, Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmak için çalışmışlardır. Avrupalı
Hristiyanlar’ın Yahudiler üzerindeki bitmek bilmeyen baskısı ve bu baskının
yarattığı acılar, Leo Pinsker, Theodora Herzl ve birçok Yahudi’yi, Yahudiler
için bağımsız bir devlet kurmayı amaçlayan Siyonist hareketi başlatmaya itti.
Siyonistler
savaş sırasında Başkan Wilson'a çeşitli etkilerde bulunmuşlar ve davalarını ona
da destekletmişlerdir. Wilson'un bu eğilimi, İngiltere'nin de Siyonizm davasına
karşı bir sempati duymasına yol açmış ve bunun sonucu olarak da Balfour
Bildirisi ortaya çıkmıştır.
İngiliz siyaseti için Süveyş Kanalı'nın daima açık olması gerekiyordu. İngiltere
ise bu konuda Araplara güvenmiyordu. Aralarında belirli bir
menfaat birliği olan Yahudileri oraya yerleştirmek ve onlar vasıtasıyla bu
kanalı açık tutmak istiyordu.
Hindistan yolu Yahudilerce açık tutulacak, o da rahat nefes almış
olacaktı. Bildirinin ortaya çıktığı günlerde Filistin henüz Osmanlı
yönetiminden kopmamıştı ama kopması da yakındı. Nitekim 1920 San Remo
Konferansı'na kadar da bu durum gerçekleşti. Balfour Bildirisi bu konferansta kabul edildi. Ayrıca İngiltere bu konferansta asıl amacına da
ulaştı ve Filistin mandasını eline geçirdi. Ve böylece, Balfour Bildirisi'nin
özünde yatan isteklerin uygulanabileceği alanın kapıları açılmış
oldu. Arkasından Yahudi göçü gündeme geldi.
Balfour Bildirisi ile Filistin'de bir "ulusal yurt" sözü alan Yahudiler bölgenin I. Dünya Savaşı sonunda İngiltere'nin eline geçmesi ile bu ülke üzerindeki baskıyı artırdılar. Manda yönetimi sırasında bölgeye olan Yahudi göçü sonucu da Filistin'deki Yahudi nüfusu arttı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kasım 1947'de Filistin'de biri Arap diğeri Yahudi iki devletin kurulması yönündeki karar doğrultusunda 14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'nin ilanı ile ilk Arap-İsrail savaşları başladı.
YORUMLAR