“28 Şubat bir darbe midir, yoksa süreç midir” sorusu tam
olarak cevaplanabilmiş değil. Çünkü etkisi ne kadar yoğun hissedilse de askeri
müdahale öncekilerden farklı bir şekilde gerçekleşmiş ve yaşananların bir darbe
olarak algılanması zaman almıştır.
28 Şubat 1997 tarihinde milli güvenlik kurulu
toplantısı sonucu bir muhtırayla başlayan süreci öncesi ve
sonrasında yaşanan olaylarla ele almak gerekir.
1990’lı yıllardan itibaren yapılan yerel ve genel
seçimlerde Refah Partisi’nin yükselen grafiği yakından takip edilmiş, bu
gelişme Türkiye’nin muhafazakarlaşması, irticanın yükselmesi gibi
ideolojik bir temelde ele alınarak, Refah Partisi’nin temsil ettiği Milli
Görüş çizgisi devleti yıkmaya yönelik bir iç tehdit olarak algılanmıştır.
Bu rahatsızlık, Refah Parti’sinin 1990 ve 1994 yıllarında yapılan yerel
seçimlerdeki başarısının ardından 1995 genel seçimlerinde 1. parti
çıkması nihayet 8 Temmuz 1996 da Refah-Yol Hükümeti’nin kurulmasıyla son
çizgiye ulaşmıştır.
Erbakan’ın önce İran ardından 1996 Ekim’inde Mısır, Libya,
Nijerya gezileri hakkında gensoru verilmesine neden oldu. Rektörler komitesi
toplanarak hükümete Susurluk ve basına baskı konusunda sert uyarılarda
bulundu.11 Ocak akşamı tarikat liderleri ve şeyhlere akşam yemeği verildi.
Başbakanlık konutuna gelenler arasında davetli olmasına rağmen gelmeyen tek
isim FETÖ lideriydi. İhtimaldir ki olacakları biliyordu. Ertesi gün gazeteler
“irtica” manşetleri atmaya başlayınca bazı üst düzey subaylar gölcükte uzun
süren toplantı yaptılar.
Sincan Belediyesi’nin düzenlediği “ Kudüs Gecesi”
programında sahnelenen “cihat” oyunu Sincan caddelerinde tankların
manevralarına neden oldu.15 Temmuz’daki gibi siyasiler birlik mesajları
veremediler. Erbakan siyasi arenada yalnız bırakılmıştı. ANAP genel
başkanı Mesut Yılmaz ”Türkiye kaosa gidiyor, güç birliği yapmaya hazırız” derken
Cindoruk’un “RP düzeni silahla değiştirecek” beyanı soğuk darbeye açık bir davetiye
niteliğinde idi.
Tüm bu gelişmeler karşısında söz konusu irticai kişilerin
orduya sızmış olduğu ya da sızmak istediği izlenimine kapılan komuta kademesi
tarafından geniş bir tahkikat başlatıldı.
Aslında orduya sızmalar doğru idi. Fakat muhtıracılar gözlerinin
içine baka baka inlerde yer edinen FETÖ militanlarını ya görmemişler ya da
görmezden gelmişlerdi. FETÖ Başı’nın Türk Silahlı Kuvvetlerini siyasete
müdahale etmek ve muhtıra vermekle eleştirenlere karşı ”asker demokratik
yollarla konunun çözümünü istedi” demiştir. Yine ulusal bir kanala
verdiği röportajda “askerlerimiz her yönüyle yaptıkları bazı
şeylerden ötürü bazı çevrelerce, belki antidemokratik davranıyor
sayılabilirler. Ama onlar konumları gereğini anayasanın kendilerine verdiği
şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası ben zannediyorum, onlar bazı sivil
kesimlerden daha demokrat. Herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler
arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa bir gece hızlı bir baskınla
gelirler hasımlarını bertaraf ederler onun yerine otururlar. Kuvvet ellerinde
olduğu halde mantıki davranıyorlar. Çok muhakemeli davranıyorlar. Epey zamandan
beri his öne çıkmıyor burada ve kuvvet, güç gösterisi şeklinde öne
çıkmıyor” sözlerini söylediği 16 Nisan 1997 tarihi sanki 15 Temmuz 2016 yı
işaret eder gibi. Evet bir gece ani baskınla siyasileri bertaraf edip onların
yerine oturmayı çok arzu ettiler. Şükür ki, Allah bütün planlarını bozdu.
YORUMLAR