Bir ihtiyaçtır iletişim kurmak, duygularımızı, düşüncelerimizi, acılarımızı ve de sevinçlerimizi paylaşmak. Kısacası anlaşılabilmek. Aynı amaca giden türlü yöntemler var elbette bu ihtiyacı karşılayabilmek için. Kimimiz bir dost arar yana yakıla. Konuşmak, derdini, sevincini paylaşmak ister. Acıyı dindirmek, mutluluğu ise perçinlemek için yapar bunu. Kimi de konuşmaktan ziyade ağlamayı yeğler. Gözyaşlarına hapseder kimsecikler görmesin diye neşesini de, hüznünü de. Ama kimi de o gözyaşlarını mürekkebine karıştırır tıpkı usta bir ressamın, bir sanatkârın boyalarını, paletine özenle karması gibi. Özel bir karışım oluşturur kendisine kelimelerden. Ve kalem uçlarından akıtır çığlıklarını.
En derin çığlıklardır bunlar hiç kimsenin duymadığı, duysa da anlayamayacağı. İşte bu gizem, daha da vazgeçilmez yapar kâğıt üzerine özenle serpilmiş o kelimeleri. Tıpkı nadide bir ziynet eşyası gibi durur sarrafının karşısında; tılsımlı, gizemli, bir o kadar bakir ve kıymetli.
En helal gözyaşıdır yazmak. Çünkü mürekkepte gizli olan gözyaşı kimsenin üstünü kirletmez. Kâğıt, bir dost omuzu olur kaya gibi yaslandığın. Hem de tertemiz bir dost. Zira her seferinde tertemiz bir sayfayla başlar. İlk sen içini dökersin. Baştanbaşa seni anlatır seçtiğin bütün sözcükler. Ve kalem, saçlarını okşayan bir şefkat elidir, hiç kimsede bulamadığın.
Yazı; yazanın hem içindeki kendisi, hem de dış dünyadaki her şeyidir. Kişinin kendisidir çünkü yazanın ruh kırıntılarıdır. Her şeyidir çünkü birçok dostun yapamayacağını yapar. Yargılamaz ve seni kendinle başbaşa bırakır. Yalnızsındır yazarken. Ama yazmak, yalnızların seçmiş olduğu bir yol değil yazmak için yalnızlık seçilmiş bir yoldur.
Ve ben işte tam da bu yüzden yazıyorum…
YORUMLAR