Yök’ün gündeminde olan ve üniversitelerin yapılanmasını
sağlayan 2547 sayılı kanunun en çok akademisyenlik mesleğinde ve akademik
kariyer sisteminde sorun ve olumsuz sonuçlar doğurduğuna vurgu yapan Furkan,
yaptığı yazılı açıklama ile keyfilik, sübjektifliği önleyecek, objektif ve
denetlenebilir bir sistemin getirilmesinin kaçınılmaz olduğunu söyledi.
SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİ
İLE ADAM TUTMA VE KAYIRMACILIK ORTADAN KALKACAKTIR
Furkan; “Akademik unvanların belirlenmesi, kadroların
dağıtılması ve özellikle de akademik yükselme sürecinde yaşanan kayırmacılık,
adam tutma, herhangi bir gruba mensubiyet ve bağlılıklar, “kamu yararından”
ziyade özel çıkarların egemen olduğu, karşılıklı çıkarlara dayanan ve özel menfaat
birlikteliğini esas alan bir fiili durumu doğurmuştur. Çarpık akademik alımlar ve kariyer düzeni, akademik kariyere yerleşmek
isteyenlerde benzer avantajlara sahip olması gerekliliği algısı
oluşturmaktadır. Akademik kariyer sistemindeki çarpıklık ve
objektiflikten uzaklık, zincirleme sorunlara sebep olmaktadır. Bu açıdan
keyfiliği, sübjektifliği önleyecek, objektif ve denetlenebilir bir sistemin
getirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.” Dedi.
YILLARDIR
TARTIŞTIĞIMIZ BU REFORM BİR GERİKLİLİK
Yükseköğretimin sorunlarının yıllardır çok boyutlu ve
yoğun bir şekilde tartışıldığını ve yüksek öğretimdeki reformun gerekliliği
hususunda toplumun tüm kesimleri arasında bir uzlaşmanın görüldüğünü de dile
getiren Eğitim Bir-sen Kahramanmaraş Üniversite Şube Başkanı Hasan Furkan
açıklamasını şöyle sürdürdü; “Ancak reformun nasıl yapılacağı konusunda bir
uzlaşma sağlanamadığından yükseköğretim alanında köklü bir değişiklik
gerçekleşememiştir. Kamuoyunda bu sorunla alakalı sürekli olarak gündem
oluşturan Eğitim-Bir-Sen olmuştur. Cumhurbaşkanımızın talebiyle konu gündeme yeniden
geldi. YÖK’ün gündemindeki yeni düzenleme ise geçmişte yapıldığı gibi aceleci
kararlar yerine, geniş bir çerçeveden sürdürülecek istişareler neticesinde yapılmalıdır.
Eğitim-Bir-Sen olarak yükseköğretimde yaşananlara çok yönlü bakarken gündeme
ilişkin tespit ettiğimiz sorunları ve çözüm önerilerimizi ilgililerin
dikkatlerine sunuyoruz.
ESKİ SİSTEM
İHTİYACA TAM CEVAP VEREMEMEKTEDİR
Üniversitelerimiz, Türkiye’nin değişim ve dönüşümüne ayak
uydurmuş, çok daha ulaşılabilir hale gelmiş, yükseköğrenime geçişte öğrencilere
farklı alternatifler sunulabilmiştir. Her geçen gün sayıları artan
üniversiteler, kuruldukları illerin sosyo-ekonomik gelişimine önemli katkılar
da sağlamaktadır. Türkiye’de yükseköğretim sistemi, geldiği nokta itibarıyla,
çağ nüfusunun neredeyse yarısına hizmet sağlayabilen evrensel yükseköğretim
yapısına kavuşmuştur. On yıllık bir zaman zarfına sıkıştırılmış niceliksel
gelişmeler, eşine az rastlanır gelişme süreci teşkil etse de Türkiye’nin
demografik dinamikleri dikkate alındığında ise ihtiyaca tam olarak cevap
verememektedir.
ESKİ SİSTEM
KARŞILIKLI ÇIKARLARIN OLUŞMASINI SAĞLAMAKTADIR
Üniversitelerin yapılanmasını sağlayan 2547 sayılı Kanun’dan
kaynaklanan sorunlar, olumsuz sonuçlarını en çok akademisyenlik mesleğinde ve
akademik kariyer sisteminde göstermiştir. Akademik unvanların belirlenmesi,
kadroların dağıtılması ve özellikle de akademik yükselme sürecinde yaşanan
kayırmacılık, adam tutma, herhangi bir gruba mensubiyet ve bağlılıklar, “kamu
yararından” ziyade özel çıkarların egemen olduğu, karşılıklı çıkarlara dayanan
ve özel menfaat birlikteliğini esas alan bir fiili durumu doğurmuştur. Çarpık akademik alımlar ve kariyer düzeni, akademik
kariyere yerleşmek isteyenlerde benzer avantajlara sahip olması gerekliliği
algısı oluşturmaktadır. Akademik kariyer sistemindeki çarpıklık ve
objektiflikten uzaklık, zincirleme sorunlara sebep olmaktadır. Bu açıdan keyfiliği,
sübjektifliği önleyecek, objektif ve denetlenebilir bir sistemin getirilmesi
kaçınılmaz bir zorunluluktur.
KADRO DAĞITIMINDA
GÖRÜLEN ADALETSİZLİKLER ORTADADIR
Üniversitelerde kadro dağıtımında görülen adaletsizlik
ise bir başka sorundur. Öğretim üyesi, araştırma
görevlisi, öğretim görevlisi, okutman ve uzman kadroları fakültelerin veya yüksekokulların
ihtiyaçlarına göre değil, kadroya alınması düşünülen kişinin durumuna uygun
hale getirilerek ilan edilebilmektedir. Birçok bölüm veya programda öğretim
elemanı ihtiyacı mevcutken kadro şişkinliği yaşayan bölüm ve programlara kadro
ilan edilebilmektedir. Öğretim elemanı ihtiyacını değerlendirip kadro iznini
veren YÖK olmasına rağmen, kadro ilanlarında “fotoğraf ilan” olarak
adlandırılan adaletsiz uygulamaları üniversiteler yapmaktadır. Bu durum
ülkemizin geleceği olan birçok gencimizde kötümserliğe yol açmakta, çalışma ve
başarıya olan inancı azaltmakta ve devletine güvenmeyen, tükenmiş bir genç
kitle oluşturulmasına zemin hazırlamaktadır. Adaletsiz ve hukuksuz
kararlar, üniversitelerin bilimsel bilgi üretimini güçlendirecek genç ve
dinamik zihinlerin akademisyenlik mesleği dışında kariyer tercihinde
bulunmalarına neden olmaktadır.
AYNI İŞİ YAPAN
ÇALIŞANLAR ARASINDA EŞİTSİZLİKDE SÖZ KONUSUDUR
Üniversitelerde iş güvencesi olmadığı gibi aynı kanunun
farklı maddelerinde tanımlanan fakat aynı işi yapan gerek araştırma görevlisi
gerekse öğretim üyeleri arasında eşitsizlik de söz konusudur. 2547 sayılı
yasanın 33/a maddesi ile 50/d maddesine göre görev yapan kişiler çalışmış
oldukları birimlerde araştırma görevlisi olarak tanımlanırken, 50/d maddesine
göre görev yapan bir araştırma görevlisi lisansüstü eğitimini tamamladıktan
sonra işsiz kalabilmektedir. Bu durum öğretim üyeleri arasında Yardımcı Doçent,
Doçent ve Profesörler için de geçerlidir. Yardımcı doçentler en fazla 3
yıllığına görevleri ile ilgili sözleşme yenilemektedirler. Doçent ve profesör
daimi kadro statüsüyle görevlerine devam etmektedir. Ama Doçentlikten
Profesörlüğe geçerken üniversiteler ve yöneticileri keyfiliğe varan uygulamalar
yapmaktadırlar. Bu geçişlere bilimsel çalışmalara dayalı standartların
getirilmesi keyfiliği önleyici tedbir olabilir.
ÜNİVERSİTELERDE
HİÇ BİR BASKI VE ENGELLEME OLMAMALIDIR
Üniversitelerde akademik özgürlük güvence altına alınmalıdır.
Üniversiteler hiçbir baskı ve engelleme söz konusu olmaksızın, tüm fikirlerin,
muhtelif hakikat iddialarının, sosyal ve siyasi problemlerin özgür ve medeni
bir şekilde tartışıldığı, karmaşık sorunların açık bir biçimde ifade edildiği
ortamlardır. Bu itibarla araştırma özgürlüğünü ve bu çerçevede temel bilgi
yöntemlerini serbestçe kullanma hürriyetini, araştırma için gerekli araçlara ve
şartlara sahip olma hakkını ve bilimsel üretme, bilgilendirme, öğrenme ve yayma
hakkını içerecek şekilde akademik özgürlüğün hem anayasal hem de yükseköğretim
kanunu ekseninde güvence altına alınması gereklidir.
BU SİSTEM YENİDEN
GÖZDEN GEÇİRİLMELİDİR
ÖYP gözden geçirilerek yeniden yürürlüğe konulmalıdır. Yükseköğretimimizin
önündeki en büyük zorluk, yükseköğrenimin niceliksel büyümesine paralel olarak
yeterli sayıda ve uluslararası ölçütleri karşılayan nitelikte öğretim üyesinin
yetiştirilmemesidir. Bilim insanı yetiştirme ve ortak araştırma etkinliklerinde
bulunma, üniversiteler arasındaki iş birliğini artırma faaliyetleri, gelişmiş
üniversitelerin bilgi birikimi ve deneyimlerinden diğer üniversitelerin de
yararlandırılmasının önünün açılmasıyla mümkündür. Öğretim Üyesi Yetiştirme
Programının (ÖYP) tamamen kaldırılması hatalı bir karardır. Programın aksayan
yönlerinin düzenlenerek yeniden yürürlüğe konulması yerinde olacaktır.
Akademik hayatta asıl olan Dr. unvanıdır. Doktorasını
bitiren ve önceden belirlenmiş objektif kriterleri sağlayan her
akademisyen eşit haklara sahip olmalıdır. Arş. Gör. Dr., Öğr. Gör. Dr., Uzm. Dr.,
Okt. Dr. ve Yrd. Doç. Dr. gibi farklı unvanlar tarihe karışmalı,
şartları sağlayan herkese aynı sosyal hak ve statüler verilmelidir.
ÜLKEMİZDEKİ
YABANCI DİL SINAVLARI, AKADEMİK ÇALIŞMALARA YETERLİ KATKI SUNMUYOR
Akademik kariyerde, atama ve yükselmelerde yabancı dilin
en önemli unsur ya da eleme aracı olması şartı kaldırılmalıdır. Her bilimin bir
terminolojisi var ve her bilim kendi dilinde yapılmaktadır ya da yapılmalıdır.
Türkiye’de yabancı dilin akademide zorunlu hale getirilmesi ekonomik ve
teknolojik bağımlılıktan kültürel bağımlılığa kadar birçok soruna neden
olmaktadır. Lisansüstü eğitimde akademik çalışmalardan çok yabancı dil
eğitimine (psikolojik olarak) ağırlık verilmektedir. Bu da bilimsel çalışmaları
zaman zaman sekteye uğratmaktadır. Elbette bir akademisyen alanıyla ilgili
yabancı literatürü okuyabilmelidir. Fakat ülkemizdeki yabancı dil sınavları, akademik
çalışmalara yeterli katkı sunmadığı gibi, standart bir devamlılık ve hakkaniyet
ölçüsüne dayanmamaktadır. Değişik adlarla yabancı dil sınavları uygulanmakta
(YÖKDİL gibi); hatta önce tanınan sonra iptal edilen gelip geçici (ILTC gibi) veya
standartların dışına çıkılarak en basit seviyeye indirilmiş sınavlar
yapılmaktadır.
DOÇENTLİKTE
SÜBJEKTİF SÖZLÜ SINAV TAMAMEN KALDIRILMALIDIR
Çünkü istismara açık, tartışılan, çeşitli türden
kayırmacılıkların görüldüğü, ideolojik tavırların kimi zaman ağır bastığı,
benzeri uygulamaların akademik çevrelerce sıkça dillendirildiği, objektif
ölçülerden uzaklaştırılmış durumdadır. Profesör kadro ve atamalarında olduğu
gibi Doçentlik kadro ve atamaları yıl ve yayın esasına göre yapılmalıdır.
Girilen dersler, danışman olarak yürütülen Yüksek Lisans ve Doktora tezleri
Doçentlik puanlama sistemine dâhil edilmelidir. Akademik Teşvik Yönetmeliği’ne
göre her yıl belirli bir puan alma zorunluluğu (örneğin en az 30 puan)
getirilerek akademik çalışmalar özendirilmelidir. Doçent adayları YÖKSİS’e
girmiş olduğu yayın bilgisi üzerinden gerekli puanı sağladığında görev
yaptıkları üniversitelerde doçent kadrosuna beklemeden atanmalıdır.
Doçentlik atamalarında yabancı dil puanı ilk ve en önemli
eleme aracı olmaktan çıkarılmalıdır. Doçentlik atamalarındaki yabancı dil puan
barajı düşürülmeli ve yabancı dil puanı doçentlik puanlama sistemine eklenmelidir.
Türkiye’de akademik üretimin en önemli sorunu doktora
sonrası üretimin kısır ve niteliksiz oluşudur. Öncelikle, doktora eğitiminin
nihai eğitim olduğu gerçeğinden hareketle kriterlerin yükseltilmesi
gerekmektedir ve her bilim dalına ilişkin daha nitelikli doktora çalışmalarının
yapılması teşvik edilmelidir. Doçentlik sonrasında üretimi artırmak ve de
üretimin niteliğini yükseltmek için akademik teşvik uygulaması daha etkin hale
getirilmelidir.”
YORUMLAR