Seyyid Ahmed
Arvasî, 31 Aralık 1988 tarihinde daktilosunun başında iken Hakk'a yürüyen,
Türk-İslam sentezi ve misyonunun savunucusu ve dava adamıdır. Daha ortaokul
yıllarımda iken tanıştığım sonrasında defalarca okuduğum “Türk-İslam Ülküsü”
kitabı hayatımda derin izler bıraktı. Vefatının 29. Yılında S. Ahmed Arvasi
Hoca’nın bu eserlerinden yola çıkarak Türk- İslam Ülküsü davasına ve
görüşlerine kısaca değinmek istiyorum.
Osmanlı'nın dağılma döneminde, müritleriyle birlikte
Suriye üzerinden Arabistan'a giden Abdulhakim Arvasî'ye oranın ileri gelenleri,
kendisine medrese yapacaklarını ve her türlü imkânı sağlayacaklarını taahhüt
ederek Arabistan'da kalmasını istemişlerdi. "Osmanlı zaten öldü, Türk diye
bir şey kalmamıştır." denilince, Abdulhakim Arvasî’nin sinirlenip:
"Dünyada iki Türk kalsa birisi benim" diyerek, ömrünün sonuna kadar Müslüman
Türk'ün davasına sahip çıkacağını ifade etmesi dikkate şayandır."
Böyle soylu bir ailenin çocuğu olan S. Ahmed Arvasî
kendisini şöyle tanımlıyor:
"Ben, İslâm iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük
saadet bilen, büyük Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve
böylece İslâm'ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim.
İnanıyorum ki, hem Türk, hem Müslüman olmak, hem de
muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdadımız bütün tarihleri boyunca bunu
denediler ve başarılı oldular. O halde bizler niye bu tarihi misyonumuzu yerine
getirmeyelim.
S. Ahmed Arvasî bazı sözde İslamcılar gibi Türk tarihinin
sadece son bin yılını kabul edip geri kalan binlerce yılık İslâm öncesi
mazimizi kör bir taassuba kapılıp reddetmedi. O şuurlu bir Türk milliyetçisi
olduğu için Türk töresini, Türklüğün sembolü Bozkurt'u hiç bir ön yargıya
kapılmadan kabul ve tasdik etmiş, her fikir ve fiili İslâmi süzgeçten geçirerek
her şeyi yerli yerine oturmasını bilmiştir. Bu konularda o şunları
söylemektedir:
"...Kısaca belirtirsek, Türk milleti, geniş bir
tarihi tecrübeye, büyük ve zengin bir kültür hazinesine sahip bulunmakla
"milli töresini" bu güçlü zemin üzerinde kurmuş bulunmaktadır. Türk
töresi, âlemşümul ahlâkî idealleri bünyesinde toplayan "pratik bir ahlâk
ve hukuk nizamı" durumundadır. Hele, en az bin yıldan beri İslâm'ın şanlı
aydınlığında yıkanan, olgunlaşan ve arman Türk töresi, bütün insanlığı
mutluluğa çıkaracak 'âlemşümul' bir nizam durumuna gelmiş bulunmaktadır."
"Hiç bir zaman Türk'ün totemi olmamış olan Bozkurt,
coğrafyamızın kültürümüze kazandırdığı bir motiftir" diyen Arvasî Türk
milliyetçiliğini "ırkçı" olmakla suçlayan cahillere şöyle seslenir:
"Türk milliyetçiliği, politikasını biyolojik
ırkçılık üzerine kurmayı reddetmekle beraber, içtimaî ırk gerçeğini inkâr ve
ihmal etmemelidir.
İçtimaî ırk, biyolojinin konusu değildir, sosyolojinin
konusudur. Bir milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin, sınıf ve tabakaların
soy birliği şuurudur. Ortak bir şuur tarzında beliren mensubiyet duygusunun ve
kan birliği şuuru biçiminde duyulmasıdır. Zaten biyolojik verasetin yanında,
ortak kültür, ortak coğrafya, ortak hayat tarzı ve ortak mücadeleler, bir
milletin fert ve tabakalarını hem ruhî, hem de fizik bakımından bir birine
yaklaştırır." (...)
"Kimse biyolojik verasetini tayin iradesine sahip
değildir. Ama içtimaî ırk tercihe açıktır. Aynı tarihe, aynı kültüre, aynı din
ve ülküye sahip olan insanlar arasında kan ve soy birliği şuurunun güçlenmesine
yol açar." (...) " Türk milliyetçisi, Türk içtimaî ırkını benimser,
sever ve sevdirirken ailelerini de bu espri içinde kurmaya çalışır.
Kozmopolitlikten hoşlanmaz. Bununla beraber, başka içtimaî ırkları da Allah'ın
bir ayeti olarak değerlendirir."
"Neden, şu veya bu ad altında toplanmayı değil de,
'Türk-İslâm Ülküsü'ne bağlanmayı savunuyoruz?
Biz iddia ediyoruz ki, emperyalizm, Türk ve İslâm
dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir.
Bir taraftan kültür emperyalizmi ile vatan çocuklarını din ve milliyetine
yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer
taraftan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk etmeyen
çocuklarımızı da bir birine düşürmeyi planlamaktadır. (...) "Düşman,
karşısındaki güçleri parçalayarak, onları birbirine düşürerek, kolay yutulur
lokmalar durumuna sokmak ister. Meselâ, sanki bir insan, hem dindar, hem
milliyetçi, hem medeniyetçi olamazmış gibi, bu değerleri birbirine zıt
programlar durumuna sokarak, hiç yoktan çatışan güçler meydana getirir. Bu
oyunlarını, o kadar ustaca plânlarlar ki, tertiplerini anlamak için bazen
olayların üzerinden elli veya yüz yıl geçmesi gerekiyor." (...) " O
hâlde, Türk milliyetçisine düşen iş, bütün varlığı ile bu oyunu bozmak
olmalıdır. Bu ülkede, sunî olarak güya Türkçü ve güya İslamcı cepheler meydana
getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların karşısına, bir Müslüman Türk olarak ve
tarihine yaraşır biçimde çıkmalıdır.
Bunun için, Türk-İslâm kültürüne, Türk-İslâm
medeniyetine, Türk-İslâm Ülküsü'ne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslâm aşk ve
aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslâmiyet'i ruhu bilen, milletini teknolojik
hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, dünya
Türklüğü'nün, İslâm dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olamaya namzet
bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yok.
Rahmet ve dua ile…
YORUMLAR