Kalbin 'Sevmek'ten yorulmayacağını söylüyor bazı
büyükler. Onları üzmek istemem ama öyle düşünmeyenlerdenim. Hatta 'Aksini
savunanlardanım' diyebilirim.
'Seni seviyorum'ların giderek arttığı, 'Aşk' kelimesinin
havalarda uçuştuğu bir dönemde yaşıyoruz. Kalbin sevmekten yorulmayışından
başlıyor zaten her defasında sıkıntı. Yorulmuyorsa eğer laçkalaşıyor demektir.
Duyguların tekerrürü o duyguların önemini azaltıyor çünkü. Önemini azalttıkça
da o duyguyu yaşayamaz hale getiriyor insanı.
Kalp acı çekmeli, bitkin düşmeli. Kimi zamanlar da
yorulduğunu hissetmeli ki, bir başkasını sevmeye takati kalmamalı. Bahar nereye
geliyorsa orada açan çiçekten kim ne bekleyebilir ki? Önemli olan bir
sonbaharda çiçeklenebilmek değil mi? Solsan, yapraklarını döksen bile sonbahara
sitem etmemek.
Ne diyordu büyük şair Sezai Karakoç:
"Ben çiçek
gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde
kurşun gibi taşıyorum."
Bir 'Kurşun' gibi taşımak lazım sevdayı göğüste bazen.
Bazen de bir 'Mıh' gibi akılda tutmak sevdiğinin ismini. Tıpkı Attila İlhan
misali.
Yalama olan eşyalar gibi kalbimiz de, duygularımız da,
hislerimiz de giderek laçkalaşıyor her ne kadar fark edemesek de.
Ve biz hasselerimiz böyle laçkalaştıkça daha fazla
sevdiğimizi zannediyor, çiçekten çiçeğe kondukça sevda hissimizi
yitirmediğimize inanıyoruz her defasında.
Ve her defasında kendi kendimizi kandırıyor; kendi
duygularımızla, kendi kendimizle oynuyoruz.
Şairin dediği gibi:
"Ne çok
bahsediyoruz
Aşkın
derinliğinden
Henüz aşkın
kıyısında bile
Oynamayı
beceremeyen
Haylaz çocuklarken"
YORUMLAR