Bir cim çıkmaz eğer karnını yarsan, meclise gelir de erkân...
Reklam
Narin Demirci

Narin Demirci

Bir cim çıkmaz eğer karnını yarsan, meclise gelir de erkân beğenmez

26 Eylül 2024 - 15:55 - Güncelleme: 26 Eylül 2024 - 16:14

Mimar Sinan ve onun kalfalık eseri olarak nitelendirilen Süleymaniye Camii ile ilgili şöyle bir rivayetten bahsedilir:

Süleymaniye Camii inşaatının bitimine yakın ya da tamamlandıktan hemen sonra camiinin avlusunda oynayan bir çocuk, minarelerden birinin eğri olduğunu söyler. Çocuk minarenin eğri olduğuna o kadar inanmıştır ki, ustalar ne deseler de çocuğu minarenin doğru olduğuna ikna edemezler. Hatta durumdan rahatsızlık duyan işçilerden bazıları çocuğu azarlarlar. Ağlamaya başlayan çocuğun durumunu gören Mimar Sinan, ona niçin ağladığını sorar. Çocuğun minare hakkındaki “eğrilik” iddiasını dinledikten sonra haklı olduğunu söyleyen Sinan, etrafındaki ustaları şaşırtarak, “Çocuk haklı! Gereken düzeltmeyi yapalım” der ve ustalara fısıldayarak, onlardan minareyi düzeltiyormuş gibi yapmalarını ister. Sonra da ustalara kalın ve uzun bir ip alarak sözde eğri minarenin tepesine çıkmalarını söyler. Minarenin hangi yöne eğrilmiş olduğunu çocuğa sorduktan sonra işçilerden minareyi güya ters yönde çekmelerini ister. İşçiler minareyi ters yöne çekiyormuş gibi yaptıktan sonra Mimar Sinan çocuğa “düzeldi mi?” diye sorar. Ondan “düzeldi” yanıtını alınca başını okşar ve gönderir. Etrafındaki ustaların şaşkın bakışlarını görünce durumu izah eden Sinan şöyle konuşur, “Çocuğu azarlamak yerine onu ikna etmeniz gerekiyordu. Şayet o çocuk buradan ikna olmadan ayrılmış olsaydı, mahalle mahalle Süleymaniye Camii’nin minaresinin eğri olduğunu anlatıp duracaktı. Söylenti sokak sokak bütün şehre yayılacak ve caminin adı ‘Eğri Minareli Camii’ye çıkacaktı. Ve bunu asla değiştiremeyecektik.”

Mimar Sinan’ın ikna yöntemiyle örtüşen bir rivayet olması hasebiyle paylaşmak istedim bu anekdotu. Yapıları inşa etmedeki ustalığı, sosyal hayatındaki yapıcılığıyla da örtüştüğü için. Kıssa birçok yönüyle aslında hisselik. Ancak benim bahsetmek istediğim şey konunun ikna kısmından öte, günlük hayatta etrafımızı çepeçevre sarmış olan iş bilmez güruhun boyundan büyük işlere kendini dahil etmeye, hatta ve hatta biliyormuş gibi yorum yapmaya, karşısındaki insanlara akıl vermeye kalkışmaları. Kıssadaki kişi elbette bir çocuk ancak yaşamımıza dair pek çok dersi içinde barındırıyor. Zira hayatın en çetin kıvrımlarından biridir Sinan’ın yaşadığı bu olay ve benzerleri. Gündelik hayatımızda otobüste, metroda, çarşıda, pazarda, kurumlarda ve dahi her yerde o kadar çok karşımıza çıkıyor ki Sinan’ın ikna etmeye çalıştığı çocuk tiplerinden. Ona “çocuk” deyip geçebiliyorsun fakat çevremizdeki koca bebeklere ne demeli? Hangi birini ikna edeceksin, edebileceksin? Donakalıyorsun karşılarında. Takatin tükeniyor. Hangi iş olursa olsun, işten zerre miktarı anlamayan ama onun hakkında atıp tutan, ahkâm kesmekten bir adım bile geri durmayan insan örnekleriyle dolup taşıyor etrafımız. Laf olsun torba dolsun maksatları. Hayretler içerisinde izliyorsun karşındaki cehalet manzarasını. Oysa “Bilmediğini bilmek ilme atılmış ilk adımdır” derdi büyüklerimiz. Özündeki ışığı kaybedip kendi ruhunun dehlizlerinde kaybolan ve henüz kendi kendisini bile bulamayan insanların, karşısındaki insanlarda sürekli kusur aramaları o kadar gülünç ki.

Bir durun Allah aşkına! Üzülerek söylüyorum ki bilmiyorsunuz. İşin kötüsü, bilmediğinizi de bilmiyorsunuz. Kibriniz buna müsaade etmiyor çünkü. Bu neyin kibri onu da anlamak mümkün değil zaten? İnsan her şeyi bilemez ki. Ancak önemli olan bunu kavrayabilmek. İnsani bir durumdur oysa bilememek. Teknik olarak mümkün de değil zaten. İnsan, kendi uzmanlık alanıyla ilgili bile her gün yeni şeyler öğrenirken, o iş konusunda mesaisi bile olmayanların, işin uzmanı gibi atıp tutmaları gerçekten çok tuhaf. Ve bu tuhaf insanlar, hayatın her tarafına serpilmiş durumdalar ne yazık ki. Dört bir yanımızdalar. Böyle tipler için oldukça güzel bir şiir yazmış Aşık Seyrani. Bakın ne diyor üstad mısralarında:

“Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda, pazarda seyran beğenmez
Medrese kaçkını, softa bozgunu
Selam vermek için insan beğenmez

Âlemi tan eder yanına varsan
Seni yanıltır bir mesele sorsan
Bir cim çıkmaz eğer karnını yarsan
Meclise gelir de erkân beğenmez

Çıkmış yükseğine kaval öttürür
Çoban köpeğine koyun güttürür
Başını baltayla traş ettirir
Gider berbere de dükkân beğenmez

Ey Seyranî doğru söyle her sözü
Aslına sadık ol kaybetme özü
Bir zengine varsa görmemiş kızı
İnci, yakut ister, mercan beğenmez”

Seyranî’nin de dizelerinde bahsettiği gibi yükseklerden kaval öttürerek çoban köpeklerine koyun güttürenler ve karnını yarsan bir cim çıkmayacak olan bu “insan beğenmez zatı muhteremler”, kendilerini elifba’nın bütün alfabesi zannediyorlar ya, mevzunun en trajikomik tarafı da burası. Dağarcığımdaki hiçbir sözcük bu komediyi izaha yetmiyor maalesef.       

Bunca yıllık gazetecilik meslek hayatımda, başarı hikayelerini dinlediğim, kaleme aldığım insanlarda istisnasız gördüğüm önemli bir nokta vardı. O da, yaptıkları işte ehil olduklarına ya da olacaklarına inandıkları andan itibaren boş teneke sesi çıkaran insanlara kulaklarını tıkamalarıydı. Onları başarıya götüren şey buydu. Gücünü elinden alacak, enerjisini aşağıya çekecek her şeye ve herkese karşı set çekmeleriydi. Aksi halde böyle karmaşık, her kafadan bir değil bin bir sesin çıktığı, pörsümüş, bozulmuş bir çağda, hayatın armonisini duyamaz ki insan. Kuru gürültü içinde boğulur gidersin. Oysa biz o gürültülerden sıyrılıp kendi şarkımızı söylemeliyiz.

Bırakın onlar Sinan örneğinde olduğu gibi minarenize eğri desinler. Siz gürültüye kulak tıkayıp kendi şarkınızı söylemeye devam edin. Ve onları ikna etmeye harcayacağınız zamanla, kendinize bir Süleymaniye daha inşa edin… Ve de başarı hikayenize güzel bir cümle daha ekleyin… Çünkü herkesin Süleymaniyesi kendi hikayesinde gizli…

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar