Adamın biri bir kadına aşık olur. O kadar çok sever ki
şiirler yazar kadın için. Ancak kadın adamın aşkına karşılık vermez ve
başkasıyla evlenir. Kadın evlenmesine evlenir de adam bir türlü unutamaz
kadını. Şiirler yazmaya devam eder sevdiğine. O kadar çok yazar ki günün
birinde ünlü bir şair olur. Ülkenin her yerinde şiir dinletileri yapmaya
başlar.
Bir gün sevdiği kadının yaşadığı kente düşer yolu.
Orada şiir dinletisi yapar. Dinleyenler arasında sevdiği kadın ve kocası da
vardır. Kadın çıkışta şairi bekler ve karşılaştıklarında:
"Beni tanıdın
mı?” diye sorar.
"Hayır
tanıyamadım” diye cevaplar şair.
Kadın unutulmuş olmanın şaşkınlığı ve kızgınlığıyla:
"Nasıl
tanımazsın? Yıllar önce aşık olduğun sana bu şiirleri yazdıran kadınım”
deyince, kadının yanındaki kocasına göz ucuyla bakarak şöyle söyler şair:
"Keramet sende
olsaydı, o kolundaki de şair olurdu.”
Her şairin bir hikayesi vardır çıktığı şiir
yolculuğunda. Bazen bir aşk acısı, bazen vatan sevdası, bazen de bir başka
duygu şiir yazdırabilir bir şaire. Kendisi bile içinde yatan şairin
farkında olmamıştır yıllarca ama bir duygu çekip çıkarmıştır içindeki
şairi. “Yazana değil yazdırana bakmak
gerek” derler ya. Lafı güzaf. Yazan olmasaydı şayet yazdıranın da
kendisinden haberi olmazdı elbet. Çünkü kişinin kendisinde dahi görmediği
hatta bazen olmayan güzelliğini anlatır şair. Şiir, şairiyle alakalı bir
durumdur başkasıyla değil. Ne diyor büyük Ozan Aşık Veysel;
“Güzelliğin on
para etmez Bu bendeki aşk olmasa”
Senin de benim gözlerime bir kez bile bakmayan okyanus
rengi derin gözlerinin hiçbir kıymeti harbiyesi olmazdı inan. Bu bendeki
boğulma, bu bendeki ölüm sevdası olmasa.
YORUMLAR