Tebrizli Şems'in
terk ediş ve gidişine dayanamaz hâle gelen Mevlana her yerde arar onu. Yanar
arar, kavrulur arar. Döner arar, durur arar. Arar ama bulamaz. Onu bulana
ödüller vaad eder Celaleddin Rumî. Ancak ne bir haber, ne bir iz vardır Şems'ten. Kimsecikler
bulamaz onu. Ama bir gün bir adam çıkagelir Mevlana'nın yanına ve Şems'i
gördüğünü söyler büyük bir heyecanla. "Gördüm Şems'i! Gördüm!" diye
haykırır.
Bu müjde üzerine çıkarır hırkasını üzerinden ve adama takdim eder Mevlana. Çevresindekiler şaşkındır. Dönerler Mevlana'ya ve "Siz de biliyorsunuz ki bu adam yalancı. Şems'i gördüğü falan yok. Ama siz yine de hırkanızı verdiniz" derler. Bunun üzerine şöyle söyler Celaleddin Rumî:
"Ben bu
müjdenin yalanına hırkamı verdim. Gerçeğine canımı verirdim."
Mevlana 'Aşıkların Piri' olarak tanımlanır. 'Aşk' deyince akla ilk Mevlana gelir. Ancak Mevlana'yı Mevlana yapan Şems'ten başkası değildir. Mevlana bir İslam âlimi iken ilahî aşkın kapısından Şems ile girmedi mi? Cezbe kıvamına erişip, ana dilini bırakıp hâl diliyle konuşmaya başlamadı mı? Lisan değiştirmedi mi onun için? "Bu gönül işidir, kafa işi değil" diyen bir sevgilinin, sevdasının tadını almadı mı? Ve o tadı aldıktan sonra dudağındaki bütün lezzetleri bir çırpıda silip atmadı mı?
Bir
sevgili düşünün...
"Elimde olsa
cenneti ateşe verir
Cehennemi de bir
kova suyla söndürürdüm ki
Geriye aşk baki
kalsın" diyen.
Bir sevgili
düşünün...
"Sana dilsiz,
dudaksız sözler söyleyeceğim
Bütün kulaklardan
gizli sırlardan bahsedeceğim
Bu sözleri sana
herkesin içinde söyleyeceğim
Ama senden başka
kimse duymayacak
Kimse
anlamayacak" diyen.
Bir sevgili
düşünün...
"Hüzün ki en
çok yakışandır aşıklara
Yandık, yakıldık
Ama hüzünden yana
hiç yakınmadık
Hüzün taze tutar
aşk yarasını
Yaramdan da hoşum yarimden
de" diyen.
Bir sevgili
düşünün...
"Bana güneşin
ismini verdiler 'Şems'
İşte böyle başladı
benim hikayem" diyen.
İşte böyle
başlamıştı bir 'Aşk Hikayesi'... Bir 'Şems Hikayesi'... Ve bir daha da hiç ama
hiç bitmedi. Bitemedi.
Şimdi!
Bir sevgili daha
düşünün...
Giden sevgiliye
'Etme' diye şiirlerle çağrıda bulunan.
Bir sevgili daha
düşünün...
İsmini güneşten
alan sevdiği yüzünden kendisini aya benzeterek şiirlerinde;
"Sen yüz
çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan
Sen ayın da evini
yıkmayı kastediyorsun, etme" diye haykıran...
Ve bir sevgili daha
düşünün...
"Ey ay, felek
harap olmuş, ziyan olmuş senin için
Bizi öyle harap,
öyle ziyan ediyorsun, etme" diyerek mısralara derdini yanan.
Öyle bir sevgili düşünün ki sevgilisine kavuşmak için ölüme her gün şafak sayan. Ölünce sevdiğine kavuşacağı için ölüm gününe Şeb-i Aruz diyen. Ecel gününü 'Düğün günü' olarak niteleyip son nefesini vermeyi dört gözle bekleyen...
Şimdi ey sen!
'Aşığım' diye
ortalarda gezinen!
Böyle sevmediysen
'Sevdim' deme. 'Sevdim' deme ki sevdanın da adını kirletme. Ve yanmadıysan
sakın ola sakın 'Aşığım' deme. Böyle bir aşık olamadıysan sevdiğine, sakın
karşında da maşuk bekleme...
Ve asla Şems'i tanımadan, hiçbir zaman Mevlana'yı tanıdım, anladım deme...
Ne Şems'e, ne Mevlana'ya,
ne de aşka haksızlık ETME...
YORUMLAR