“1937’de doğdu
Beş yıl sonra bozkırda
Babasının yanında çoban oldu
Öksüz kuzuları sevdi, köpeğini, eşeğini
Güneşin soğuktan bağrı yanık
Kara kuru yoksul
Ama sonsuz hür bir çocukluğu oldu
Gençliğinde hiçbir kızın elini tutmadı
Ve bir gün doktor oldu
Sonra artiz
Malın gözüydü artık
Nice kadınlar sevdi
Hiçbiri yoktu
Çünkü onları öpmüyor
Karate yapıyordu
Yüzlerce film, o kadar köfte
Hayatı boyunca ‘nayır’, ‘nolamaz’ dedi
Geçenlerde öldü
Reklam filmi çekerken”
O, kendi kendisini anlattığı bu şiirinde de bahsettiği gibi bir bozkır çocuğu. Ancak yüreğinin topraklarına çeşit çeşit yetenekler ekmiş bir sanatkâr. Yüreğini bozkır ve çorak bırakmamış, ekmiş, biçmiş, yeşertmiş. Türlü türlü yemiş üretmiş ve derdi, davası hep memleket olmuş, vatan olmuş. Aktörlüğünü de şairliğini de memleketine yontmuş. “Memleketim” diye seslenmiş “Memleketim” diye içlenmiş. Sonra bir başka dizelerde şöyle devam etmiş;
“Memleketim
Türkiyem
En korkunç eşkıya olarak yemin ettim
Amerika, mamarika
Daha ne kadar düşman varsa
Mesela medya
Sizlere çiçeklerimi çiğnetmeyeceğim
Çünkü benim her çiçeğim bir memlekettir”
Diyorum ya, bozkır topraklarda doğmuş olsa da yüreğinde sanatla birlikte güzellikler yeşerten bir insan o. Bazen şiirlerinde buğdaylarla birlikte ölen, bazen de aynı şiirin bir başka yerinde memleket türküsüyle vücuda gelen; ara sıra bozkırın üstündeki bulutlara, başka bir zamanda da yiğit atlara binen ve şiirlerde ağlayıp şiirlerde umut eden bir insan hem de.
“Karayel kavurup öldürdüğünde buğdayları
Ben de ölürdüm
Bahar gelip hayat verdiğinde bozkıra
Bir memleket türküsü olurdum
Yağmur yağdığında tarlalara
Doya doya yağmuru içerdim
Bulutlar bozkır göğünde uçuşurken
Üstlerine biner
Bembeyaz yiğit bir at
Masallara uçardım
Dağlarda çoban ateşleri yandığında
Baştan aşağı bir eşkıya
Zalimlerin korkusu olurdum
Nerede bir bebek doğsa
Adını ben koyardım
'Memleketim'”
Çobanlıktan doktorluğa, doktorluktan film yıldızlığına uzanan bir çizgide güzel bir insan olarak kalmak, kendi doğruları içinde eğilmeden, bükülmeden dik durarak bir ömür yaşamak. İşte bu her yiğidin harcı değildir. Yüzlerce yeşilçam filminde hep bir kahramandı o. Bir babayiğitti. Kimi zaman ‘Kara Murat’, kimi zaman ‘Battal Gazi’, kimi zaman da ‘Malkoçoğlu’ydu. Ancak o gerçek kahramanlığı ve gerçek bir Malkoçoğlu olmayı şöyle anlatıyor;
“Bana diyorlar ki, “Sen Malkoçoğlusun”. Kahraman. Kahraman nedir ya? Vallahi, Türkiye’de evine alın teriyle, namusuyla ekmek götürüp ailesini doyuran her ana-baba kahramandır. Bu çok önemli. Ana-babanın bir diğer şerefli görevi de çocuklarına en iyi eğitimi vermek. Ben o işi yaptığıma inanıyorum. Ondan sonra ne halt olurlarsa olsunlar. Biri artist olur, biri artiz olur, hiç karışmadım.”
Böyle söylüyor, böyle tanımlıyor gerçek kahramanlığı. Nasıl olur da, “Gerçek bir kahraman, gerçek bir babayiğit” demezsin ki onun için. Şiir gibi yaşadı hayatını. Çünkü o çok güzel bir şairdi. Tıpkı bir başka güzel şair Ahmet Selçuk İlkan’ın, “Şairler kahraman¬lardır. İnsanların düşünemediğini, söyleyemediğini, cesaret edemediğini dünyada en önce şairler söylemiştir. Marşları da, savaş¬ları da, zaferleri de yazan şairlerdir” dediği gibi. Gerçek bir kahramandır Cüneyt Arkın da. Mavi gözlü bir Kara Murat, davasına kara sevdalı bir dilaver.
Ulvi davaların adamı. Her türlü sömürünün ve emperyalizmin karşısında dimdik durmak; kişiliğini ve sanatını hiçbir şeye ve hiçbir kimseye peşkeş çekmemekti içindeki kutsallardan biri de. Dizeleri bile başkaldırıyor emperyalizme. Bütün dünyayı bombalara boğsa da, o bombaların bir çiçeğin güzelliğine yenileceğini anlatıyor şiirlerinin birinde.
“Kocaman Amerika
Baştan aşağı bomba
Yok etti şehirleri, insanları
Yaşlıları, çocukları
Dağları, nehirleri
Kuşları, böcekleri
Çiçekleri
Lakin adalet bu
Göremedi
Uzak bir dağın
Uzak bir yerinde
Yeniden açan bir kır çiçeğini”
İnsanlık onuru, umut, hürriyet ve ekmek kokar bütün mısraları. Vatan kokar buram buram. İnsanca yaşamaktan, bunun yolunun da kucaklaşmaktan geçtiğine dem vurur. Ilgıt ılgıt Anadolu eser hecelerinde ve herkes Anadolu’yu görür o şiirlerin çehlerinde. Mesela şöyle seslenir memleketinin insanına şairce;
“Ne kadar sıkı tutarsan amacını
Kardeşinin göğsünde tutar gibi
Çoğalır, çoğalırsınız
Ekmek ve hürriyet gibi
Kutsaldır hakkını isteyen insan
Kutsal ve helal
Alın teri
Ne zamanki yürürsünüz bu uzun yolda
Çoğala çoğala
Kucaklaşmış tek vücut
Tek hedef
İnsanca yaşamak
Vatanda
Vatanseverler
Güzel bir dünya bırakırsınız
Çocuklarınıza
Ekmek ve hürriyeti
Çoğalta çoğalta”
Bütün bu güzel hasletlerle dünyanın kurtarılacağına inanırdı. Çünkü zaten ‘Dünyayı Kurtaran Adam’mımız değil miydi o? Hâl böyleyken dünyayı kurtarmanın da şifresini veriyordu bir şiirinde yine;
“Ben kurtardıysam dünyayı
Sen de yapabilirsin arkadaş
Dert etme
Gülümse
Güller açsın yüzünde
Umudu yaşatmaktır yeryüzünde
Her gülümseme”
“Ben kurtardıysam dünyayı sen de yapabilirsin” diyor. Kendi içine yöneltiyor insanı ve kendi içindeki cevheri görmelerini umuyor. “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” der gibi haykırıyor şiirlerinde. Kendisi herkesin kahramanı olsa da, “Benim kahramanım Türk halkıdır” diyor ve bu sözünü bile şu şekilde şiirleştiriyor önsöz olarak kaleme aldığı bir kitabında;
“Evet, benim kahramanın Türk halkıdır
Çünkü arif bir halktır
En zor şartlar altında mucizeler yaratır, yaşar
Açlık sınırı altında bile yaşar
Borç batağında yaşar
Soygun, talan, yalandan nefret eder
İnsanın içini temizler, adam eder
Yüreğiyle anlar, zorlukları yener
Tarih boyunca köle olmamıştır
Her türlü hürriyetsizlikten nefret eder
Ruhu bağımsızdır”
Şiiri sadece dizelerde yaşayan bir şair değil üstelik o. Onu bütün damarlarında hisseden ve hissettiren bir şair. Günlük konuşmasında bile kelimelere ustaca hâkim oluşuyla, insanlara adeta ‘şiir dinliyorum’ izlenimi oluşturan bir şair. Çünkü sözcüklerin de kahramanı o. Bu örneğe çok net şahit olabileceğimiz katıldığı bir televizyon programında diyor ki;
“O günlere, o koyun güttüğüm
Çobanlık ettiğim günlere dönmek isterim
Yani gece boyunca gidiyorsunuz
Koyunlar otluyor
Otları koparma sesleri geliyor
Ara sıra bir kuş ötüyor
Yuvaya eşini çağırıyor
Uzaktan bir köpek uluması
Sonra gecenin tuhaf sessizliği
O karanlık, hafif morumsu
Yürüyorsunuz, çiy yağmış
Buraya kadar ıslanıyorsunuz
Sabaha karşı doyuyor, uzanıyor
Ben de tarlaya, toprağa uzanıyorum
Şöyle bir kesek
Toprak parçası yastık gibi
Başımı koyduğum zaman
Dünyanın en güzel uykusunu uyuyordum”
Cüneyt Arkın’ın bir şiiri desem yalan olmaz bu ifadelere. Ancak bu bir şiir değil. Katıldığı televizyon programında çobanlık yıllarını anlatırken ki konuşmasından aldığım bir kesit sadece. Anlatımı şiir gibi, yaşantısı şiir gibi, sevdası, davası şiir gibi bir adam. Şiiri sadece yazıp bırakmayan, aynı zamanda hayatının her alanına yayan bir adam. Şiirin o vakur duruşunu üzerinde taşıyan ender bir şair. Türk şiirinin Kara Murat’ı. Çünkü o, yağızlığı ve dik duruşunu şairliğiyle bütünleştiren hakiki bir kahraman.
Hecelerin, dizelerin, mısraların tükendiği yerden bir şair gönlüyle sesleniyorum şimdi:
Elveda sana Türk şiirinin Kara Murat’ı
Yeşilçamın Malkoçoğlu’su, Battalgazi’si
Tıp dünyasının aktör hekimi
İnsanlığımızın efsane karakteri
Mekânın cennet, yattığın yer pirüpak olsun
Elveda mavisiyle sonsuzluktan haber veren
Boncuk gözlü şairim elveda…
YORUMLAR