Başım Bir Cenk Meydanı, Yandım Kelimelerden
Narin Demirci

Narin Demirci

Başım Bir Cenk Meydanı, Yandım Kelimelerden

31 Aralık 2024 - 00:47 - Güncelleme: 31 Aralık 2024 - 00:58

“Gezdirme beni
Yazı denen şu eğri büğrü çizgilerde
Dur
Yazılmamış kalayım”

Böyle sesleniyor bir şiirinde kendi kendisine Fazıl Hüsnü Dağlarca… “Yazılmamış kalayım” diye. İnsan bazen yazılmamış olmayı diliyor hakikaten. Yazılmamış, çizilmemiş, çalınmamış olmayı. Mısradan, şiirden, mızraptan, fırçadan azade olmayı. Çünkü bir şair, şiirlerinde kendisini yazar aslında, bir müzisyen kendisini besteler ve bir ressam en çok kendisini çizer. Ruhundaki boyalarla renklendirir tuvalini. Bir oyuncu tam da kendisini oynar tiyatro sahnelerinde. Çünkü insanın içinde olmayan hiçbir şey sızmaz dışarıya.

Bütün sanat dalları birbirinden güzel, birbirinden kıymetli. Mukaddes bir emanet gibi ezelden konuşlandırılmıştır sanatkarının gönlüne. Ve adeta mukaddes bir emanet olan şiir ise “acıya gönüllü talip olanların” işidir. Kabuksuz yaralara sahip olmaktır çünkü şairlik. Bir türlü kabuk bağlayamayan yaranın adıdır. Öyle bir yara nasıl sızlarsa ilk günkü gibi, nereye dokunsa için için nasıl yanarsa, şairin gönlü de öyledir işte. Yaranın ilk hâli gibi hassas, ilk hâli gibi acılıdır. Bir ızdırap nüvesidir şiirler, sahibinin yüreğinden koparak kâğıda, kaleme, kelimelere dokunan. Belki de o yüzdendir şairin yazılmamış olmayı, yazılmamış kalmayı dilemesi. Kim bilir? Kederden, elemden bir kaçış yolu, şairin içini dökmek için başvurduğu en mukaddes yöntem olsa da şiir, günün sonunda yarasını gözle görünür, dille okunur hâle getirmesidir aslında. İşte en acı veren şey de tam olarak budur. Zira yüreğinin en masum, en temiz parçasını bırakmışsındır kâğıdın üzerine. Çünkü hiçbir şiir kolay çıkmıyor ki insanın kalbinden. Mevzisini paramparça edercesine, infilak edercesine saçalanıyor sözcükler dört bir yana. Ve savaş alanından parçalarını toparlamak gibi bir şey çoğu zaman içindeki duyguları tarif edecek sözcükleri devşirmeye çalışmak. O yüzden bir şiirin tamamlanışı, şairin bir savaş meydanından harap, bitap düşmüş vaziyette çıkışıdır aslında. 

Her şiirin ayrı bir yürekten kopuş hikayesi var tabii. İnsanın ancak kendi iç savaşından kahraman olarak çıkan kelimeler diziliyor şiir olarak o bembeyaz kâğıda. Kalan sözcükler şehit düşüyor maalesef kalbin en hazin yerinde. Bir kelime mezarlığında yaşıyor çoğu zaman şairler. Yazdıklarından çok yazamadıkları, hissettikleri ama dile, tabire dökemedikleri şeyler oluyor. İstese de yapamıyor bunu. Çünkü bazen edebiyat da yetersiz kalıyor insanın hissettiklerini anlatmaya. Dolayısıyla yazabildikleriyle ayrı çile, yazamadıklarıyla apayrı çileler biriktiriyor içinde. Ve bu kısır döngünün tam ortasında kıvranıp duruyor. Ne şiirden vazgeçebiliyor ne de şiirsizliğe kucak açabiliyor. “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” ikileminde gelgitler yaşıyor. Derdini, hüznünü anlattığını, rahatladığını düşünerek sarılıyor olsa da kalemine, bir başka şairin “Ne söylesem yangınımı söndürmez/ Gönül yanar, kelam yanar, dil yanar/ Şair olmak acıları dindirmez/ Kâğıt yanar, kalem yanar, el yanar” dediği noktada buluyor kendini istemsizce.

Şairliği güzel kılan şey de tam olarak bu bence. Özellikle hüznün her türlüsünden kaçmaya çalışılan böyle bir çağda, ızdıraba gönülden talip olmak gerçek bir yürek işi diye geçiriyorum içimden. O yüzden ikilemler sarsa da şairin etrafını, kendi içinde türlü savaşın ortasında cebelleşiyor olsa da, Necip Fazıl misali, “Uyumak istiyorum, başım bir cenk meydanı/ Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı…” diye haykırıyor.

Ve yine aynı şairin mısralarıyla devam ediyor yakarışına: 
“Usandım boş yere hep gitmeler, gelmelerden
Bırakın uyuyayım, yandım kelimelerden”

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar