Futbol spor olduğu kadar aynı zamanda ‘hayat’ demek
diyoruz ama futbol gerçekten ‘hayat’ demektir. Futbolu sevenler, kendilerini
ifade etmek için kullandıkları futbol terimlerini adeta hayatlarına endekslemiş
durumda.
Futbol bizler için artık milletlerarası yarışmaların
tasdik edilmiş en büyük alanı, kuralları net bir şekilde konulmuş en önemli
yaşam alanı haline geldi. Milletlerarası yarışma derken, sıcak savaşlar gibi
yok edici ve yıkıcı bir alan hiçbir zaman olmadı, olmayacakta… Bunun yanında
oldukça yapıcı, yakınlaştırıcı ve birleştirici bir durumda. Bunlardan dolayıdır
ki artık futbol bizler için bir yaşam biçimi ve bizim her şeyimiz olmuş
durumda…
Futbol gerçekten bir aşk… Güzeller güzeli bir kadın, bir
de yakışıklının da yakışıklısı bir erkek… Delikanlı erkek kadına, güzeller
güzeli kadın ise erkeğe bakıyor ve aralarında küçük bir top birinden öbürüne
koşuyor. Bütün bunları düşünüce aşk böyle başlıyorsa bizim futbol da böyle bir
aşk! İşimizi, gücümüzü, yemeğimizi her şeyimizi bırakıp ona koşuyoruz. Sahada
22 kişi, hatta bu sayıya hakemleri de eklersek 26-27… Bir de tribünlerde
olanları düşünün… 50 bin, 100 bin… Televizyonun başında ise milyonlar…
Gazeteleri ve televizyonları katmıyorum bile… İşte bütün bu güzellikler futbol
aşkı!
Evrensel bir yaşam tarzı olan futbol, yediden yetmişe
herkesin izinden gittiği bir alan olmuş durumda. Dünyanın her
yerinde yerel liglerden, profesyonel liglere kadar herkes bu aşkın
izinden gidiyor. Bunun yanında futbolseverler, kendileri için aşkın 6
harften ibaret olduğunu ifade ediyor: Futbol
Futbol Bir Aşk Gibidir!
Aşk, pozisyon zenginliği istemektir, 3 puana değil seyir zevkine oynamaktır… Aşk, rakibin bunaltıcı ataklarında eşinin defanstaki hatalarında hemen kademeye girmek, eşine en kötü ihtimalde arkasında takımın emniyet sübapı vazifesini gören birinin olduğunu bilmenin rahatlığını sunmaktır… Aşk, kimi zaman takım değiştirmektir… Omuz omuza mücadeleye girmek, birbirine nizami şarj uygulamaktır… Kıran kırana mücadele etmektir… Ama oyun bitince kol kola eve gitmektir… Aşk, transfer için astronomik tekliflerle dayansalar bile kapınıza, forma aşkına kendi takımınızda oynamaktır…
Aşk, golden sonra bir tek ona koşmaktır.
Kutsal topraklara hoşgeldin!” diye başlayan
bir hikayedir bu futbol aşkı. Semt-kulüp-taraftar üçlemesinin birlikte
yaşadığı kara parçasına verilen değeri göstermektedir. Ne bir ironi ne de dini
bir gönderme söz konusudur. Bir vurgudur sadece, birlikte solunan havanın
ulviliğine dikkat çekmek içindir. Fidansporluyum demek, Göztepeliyim demek,
Beşiktaşlıyım demek o şehirleri dışlamak değil, aksine semtine daha fazla sahip
çıkmak demektir. Herhangi bir semtte görülmemiştir ki, esnafın yarısından çoğu
tabelalarını semt takımına ait renklerden yaptırsın ve dükkanına
astırsın. Bir semtte kahvelerin ve iş yerlerinin o semtin takımlarının
renklerinin bütün her köşeye asılması ve o semt takımının düşünce tarzının ete
kemiğe bürünmesi ve bir aşk haline gelmesi bu ‘aşk’ durumunun bir
göstergesidir.
Bütün Formalar Kutsaldır!
Formanın kutsallığının tartışma götürmez bir durum.
Formalar her zaman baş tacı. Çünkü içinde kim olursa olsun kulübün sahadaki,
salondaki, hayattaki temsiliyeti ve simgesidir. Taraftarın nazarında paha
biçilemez bir değerdir. Çamurlusu, eskisi, yenisi, solmuşu, her hali sevilir ve
baş tacı edilir. O formada nice anılar saklıdır. Nice maçlar, nice deplasmanlar
görmüştür. Zaman geçer, dünya değişir, futbol değişir, formanın en yalın
haline, varlığına olan sevgi ve bağlılık değişmez.
Lakin bir şeyler değiştikçe türlü anlamlar yüklediğin
formaya da bir fiyat etiketi iliştirilir. Piyasanın sahasına giren forma
metalaşır, alınır-satılır bir pazar ürünü olur. “Formanın hakkını
ver” diye yapılan serzeniş tuhaf bir kısırdöngüde kalır. Formanın hakkını
vermeyen sponsor mudur sporcu mu? Sponsor daha çok nakit yağdırsa daha
yetenekli sporcular alınmayacak mıdır? O sporcuları da bir nevi emtiaya ve
doyumsuz para budalalarına çeviren, böylelikle kulüplerin masraflarını
yükselten de aynı kısırdöngü değil midir? Reklam ve sponsorluklar futbolun ve sporun
( özellikle futbolun kitleler üzerindeki geniş etkisi süreci hızlandırmıştır)
kapitalizme eklemlenmesinin sonucudur. Sponsorluk eylemi, sanıldığı kadar kolay
bir yatırım/reklam girişimi değildir. Vergi matlarından düşmek gibi avantajlar
getirse de, birilerini kazanırken, başkalarını kaybetme riskini de beraberinde
getirir. Özellikle forma, TV yayınlarının sahayı hepten ele geçirmesiyle,
görsellik açısından bulunmaz bir reklam alanı olmuştur;
görme-algılama-bilinçaltına yerleşme ve sonrasında tercihleri etkileme/yönelme
süreci için mükemmel bir platformdur. Ve forma reklamı günümüzün yadsınamaz
gerçeğidir.
Ve Aşk Duvarlara Kazındı!
Böylesine etkili bir etki yaratan bir yaşam tarzı kendini
ifade etmenin yollarını da farklılaştırdı. İnsanlar aşkını ifade edebilmek için
şiirler, mektuplar yazarken, futbol aşıkları ise aşklarını duvar yazıları ile
ifade etmeye başladılar. Futbol spor olduğu kadar aynı zamanda hayat
demek… Futbolu sevenler, kendilerini ifade etmek için kullandıkları futbol
terimlerini duvarlara aktararak hem sanatsal, hem esprili hem de duygulu
mesajları duvarlara kazıyorlar. Bir Beşiktaşlı futbolseverin Demba Ba aşkı şu
cümlelerle duvara kazınmıştı: “Ne Orhan baba, ne de Ferdi baba; Alemin kralı
Demba Ba” ya da bir Galatasaraylı taraftarın çareyi şöyle araması: “Çare
Drogba”. Bunun yanında bir Fenerbahçelinin aşkı Alex’de araması gibiydi
aşk. Nasıl mı: “Alex bile gitti, sen mi gitmeyeceksin?” İşte, futbolseverler
kaybettikleri her şeyin yerine her zaman futbol aşkını koyuyorlar!
Hayat Futbola Fena Halde Benzer
Aslında futbol her hali ile hayata benzer. Dar alanda
Kısa Paslaşmalar adlı film repliğinde de denildiği gibi, futbolun 22 kişinin
bir top pesinde koşmasından ibaret olmadığını, tıpkı hayatta olduğu gibi oyunun
kontrolü elinizdeyken balına bir gol yiyebileceğinizi, çok kötu bir zeminde
muhteşem bir baskı yakılabileceğinizi, topun her şeye rağmen yuvarlak olduğunu,
adaleti barındırmadığını ve takım oyunu olduğunu anlatır ve üç doğru pas yüzde
doksan goldür diye devam eder.
YORUMLAR